- 941 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
0086 - BAŞKALARININ ESKİLERİNİ GİYENİN ŞARKISI – FARKLI DÜŞLER
BAŞKALARININ ESKİLERİNİ GİYENİN ŞARKISI
"Satın alınmış düşleri, bıkıp fırlattığınızda
Ardınıza bakmayın
Oradayım.
Ayışığında bir öpüşme düşü,
Eskitilmiş bir kadife bluz, sim işlemeli
Ve yenilenen balayı, dantel askılı
Yaramaz işime... ben üşüyorum.
Sıcacık bir şey gereken
Düşlerime."
Sennur SEZER
***
FARKLI DÜŞLER
Onur BİLGE
Kim bilir neler düşlemiştiniz, geleceğe dair. Neler yapmak, nelere sahip olmak, nasıl bir hayat yaşamak… Yapmak istediklerinizi hayal etmiş, gerçekleştirmek gayesiyle art arda sıralamış, onlara ulaşabilmek için ne kadar çaba sarf etmiştiniz kim bilir!
Her şey, ulaşılıncaya kadar çok değerlidir, sahip olunduğu andan itibaren eskimeye, değer kaybetmeye başlar. Oysa bedeller ödenerek elde edilmişlerdir! Neticede, satın alınanlar yiyecekse tüketilir, giyecekse eskitilir, beraberlikse zamanla monotonlaşarak ya da anlaşmazlıklarla yıpranarak değersizleşir. İşte o zaman eşyalar ve giysiler ya eskiciye satılır ya da birilerinin alıp kullanması düşüncesiyle çöpün kenarına bırakılır, sevgililer terk edilir, eşler boşanır. “Kim alacak acaba?” diye merak edilerek geriye dönüp dönüp bakılmaz.
Ey günümüzün müsrif ve sorumsuz insanları! Bir zamanlar ulaşmak istediğiniz şeyleri ne pahasına olursa olsun elde ettikten sonra hevesinizi alarak vazgeçtiğiniz ne varsa, onlara bakıyorum da… Arkanıza bakmanıza lüzum yok, ben işe yarar bir şeyler bulmak ümidiyle peşinizdeyim.
Neler düşlemiştiniz, bilmiyorum. Belki romantizm, şöyle en baş döndüren nevinden… Belki bir bahar akşamı, çiçeklerle dolu bir bahçedeki fıskiyeli havuzun başında, akasyanın altındaki salıncakta sevgilinizle beraber hafif hafif sallanarak el ele mehtabı seyretmek istemişsinizdir. Belki vitrindeki altın simlerle işlenmiş ipek kadife bir abiyeye takılmıştır gözleriniz ve aklınız onda kalmıştır. Bir kere kafanıza koymuşsunuzdur ya ne kadar pahalı olursa olsun mutlaka alacaksınızdır. Ya da ikinci bahar yaşama hayalleri kurmaktasınızdır. Dantel askılı gecelikler, balayları falan geçer aklınızdan.
Ben, herkesin başından attığı ne varsa almaya alışığım. Benim öyle büyük büyük hayallerim, süslü püslü düşlerim olmadı, olamazdı da… Arka mahallelerin birinde, tek göz odada, onun bunun eskisiyle büyüdüm. Kaloriferli evlerde, dilediğini giyen şımarık zengin kızı değildim. Üstüme giyecek yün bir ceketin hayalini kurardım, bir yıl öncekine sığamadığımda. Odun kömür bittiğinde, sırtıma kar yağardı! Isınmak için yorganın altına girerdim. Ne işime yarar ki sizin kısacık, açık saçık, cicili bicili eskileriniz!
Gözüm ne süslü püslü elbiselerde, ne kokteyllerde, partilerde… Öyle şeyler ve öyle yerler bana göre değil. Ne biz meraklıyız, ne de onlar bize heveslidir. İşe gidip gelirken giyebileceğim rahat bir çift ayakkabı, bir manto, bir mont falan olabilir benim rüyam. Çalışıp kazanmak, kimseye muhtaç olmadan ne şekilde olursa olsun hayatımı idame ettirmek olabilir. Ne romantizm düşünecek halim var, ne de koca bulma derdindeyim! Aç karnımı doyurma savaşındayım.
Siz yemek beğenmezsiniz. İki kaşık alır bırakırsınız. Pişmemiş veya yanmış diyerek sipariş ettiğiniz eti geri çevirirsiniz. Siz buna kapris dersiniz, biz nimete kör bakmak, nimet-i küfranlık deriz. Bizim dünyamızda ihanet yoktur. Ne erkeğimize hainlik ederiz ne Yaratan’ımıza nankörlük… Her ikisini de nimetten sayar, öper başımıza koyarız.
Siz bir karış topuklu iskarpinler giyersiniz. Bizim buralarda yürünmez onlarla. Yollarımız sokaklarımız taşlı tozludur, asfalt değildir. Akşama kadar işyerinde ayaktayız. Ayaklarımız o kadar şişer ki ayakkabıdan taşmaya başlar. Tabanlarımızın sızısından uyuyamayız.
Öyle kapının önünden arabamıza atlayıp gideceğimiz yere kadar yere basmayan, ayakkabılarının altları bile kirlenmeyen sosyetik kesimden değiliz. Kimsenin olmadığı yerlerde veya akşam saatlerinde işten dönerken, zaten ucuzluktan aldığımız pabuçlarımız eskimesin diye onları elimize alır, yalınayak gideriz. Mahallemize geldiğimizde, bir tanıdığa rastlayabiliriz de kınanırız diye, sokağın başında tekrar giyer, derisini taşlara yedirmemeye dikkat ederek yürürüz. Sizin yazın giydiğiniz takunyalar bile tingon topukludur, bizimse kalın ve kısa… Harcıâlem olmalıdır, alacaklarımız. Epey bir dayanmalıdır. Sizin gibi iki giyip atıvermeyiz biz. Yıkarız paklarız, gelecek seneye de saklarız.
Biz, varoşların insanları, akraba, eş dost, arkadaş… Hepimiz pahalı ve şık değil, kullanışlı şeyler giyeriz. Onlar da sizde bulunmaz! Hem biz renkli şeylerden hoşlanırız. Şöyle allı yeşilli, dallı güllü… Türk’ün gözü aldadır. “Kırmızı olsun da beş lira fazla olsun!” falan deriz. “İnce giyerim ince… Pembe yakışır gence.” diye türküler söyleriz. Hayatın güçlükleriyle yıpranan varlılarımızı, hırpalanan ruhlarımızı o şekilde canlı tutmaya gayret ederiz.
Bizim çarşımız pazarımız sizin lüks mağazalarınızdan çok farklıdır. Çarşamba pazarlarından giyiniriz biz. Sorarlarsa nerden aldığımızı: “Çarpa’dan…” deriz. Çocuk giysileri de vardır pazaryerlerinde mesela, ya da çöplerin kenarlarına bırakılmış küçülen giysileri çocukların. Onları gördüğümde veya onlara dokunduğumda çocukluğuma giderim. “Keşke o zamanlarda alabilseydik de giyebilseydim!” diye düşünürüm. Yoksulluğumuz gelir aklıma. Mahrumiyetimiz gelir. Yüreğim burkulur, içim yanar, gözlerim dolar.
Gençliğim de çocukluğumdan farklı geçmedi. O konuyu hiç açmayalım, en iyisi! Yıkadık yamadık giydik. Solduysa ters çevirdik, değerlendirdik. Daralanları küçülenleri söktük, kestik, başka bir şey yaparak kullandık. Hiçbir şeyimizi atmaya kıyamadık. “İsraf günahtır! Bunun hesabını Allah bizden sorar!” dedik.
Herkesin bazı sırları vardır, gururuna yedirip de açık edemediği… Biz onları pazara çıkarıp da uluorta söyleyemeyiz. İşporta malı gibi orta yere dökemeyiz. Ar ederiz. O nedenle gençliğimde ne yediğimi ne giydiğimi hiç sormayın!
Siz kırışmaktan buruşmaktan korkarsınız. Bütün derdiniz genç kalabilmek, zarafet, şıklık, güzelliktir. Etek dolusu paralar dökersiniz bunun için. Eşinizin ya da sevgilinizin elinizden alınmasından korkarsınız. Yaşlanmaktan ödünüz kopar! Boyanırsınız sıvanırsınız, giyinirsiniz kuşanırsınız. Giyinmeniz de soyunmadan beterdir de… Mini derken minimini olur etekleriniz. Rutubetli evlerde yaşadığımız için bizim romatizmalıdır dizlerimiz, akşama kadar koşuşturmaktan ağrılıdır eklemlerimiz. Onun için uzunca etekler, pantolonlar, sıcak tutan giyecekler işimize yarar bizim. Sahte sevgiler, yapmacık yakınlıklar değil, yürekten sevgiler, gerçek aşklar gerekir bize. Sıcacık yuvalar… Ancak onlar ısıtır içimizi.
Bizim de korkularımız vardır. Hem de ne kadar çok ama sizinkiler gibi değil! İşimizi kaybetme korkusu, aç kalma korkusu, kirayı ödeyememe korkusu, sokağa atılma korkusu… O kadar çok ki hangi birinden bahsedeyim! En çok korktuğumuz da hastalanmak, elden ayaktan düşmek, ona buna muhtaç olmaktır. Ne kendimize bakabiliriz o zaman, ne de elimize bakanlara… O kadar çeşitli ki hangi konuya gireyim? Mesela eşimizin, evladımızın, annemizin babamızın hastalanmalarından, ölmelerinden korkarız. Çünkü bizim kesimde hastalananlardan pek kurtulan olmaz. Ne tedavi olabilirler ne de yardım alabilirler.
Korkularımız kendimizle alakalı değildir. Sevdiğimiz kişilerle ilgilidir. Kışın erkenden gelivermesinden korkarız mesela. Garibanlar odun kömür alamadan… Pahalılıktan korkarız. Kiraların artışından, zamlardan… Ay sonunu getiremeyen insancıklar için üzülürüz. Endişelerimiz nefsimiz için değildir. İnsanca yaşatılamayan insanlara karşı olan merhametimizden ve sevgimizdendir. Bunu nasıl anlatırsam anlatayım, anlayacağınızı sanmıyorum. Onun için detayına inme gereği duymuyorum.
Benim param ancak ikinci el eşyalar satın almaya yetiyor. Onun için bitpazarlarına, evkurlara gidiyorum. Alıp kullanıp, bıkıp ya da modası geçti diye beğenmeyip, atarak ya da satarak elden çıkardığınız malları alabiliyorum. Onlara dokunduğumda, ilgi gördükleri, beğenildikleri için hayat buluyorlar adeta. Çünkü daha önce ruhsuz kuklalara fayda sağlamaya çalışmış, yaranamamışlar. İlk sahiplerince değersizleştirildikleri için sevinç ve mutluluklarını yitirmişler. Ellerim değdikçe güzelleşiyor, hayat kazanıyorlar. Her şeye rağmen sevgiyle çarpan yüreğimdeki güzelliklerle tekrar değer kazandıkları için canlanıyorlar.
Yalnız insanlar mı kendilerine değer verilmesini isterler? Eşyalar da öyledirler. Fakat ne yazık ki ülkemizde genellikle insanın, eşya kadar bile değeri yoktur! Kimse aldırış etmez bizim yıpranmamıza, sağlığımızı kaybetmemize! Hastalandın mı? Sakatlandın mı? Haydi başka kapıya!.. Bizim sağlıklı işgücüne ihtiyacımız var. Senden randıman alamayız. Oysa iş güvenliği olmayan yerlerde, sağlıksız iş koşullarında ve haddinden fazla çalıştırılmak suretiyle o hale getirilmişizdir ama işveren, ne olursa olsun, işyerini tam kapasite çalıştırma ve her halükârda çalışanın sırtından azami kâr sağlama zihniyetinde olduğu için hiç umursamaz.
Hırpalanan ve yıpranan, siz değilsiniz! Bizleriz!
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0086
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.