- 1193 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Son Yüz Yıl İçinde Köyde Yaşam –II-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Güneşli güzel bir temmuz sabahı. Dedemlerin köydeki kır evinin balkonunda kahvaltıdayız. Evimizin yanı başında yaz-kış şırıl şırıl akan çeşmenin sesini duymak farklı bir zevk. Karşımızda ise geniş, sadece bu bölgeye özgü tanımsız güzellikteki yeşiliyle çam ormanı uzanıyor. Ormandan kuş sesleri geliyor.
Ve dedemin radyosundan kısık bir sesle türküler dinliyoruz. Dedem; “Müziksiz yaşayamam der.” Doğa sakin ve sessiz.
Kahvaltımızı bitirdik. Büyük büyük dedemden önceki hafta yaptığımız sohbete devam etmemizi istedim. Boynuna sarılıp, parlaklığını hiç kaybetmemiş yeşil gözlerini yakından izledim. Benim dünya tatlısı dedeciğim bu güne dek beni hiç kırmadı. Hemen arka balkona geçip sohbetimize devam ettik.
Güneş Karaköy’ün sırtlarından hayli yükselmişti. Ta ilerilerde Cin Dağı’nın doruklarındaki kayalar pırıl pırıl parlıyordu. Evimizin arka balkonundan hem ormanları hem de bin bir renk çiçeklerle bezenmiş çayırlar faklı güzel. Çayırlardan vızıldayarak uçuşan arıları sesleri bize kadar geliyor. Gözlerim bir ara havada dans edercesine uçan bir çift kelebeğe kaydı.
Büyük dedemi sıkmayan sorularıma başladım:
“Büyük dedeciğim, zaman zaman dedem öğretmenlik anılarını anlatır. Öğretmenliğe Karadeniz Bölgesi’nin sahilden uzak bir dağ köyünde başlamış. Çalıştığı köyde insanların bölgeye özgü kıvrak horonlarını oynamak, kemençe çalmak günahtır diye köy hocalarınca yasaklanmış! Düğünlerde sadece bol bol havaya silah sıkılıyormuş! Tek eğlence buymuş halkın eğlenebildiği! Düğün sahibi gençlere mermi dağıtılıyormuş. Bizim köyümüzde sizler nasıl eğlenirdiniz?” Dedem önce biraz düşündü. Belli ki anlatacaklarını bir sıraya koyuyordu. Sonra tatlı sesiyle başladı anlatmaya:
“Benim tatlılar tatlısı Perisu kızım, bu arada adımı da öğrenmiş oldunuz. Köyümüzde ben kendimi bildim bileli düğünlerimizde cümle insanımız yediden-yetmişe doyasıyla eğlenir. Düğünlerin üçüncü günü gelinin al duvakla örtülü yüzü açılır. O gün kadınlı erkekli halk el ele tutuşup büyük bir halka oluşturarak halay çekerler. Ana çalgı aletlemiz davul-zurnadır. Köyümüzde ünü ilçe dışına taşan büyük çalgıcı ustalar yetişmiştir. Bu konuda kısa bir hikâyecik anlatmak isterim:
Aşağı mahallede bir düğün vardı. Daha ilk gençlik yıllarım… Akranlarımla halay çekiyoruz. Yanımıza köyümüzün yetiştirdiği büyük din âlimi müderris efendi yaklaştı. Bizimle birlikte halaya katıldı kısa bir süre oyun oynadı. O bakımdan insanların oyun oynamasının, gülüp eğlenmesinin yüce dinimizce günah sayılmadığının müderris efendinin uygulamasından bilirim…” ‘ Peki, büyük dede biliyorum köyümüz dağların hemen yakınında kurulmuş. Ortalama beş ay gibi uzun süren kış mevsimi yaşanıyor bu topraklarda. Çiftçilik yapmak için ıklım uygun değil. Mevsim mevsim ya da ay ay hangi işleri yapıyordunuz?’
“Kızım köy demek bir bakıma işlerin hiçbir zaman bitmediği yer demektir. Cemreler başladığı zaman tarlalara gübre çekmekle işe başlarız. Bu iş kızak diye adlandırdığımız taşıma aracıyla yapılır. Yerler alacalanmaya, karlar erimeye başladığı günlerde gübreleri tarlalara serme işini yapardık. Mart sonu ve nisan başlarında koyunlar kuzu yapar. Doğum yapan her koyun ya da keçi ile ayrı ayrı imgelenmek gerekir. Hava bir türlü ısınmaz. Güneşin yüzüne hasret kalırdık çoğu kez bu aylarda.”
Dedem ilkbaharda karların erimesiyle iyice coşkun akan köyümüzün çayı gibi coşmuş sürekli anlatıyordu. Yaşadığı eski günleri adeta yeniden yaşıyordu…
“Karların eriyip toprakların kurumasıyla tarlaları sürmeye başlardık.”
“Ama dedeciğim ekim işi ekim ayında yapılmaz mı?”
“Hayır, güzel kızım. Biz atadan dededen öyle gördük. Tarlaları sürme ve ekme işi ilkbahar aylarında yapılırdı köyümüzde.”
“Tarlalarınızı karasabanla mı sürerdiniz?”
“Büyük bir pulluğumuz vardı. Biz o pulluğu kullandık yıllarca. Pulluğun ilginç de bir öyküsü var. Rahmetli baban, o aleti Ahıska’dan getirerek pulluğu köyde ilk tanıtan adammış. Ekim işi ortalama bir ay sürer. En az üç aile işbirliği içinde bu işlerli birlikte görür. Çekici güç elbette sarı öküzlerimizdi…
Dedim ya kızım köyde iş bitmez. Ekinler biter yaylacılık başlar. Büyük ve küçükbaş hayvanlarla yaylaların yolları aşındırılır. Ve mısır, fasulye, patates, kabak benzeri ürünlerin çapa işi başlar. Bölge bolca yağmur aldığı için tarlalarımızı otlar sarar. Bu bakımdan üç kez çapa yapılırdı köyümüzde.”
“Ne güzel büyük dede, şimdilerde ekin ekme, çapa yapma işleri artık tarihe karışmış köyümüzde. Millet okumuş memur olmuş çoğunlukla. Farklı illere taşınmış. Şimdilerde köye sadece yazın dinlenmek için dönüyorlar…”
“Tatlı kızım, biz yıllarca kendimiz yetiştirdiğimiz ürünlerimizi. Unumuzu kendimiz öğüttük köy değirmenlerinde. Evlerimize sadece gaz, tuz ve şeker alırdık. Kadınlarımız örerdi eldiven ve çoraplarımızı. Maalesef tüketim toplumu olduk şimdilerde.
Evet, işlerin hangi aylarda yapıldığını anlatıyordum.
“Biz işimize devam edelim. Aman işler yarım kalmasın… Çapalar biter bu kez yukarı yaylaya, dağların yücelerine göç başlar. Bu arada kısa bir süre dinlenmeye vakit bulurduk. Yukarı yaylaya yerleştiğimiz sekiz-on gün içinde işleri bir tarafa bırakırız. Şimdiki yayla festivalleri benzeri; üç gün davul-zurna eşliğinde her gün yaylaların farklı mıntıkalarına gidip vur patlasın çal oynasın eğlenirdik. Kadınlar bir boy erkekler bir boy yakın aralıklarla dağlara açılırdık. Çalgıcılar erkeklere ve kadınlara ayrı ayrı çalıp eğlendirirlerdi.
Temmuz ayının ortalarında tırpanlara sarılırdık. Temmuz ağustos ve de eylül ayları işlerin en civcivli aylarıydı köylerimizde. Bu aylar içinde geceli gündüzlü, kadın erkek çayırdır, tarladır hamamda terlercesine ter döker. Bir taraftan otlar kurutulup mereklere (samanlığım yerel adı) taşınır. Bir taraftan biçilir arpa ve buğdaylar. Harman yapılır. Günlerce dövenlerle ürünler tanelerinden ayıklanır.
Tahılları yıkar kadınlarımız. Mısırların kesim işi yapılır eylül başlarında ve ayıklanması. Değirmencilik işi en az bir hafta sürer.”
Dedemi uzum süre konuşturmak olmaz. Hem dedemi azıcık dinlendirmek hem yeni sorular sormak için söze girdim:
“Tatlı dedeciğim, işlerinizin yoğun olduğu uzun yaz günlerinde işleriniz hiç aksamaz mıydı? İşleri zamanında bitirmek adına başka neler yapardınız?”
“Yavrucuğum, işleri yaparken gökyüzünü, bulutların hareketlerini gözlemlerdik. El açıp Allah’a yalvarırdık. Aman havalar düzgün gitsin. Yağmur yağmasın diye. Köylünün her dakikasının önemi var. İşleri bir saat aksatmak bir güne mal olur. Bir gün zamanında yapılamayan işler bazen bir hafta ek çalışmaya neden olur. Biçili çayırlarda çimenlerin kuruduğunda hemen toplanmazsa bir yağmur yağarsa sonra bekle ki, hava düzelsin.
Çiftçinin karnını yarmışlar, "kırk tane gelecek yıl" çıkmış. Derler kızım.
‘Çiftçinin yüzü hiç gülmez, dense yeridir: Onun ürünü her türlü afete açıktır. Ya kuraklık olur ya da sel baskını. Bunlar olmasa, ürününü tam olarak değerlendiremez. Oda hep gelecek yıla ümit bağlar. Durum böyle sürüp gider.’ O bakımdan işlerimi hep zamanında bitirmeye özen gösterdim.
Mısırlarla ilgili çalışmaları bitirdiğimiz zaman yayla bozum günleri başlar. Koç katımı yapılır. Artık günler kısalmış, havalar soğumaya başlamıştır. Kış odunu tedariki derken az da olsa işler bitmiş olurdu. Genelde kasım ayı başlarında sabahlara uyandığımız bir gün doğanın beyaz elbiselerini giydiğini kışın geldiğini gözlerdik.
Ambarında (kiler) yağı, peyniri, unu depolanmış, mereğinde otu samanı dolu olan bizlerin günlerce yağan kardan borandan korkusu olmazdı.”
“Büyük dedeciğim, akraba ve komşular arasındaki ilişkiler nasıldı gençlik yıllarınızda?”
“Ah, nerede o yıllar. İşlerden başımızı kaşıyacak zaman bulamazdık fakat yine de mutluyduk. Komşular karşılıksız birbirimize yardım ederdik. Aramızda sürekli bir dostluk havası vardı. Gösterişten, riyadan uzak yıllarca barış ve huzur içinde yaşadık.
Son olarak şunu söyleyebilirim, alın terimizi akıtarak elde ettiğimiz kazancımızla yıllarca huzur içinde yaşadım. Emeğe büyük saygı duydum. Alın teri dökerek kazanılan beş kuruşun haksız elde edilen binlerden daha değerli olduğuna yaşayarak gördüm. Ömrümün son yıllarında siz evlatlarımım başarılarını görmek en büyük mutluluk ve huzur kaynağım.”
“Sohbetimiz çok güzeldi büyük dedeciğim. Sizin sohbetlerinizi dinlemek benim için kıymeti ölçülemeyecek düzeyde bir yaşam dersi. Teşekkür ederim.”
YORUMLAR
Kaleminizi okumak ne güzel, hocam.
Etkin anlatım gücü ve yüreği ile güne eşlik eden ve dokunurken ılık bir meltem tadında.
Kutluyorum efendim.
Daimi saygılarımla muhterem hocam.
İBRAHİM YILMAZ
Siz in gibi güçlü yazın ustalarının yanında olmak benim için bir mutluluk ve kazanım. Mutluyum bu bakımdan.
Selam ve saygılarımla esen kalın.
Evet kıymetli öğretmenimiz,
dedeyle sohbetiniz ne güzeldi, ince detayları da sayenizde öğreniyoruz efendim.Ayrıcalıklı kalemizle yazmayi severek yazmanız biz okurlari hem okumaya hemde yazmaya teşfiktir.Kutlarim , aslinda her sayfaniz seçkiye laik. Emeğe saygilarimla.
Not.
uzun zamandir siz ve diğer kalemleri okuyamadim,teknik problemler ve telefondan girisim zor olduğundan.sevgi ve selamlarimla..
İBRAHİM YILMAZ
Selam, saygı ve sevgiler olsun soylu gönlünüze.