- 991 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEDELİ ÖDENMİŞTİR BU TOPRAKLARIN.
Bazı insanlar vardır ki, ağzını açtığında şikayet dalgaları saçılır ağızlarından.Selam verirsiniz,aldığı selamın ardından şikayetleri sıralar.Türk milletinin yapması gerekenlerden bahsedecek olursunuz,toplumu şikayet eder.Müslümanın yapması gerekenlerden bahsedersiniz İslam alemini küçümser.Çünkü kendisi açmazdadır.
Düşündüğünü yapamayanlar ya da yapmayanlar için yapmadıkları hususlar can sıkıntısı oluştururmuş.Bu da kendinden başkalarını şikayet etmesine neden oluyor.Halbuki şikayet etmeye harcayacak vaktimiz de yok.Medeniyetler çatışmasını hayata geçiren Haçlı dünyası İslam dünyasına her alandan saldırmaya başladı.
"Bu topraklarda olmanın bedeli ağırdır." diyor Profesör Doktor Azmi Özcan.1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’yu yurt edindiğimizde her tarihi olay gösteriyor ki,Doğu Roma denilen Bizans bu bedeli ödeyemedi.Ödeyemedikleri için tükendiler.Ya Türk milleti öyle mi?
Malazgirt Savaşı başlı başına bir bedel şahlanışıydı.Sultan Alparslan Gazi’nin beyaz bir elbiseyle kefen niyetine bu savaşa katılması,Cuma Namazı kılındıktan sonra savaşa başlaması,hiç görülmemiş bir savaş taktiği uygulaması Anadolu’yu hak ettiğimizin göstergeleri olmuştur.
Hıristiyan Batı haçlı saldırıları yaparken İstanbul’daki ve Anadolu’daki kiliseleri bile yağmalamışlardı.Kendi dindaşlarına kötü davranmışlar,mallarına ve canlarına zarar vermişlerdi.Onlara karşı koyan Anadolu Selçuklu Beyliği ise "ÖLDÜRMEYECEKSİN!"ihtarıylahem kendi insanımıza hem de Bizanslılara maddi ve manevi hususlarda yardımcı olmuşlardır.Türkmen doktorları Bizanslılar’ın hastalarını iyileştirmiş,yaralarını sarmış ve maddi konularda destek olmuşlardı.
Beylikler döneminde ve sonrasında Anadolu Türkleri Moğol saldırılarına karşı Anadolu’yu fedakarca savunmuştur.Osmanlı Devleti kurulduktan sonra da hep adaletle davranılmış,masum ve gariban Hıristiyan ahali üzerinde hiç bir baskı yapılmamıştır.Hıristiyan ahalinin inanma hürriyeti ve ibadet hürriyeti sağlanmış olup can güvenliklerini de sağlamışlardır.
Fetret döneminde Anadolu’nun yaşadığı çile ve ızdıraolar bu toprakları yurt yapanların ödediği bedellerdendi.Ve can pazarı ÇanakkaleDestanı’nda ödenen bedellerden bir tanesi;
Asteğmen Mehmet Muzaffer’in kamyon lastiği almak için Yahudi tüccara verdiği sahte para.Mehmet Muzaffer’in çini mürekkep ve boya ile bir gecede hazırladığı yüzlük kaime, bugün Kriminal Polis Laboratuvarı Daire Başkanlığındaki özel kasada özenle muhafaza ediliyor.
Asteğmen Mehmet Muzaffer, diğer cephelere asker ve malzeme sevkinde kullanılan araçların lastik ihtiyacı temin için karargah tarafından İstanbul’a gönderilir.
Komutanlarının emri üzerine lastik almak üzere İstanbul’a gelen Mehmet Muzaffer, aradığı lastikleri Karaköy’de Yahudi bir tüccarda bulur. O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardır ve lastikleri ise yok denecek kadar azdır. Yahudi tüccarla anlaşan Muzaffer, lastikler için ödenecek parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gider.
BEDELİ ÇANAKKALEDE
Yazıyı okuyan Yarbay, "Ne alınacak ?" diye sorar. "Oto ve kamyon lastiği" deyince kızar: "Bak oğlum! Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alacak para bulamıyorum, sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Hadi yürü git insanı günaha sokma. Para mara yok!"Mehmet Muzaffer, Erkan—ı Harbiye’den çıkar. Beyazıt Meydanı’nda yürürken aklına bir çözüm gelir. Doğru Yahudi tüccarın yanına gider. Paranın sabaha hazır olacağını, gemiye yetiştirmek için lastikleri erkenden alacağını söyler. 1. Dünya Savaşı’nın başlarından itibaren çıkarılan ve karşılıklarının harpten sonra altın olarak ödeneceği yazılan "evrakı nakdiye"nin basımında kullanılan kağıdın aynısını Karaköy’de tedarik eden Mehmet Muzaffer, bütün gece çini mürekkebi ve boya ile 100 kaime taklit eder. Kahraman asker, "Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır" ibaresi yerine ise "Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye olunacaktır" yazar. Mehmet Muzaffer, "yüzlük kaime"yi tüccara verir ve lastikler, Sirkeci’den Çanakkale’ye gidecek gemiye yüklenir. Birkaç gün sonra Yahudi tüccar elindeki parayı bozdurmak üzere Osmanlı Bankasına gider, paranın sahte olduğunu burada öğrenir. Üstelik o dönemdeki en büyük kağıt para ellilik kaimedir. Mehmet Muzaffer, bir gecede iki sahte para yapamayacağı için 50 kaimeye benzeterek yüzlük kaime yapar. Yahudi tüccar olayı büyütmek istemez ama hikaye tüm İstanbul’a yayılır. Şehzade Abdülhalim Efendi, karşılığını vererek tüccardan parayı alır, zarif sedef kakmalı, içi kadife bir mücevher çekmecesine yerleştirir ve İstanbul Polis Okulu’ndaki Emniyet Müzesine hediye eder.
Balkan harpleri,Yemen cephesi,Sarıkamış, Suriye cephesi hep yüce milletimizin Anadolu’yu vatan yapmak için ödediğimiz destan çapında bedellerdi.Biz bu bedelleri hep millet olabilme vasfımızla ödeyebildik.Asırlardan beri kazanılmış devlet tecrübemizi nesillerden nesillere töre ve geleneklerimizi yaşatarak aktarabildiğimiz için zaferlerle taçlandırdık.
Altı asırdan fazla süren Osmanlı Medeniyeti,hem dünyaya hem de İslam alemine insanlık,uygarlık ve adalet götürmüştür.Bize hunharca saldırıp ’Sevr ’paçavrasıyla vatanımızı işgal eden vahşi Batı,defalarca İMDAT diyerek Osmanlının kendisini savunmasını istemişler,Osmanlı da onları düşmanlarından kurtarmıştır. İngiltere, İtalya, Fıransa, Avusturya gibi nice Avrupa ülkelerine kurtuluş ve hürriyet kazandırdığımız gibi Avrupa’nın yok etmeye başladığıYahudilere yaşama hakkı kazandıran da Osmanlı Medeniyeti.
Ve "Anadolu Destanı", "Milli Mücadele", "Kurtuluş Savaşı", "Müdafayı Hukuk", "Misak-ı Milli" kavramlarıyla Anadolu’ya Türk mührünü basacak hazırlıklar başlar. Cepheden cepheye üç kuşak feda eden milletimizyılgındır artık.Bütün çareler iflas etmiş,taç giydirdiğimizmilletlerinden himayelerinden medet umar hale gelmişiz.Alman mandası mı, İngiliz mandası mı, Amerikan mandası mı? diye ehveni şer ararken aziz milletimizin kahraman evlatları haykırmıştır Erzurum’da,Sivas’ta:"Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz.Kuvayı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak esastır. Manda ve himaye kabul edilemez.."ve duymuştur Anadolu bu çağrıyı.
Ölecek denen, "Hasta Adam"zannedilen milletimiz bu sefer bir tane değil,onlarca yüzlerce kahraman çıkaran bir şahlanışla kalkmıştır ayağa. "UYAN"diyen Mustafa Kemal Paşalar’ın,Kazım Karabekir Paşalar’ın,Fevzi Çakmak Paşalar’ın,Fahrettin Altaylar’ın,Ali Fuat Cebesoylar’ın ve Mehmet Akifler’in, Hasan Basri Çantaylar’ın, Halide Edip Adıvarlar’ın ve diğer kıymetli kahramanlarımızın uyandırmasıyla uyanmıştı milletimiz.
Kahraman Maraş’ta ; "Tutsak iken Cuma namazı kılınmaz" diyerek Maraş’ta zafer mührünü vuran Sütçü İmam duydu ve uyandı. Erzurum’da "Aziziye Tabyaları"ndaki düşman ateşini susturan Nene Hatunlar duydu ve uyandı. Antep’te köprünün girişinde kanının son damlasına kadar düşmana direnen Şahin Bey duydu ve uyandı. Yunanlılar Polatlı’ya dayandığında Ankara’da ayrılmaya çalışanlar Mehmet Akif’in haykırışıyla Allah’a inandıkları kadar,Resulullah’a inandıkları kadar zaferimize inandıkları vakit geldi çattı.
Düşman son kalemiz Ankara’ya yaklaşmış,Türk milletinde dört yıldır savaşmaktan maddi ve manevi tükeniş noktasına gelinmiş.Düşecekmiydi "bu son ordusu İslamın?" Düşmeyecek diyerek iradesini ortaya koydu Gazi Büyük Millet Meclisimiz.
Mustafa Kemal Paşa Başkomutanlıkla görevlendirilirken "TEKALİF-İ MİLLİYE" kanunu çıkarıldı.Son bir kez orduya tüm Anadolu’dan erzak toplanacak ve taaruza geçilecekti.Yine bir destan yazılıyordu Anadolu’da.Sakarya Destanı mı desem,Dumlıpınar muharebeleri mi desem,Başkomutanlık Meydan Muharebesi mi desem,ne desem Allahım?
Bilecik İstasyonu’nda bir trenin tüm vagonları, tarihin en parlak zaferini kazanacak olan Mehmetçiklerle hınca hınç doluydu. Yağmurlu ve serin bir sonbahar gecesiydi. Trenin kalkması için kampana çalınmış, istasyon hareketlenmişti. Sık sık çakan şimşekler, yaşlı ancak, dimdik duran bir Türk anasının çehresini aydınlanmaktaydı. Kadıncağız saatlerdir ayakta trenin yanında bekliyordu. Yağmura, soğuğa aldırış bile etmiyordu... Komutan, merak ve hürmetini celbeden bu mübarek annemize yaklaşarak, kimi uğurlamaya geldiğini sordu. Söğüt’ün Akgünlü Köyü’nden Mehmet Oğlu Hüseyin’in, kendi oğlu olduğunu, ona selamet vermek için geldiğini ve kumandana oğlunu çağırmasını söyledi...Hüseyin çağrıldı. Annesinin elini öptü. Bu fedâkar anne, evladını bağrına basarken ona şöyle hitap eder:
“–Hüseyinim, aslan oğlum benim... Baban, Dömeke’de, dayın Şıpka’da, ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de şehit düştüler. Bak, son yongam sensin !.. Minareden ezan sesi kesilecekse, câmilerin kandilleri sönecekse, sütüm sana haram olsun !.. Öl de köye dönme !.. Eğer yolun Şıpka’ya uğrarsa, dayının ruhuna bir Fatiha okumayı unutma ! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin...” sözleri mi kazandırdı zaferi desem.Son yirmi iki günlük savaştan sonra düşmanlar 30 Ağustosta yenilmiş ve kaçmaya başlamış.Türk ordusu da düşmanını kovalamış İzmir’den denize dökmüştür 9 Eylülde.
Bu güne kadar milletimizin ve İslam aleminin hürriyeti için şehit ve gazi olan bütün geçmişlerimize Allahtan rahmet diliyorum ve şükranlarımı iletiyorum.Mustafa Kemal Atatürk; "Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça sonuçsuz kalır.” derken bu günkü şartları da göz önüne alarak kültürel zaferleri de kazanmak zorunluluğumuzun olduğunu kabul etmeliyiz.Şu anda emperyalizmin ekonomik ve kültürel saldırıları sürerken,psikolojik manevralarla milli direncimizi kırma operasyonları yapıyorlar.Sonra da tarihin çöp sepetine attığımız SEVR’i hortlatıp vatanımızı parçalamak istiyorlar.
TURGUT YILDIZAN
29 AĞUSTOS 2017
BİLECİK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.