Faşizm etnik mi, siyasi midir
Ülkemizde her gün biraz daha yükselen Faşizm açısından gelinen noktada Kürt Sorunu, birinci derecede etkili gibi görünmesine rağmen bu etki de etnik değil siyasidir. Yani sorun Kürtlerle Türklerin sorunu değildir. Sorun birinci derecede Kürtlerle devletin arasındaki bir haklar ve kimliğini kabul ettirme sorunudur. Fakat siyaset bu sorunu bambaşka alanlara çekerek nefrete dönüştürmüştür.
Oysa Türkiye’de bu güne dek halklar arasında etnik anlamda hiçbir sorun yaşanmamıştır. Sorun hep dini veya siyasidir ve her zaman bir tarafında devlet vardır. Bunu Sivas’ta aydınların yakılmasında da, Maraş katliamında da, Soma faciasında da, terör olaylarının temelinde de ve başka tüm sorunlarımızın kökeninde de görebilirsiniz.
Şöyle geri dönüp tarihe bir göz atarsanız, Anadolu Selçuklu Devletinde Baba İshak ayaklanmasından, Osmanlıdaki Celali ayaklanmalarına dek hiç birisinde etnik çatışma söz konusu değildir.
Çaldıran Savaşı arifesinde, Kürtlerin Kızılbaş Türkmenleri katletmelerinde de sorun Türklük, Kürtlük meselesi değil, Alevi Sünni çatışmasıdır. Arkasını Yavuz Sultan Selim’e dayayan Sünni Kürtler, İdris-i Bitlisi’nin önderliğinde, Kızılbaş Türkmenlerle beraber, Alevi Kürtleri de öldürmüştür.
Yani sorun o zaman da, bu gün de, Anadolu’nun etnik yapısı değildir. Aslında dinsel yapısı da değildir. Sorun devletin bir tarafı sahiplenerek, karşıya saldırtmasıdır. Sorunlarımız hep devletle halklar arasında yaşanmıştır. Tüm toplumsal sorunların temelinde de, devlet keyfiyeti, devletin adaletli ve güvenli bir yönetim ortaya koyamamış olması gerçeği yatmaktadır.
Bilindiği üzere “Kürt Açılımının Kapanımı” adlı kitabımın konusu, hükümetin getirmiş olduğu açılım ve çözüm süreçleriyle, toplumun diğer kesimlerinin buna karşı tepkilerini ve bir de, benim kişisel duygu ve düşüncelerimi kapsamaktadır.
Fakat bir başka yönüyle de bu kitap ve benim tüm yazılarımda devlet-fert, yöneten-yönetilen, siyaset ve toplum ilişkileri masaya yatırılarak, siyasetin faşizm zehrini topluma nasıl enjekte ettiği ortaya konulmaya ve toplumumuzda insanın yeri saptanmaya çalışılmaktadır.
Şimdi doğrusuyla yanlışıyla, beni bu kitabı yazmaya zorlayan nedenlerden kısaca söz etmek gerekirse, siyaset tarafından insanların insani duyguları yok edilerek, kin ve düşmanlık yüklenmiş robotlar haline getirilmek istenmesi en öncelikli etkendir. Çünkü ülkemizde İNSAN kavramı çeşitli kutsalların gölgesinde kaybolup gitmiştir. Ülkemizde maalesef insanın dışında hemen her şey kutsaldır, tabudur, dokunulmazdır. Faşizmin öncelikli amacı da zaten insandaki ben duygusunu yani kişiliğini yıkıp yok ederek, liderin amaçlarına koşullandırılmış bir asker haline getirmektir.
Kutsallarımızın başında din, devlet, millet ve kurnazlık kültürümüz gelmektedir. Ayrıca siyasi partimiz, Atatürk, cumhuriyet, laiklik, tuttuğumuz takım, mezhep ve tarikatımız, dini ve siyasi liderlerimiz de hepsi tabusal bir kutsallığa sahip olup insan bunların hepsinin kulu kölesidir.
Hatta insanımızı sınırlayan çemberler bununla da sınırlı değildir. Daha bunun Türk milliyetçiliği, Kürt milliyetçiliği, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü, iktidarın Kürt oylarına iştahı, muhalefetin oy vermeyen Kürtlere küsmesi bile değişik tabulara bürünerek, bir tarafın kutsalı, bir tarafın düşmanı olarak önümüze değişik kutsallar halinde gelebilmektedir.
Ve işin bir de terör tarafı vardır ki, tüm ülkeyi tehdit ettiği gibi, tüm hak ve özgürlüklerimizi de elimizden alıp gitmektedir. Yani PKK terörü, PKK terörüyle mücadele bahanesiyle hak ve özgürlüklerimizin sıfırlanmasına ve iktidarın kendine muhalif gördüğü her vatandaşa devlet terörü uygulamasına neden olmaktadır. Her konuda siyasi bir suç icat edilmektedir.
Ve daha bunun mafyası, çetesi, eroin ve silah kaçakçısı, bunların yerli ve yabancı işbirlikçisi vardır ki, bunların hepsi de insana dönük bir tehdit, bir tuzak, bir korku ve kaygı unsuru olarak, insan psikolojisini alt üst eden, insanın mutluluk ve güven duygusunu sıfırlayan unsurlar haline gelmiştir.
Tüm bunların sonucunda Türkiye’de insanlar sevgi ve hoşgörüyü kaybederek, insanımız sinir stres küpü haline gelmiş, sudan sebeplerle veya sebepsiz cinayetler, bunalım cinnetleri, akıl almaz tehditler, belirsizlikler, almış başını gitmekte ve bu durum halkımızı bir öfke toplumu haline getirmektedir.
Terör ve trafik kurbanları bir yana, itiraz etti diye karısını, erkek arkadaşı var diye kızını, aşkını ret etti diye kız arkadaşını, yan baktın diye önüne geleni öldürmeler sonucunda artık bu tür ölümler, ülkemizde yatağında vadesiyle ölenlerin önüne geçmiştir. Bu yüzden insanlarımız adeta öfkeyle beslenmekte, kan ve gözyaşı üretmekte, çevresine nefret kusmaktadır.
Şimdi yukarıdaki örneklere bakarak bunların etnik olduğunu söyleyebilir misiniz? Hepsinin arkasında siyasi bir çıkar bir kurnazlık ve vahşi bir vicdansızlık varken… Ve bunların sonucunda toplum öfke toplumu haline getirilmişken…
İşte bir yerde sevgi tükenmiş ve yerini nefret almışsa, bunun adı faşizmdir. Ama Faşizm etnik değil, siyasidir. Diyelim ki bir ülkedeki insanların tümü de aynı etnik gruba mensup ve aynı dinsel inanışa sahip olsa bile, siyaset burada bile, sağcı-solcu, ilerici gerici, cumhuriyetçi-meşrutiyetçi, iktidar-muhalefet, Fetöcü-Süleymancı vs ayrımlara dayanarak düşmanlıklar yaratarak kin ve nefret tohumlarını ekip yeşerterek Faşizme uygun iklimleri yaratabilmektedir.
Örneğin Türkiye’de etnik veya dini kışkırtma çabalarından bir bölünme yaratılamayınca, ülke şimdi kültür farklılıklarından bölünmeye çalışılmaktadır. Yani sonuç olarak faşizm, duygu dünyasının tahrip edilmesinden ve siyasetten besleniyor diye düşünüyorum. /Kasım 2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.