- 787 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEŞİNCİ MEVSİMİYİM HAYATIN...
Bazen cesareti kırılabilmekte insanın ya da kırılganlığını tehir edip kırabilmekte, üzebilmekte de sonra karşı taraftan yansıyan ambiyansı tedarikli bir im ile süsleyip bu sefer kendi mezarını kazabilmekte peşine takıldığı hüznün, kesif sessizliğine çare olarak.
Satır aralarında ölüm gözetlerken parmaklarımı ben sadece yalnızlığın ve payesizliğimin saltanatını sürüyorum: biraz ondan biraz bundan belki de klasik bir yalnızlığı makul seviyeye çekip açık görüşüne odaklandığım gönül hapsimin hazin duvarlarına konuşuyorum.
İklimler kadar tedirginim belki de beşinci mevsimiyim hayatın, miladımı gömüp gömmemek arasında kararsız ve ellerimden kayıp gidenleri sabit gözlerle izleyip alabildiğine huzur giyinirken gecenin bu sırıtkan saatlerinde.
Gönül gözümü kör bellediğim koca bir ömrün ardından hücre hapsimi evrene mal ettiğim bir güdü ile yaşamayı da arz etmişken Tanrı.
Soluklandığım minvalde belki de soyutlandığımdan bihaber yaşamışım bunca sene ve nöbeti devralan kalp gözüm bile somurtuk kaç zamandır.
Tahayyül ettiklerim asla sınırsızmışım gibi bir çağrışım yapmadı bu güne kadar üstelik ben kesin çizgilerle ayırdığım gönül arazimde, ufkum el verdiğince düş görüyorum sanırım belleğimin rahmi yine kuluçkada.
Sandıklarımdan bihaber olsam keşke o zaman ne paranoya gelişecek ne de deli fikirler hücum edecek aklımın piramitlerine.
Bakir bir arazi masa başına oturduğum her yazıya intikal eden düşünce ve duygularımla aralıksız nöbete durma istemim. Hissettikçe çoğalıyorum sonra da ruhum garip iklimler telaffuz ediyor sanırım başım her dara düştüğünde ölümü arzuluyorum üstelik ne sevgilinin kollarında ne de öksüzlüğümü göz ardı edip bu da sevme özürlü doğayı men etme isteğim yine varlığımdan dokundukça bilinmeze, yüzüme gözüme bulaştırdığım.
Sevdikçe irkilen insanlar tanıyorum.
Sevgi terennümleri çoğalıyor sanırsınız ki hayat süt liman ve kimse kimseden nefret etmiyor. Hedef tahtasında biriken söz öbeklerine bakıyorum bir de içimin sessizliğinde coşan İlahi Aşkıma ve O dinliyor ben duvarlara konuşan bir azize mertebesinde konuşuyorum sanki yalıtılan ben değilmişim gibi.
Çok insanla çevrili etrafım ve yorgunluğum katlansa da vazgeçemediklerim. Zira sadece iki seçenek var önümde uzanan:
Ya ölümüne sevip ölesiye içeceğim hayat pınarını ya da içimin tekne kazıntısı sonsuzluğunda öleceğim kalp ağrısından.
Akan çatı misali, evimde ve yüreğimde hoşnutluk yükleyip nasıl oluyor da bunca neme dayanıyorum, misali ve ürkünç sesler çalındıkça kulağıma sadece yoruyorum iyiliğe bile bile üstelik.
İnsan bile bile kaçar mı kendinden?
Hem de nasıl.
Ya kendinden çok sevmeyi nasıl becerir?
Duygu uzmanı kimliğimde bağırabildiğim kadar soluklanıyorum bu sefer: bazen yavaş bazen hızlı belki de akdimi feshedip düşmeliyim peşine tüm ölü yazarların.
Yeni yeni tanıdıklarım ve onlarla konuşma fırsatı bulamadığım için içimdeki hüzne bandığım sayısız mektup.
Bazen Didem Madak’ı anıp son zamanlarda Tezer Özlü ile eşleştiğim.
Yaşayan çok insan var ve nice yazar lakin ölüm cazip kılıyor onların kimliklerini ve yazmaya doyamadığım cümleler aksediyor yüreğimden ne de olsa ölüler asla üzüntü kaynağı değildir biz fanilerin hicaba ve nefrete çalım ve demir attığı sahici zindanlarımızda hala nasıl oluyor da vicdan denen olgudan hala dem vurabilmekteyken.
Kırıldığım kadar kırmadığım ama kırılmış yüreğin naşını da henüz defnetmediğim.
Zaman da bir garip geçiyor: bazen sabahın körü bazen geceden kalan bir hüzün balyasını sırtlayıp iklimleri ve ayları karıştırdığım.
Sevdikçe sevesim var madem işkillenmeden sevdiklerime nasıl kıyarım sonra da kapatırım ağzımın fermuarını ve içimdeki tıkışıklığı alabildiğine boca ederim yanı başımda kim varsa ya da uzağımda ya da mezarda kemikleri titrerken, ben hayatı ve nefreti boykot etmenin verdiği rahatlıkla düşerim peşine tüm sevdiklerimin üstelik beni sevip sevmemelerine aldırmadan sıkı sıkı sarılırım Yaratıcıya ne de olsa O’nun sessizliği her daim nüktedan bir var oluş belgesidir benim için.
Ateist olanlara bakıyorum da ya da Allah’ını inkâr edip… hayır, hayır, bariz bir reddediş değil üstelik bile bile de değil ya da fark ettirmeden onların tek bir sözcüklerinden çıkıp da yola ve inkar ettikleri o dikdörtgen sanırsınız ki üçgenlerin açılarından nemalanıp dünya eksenine atıfta bulunan çok da izafi bir varlıkları var.
Belki bir dövme belki ruhani gölgelerini kayıp ettiklerinden bihaber lakin yansıttıkları o kötü koku darmaduman edebilmekte sizi hele ki köhne bir evin küf kokan duvarlarına kat kat boya çekip de akılları sıra çeki düzen verdikleri o görüntüsel tablo belki de için için nakşeden nefretini güzellik kisvesine büründürüp diğer yandaşlarıyla ortak dil geliştirdikleri. Sözüm ona içli dışlılar sevgi ile lakin bir araya geldiklerinde onları bir arada tutan yedikleri ölü etine lezzet katan kahkahaları hani ölüyü bile güldüren cinsten ya da mezarından çıkaran.
Bir parantez açıp diğer bir imleci de konuya dâhil edip sanırım solgun yüreğimin yapraklarını koparıp da ardı ardına yapıştırıyorum yüreğimin serildiği rahleye her ne kadar insanların kayıtsızlığı bana zulmetse de.
Aslında sevi dilinde katmerli bir yok oluş şarkısı eşlik edebilmekte zaman zaman: ölümüne sevdiklerimden hoyrat bir rüzgâra kapıldığım sonra da kepenklerimi kapatmak gibi bir savunma mekanizması geliştirmeden üstüne üstük yönümü saptırmamak adına hayatıma kaldığım yerden devam edebildiğim ne de olsa yaraları sağaltan yine sevgi yine inanç birlikteliği.
Derdi tasayı yüklenip yüklü bir de gönül borcuna girdinizse, siz, siz olun ve asla paye vermeyin ruhunuzdaki çöküntüye ve asla da ifşa etmeyin ölgün sıradanlığınızı hem belli mi olur ansızın sizin de yolunuz düşer mutluluğa üstelik beklentisiz haznenizde birikenleri yine yürek tozunuza bulayıp armağan ederken evrene hele ki o enerjinin tılsımı ile yeniden doğmayı da görev edinmişken…
Sevgiler.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.