...
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
YORUMLAR
1.telefon çalıyordu. gãvurların piyasaya sürüşünden bilmem kaç yıl sonra eve nihayet bağlanan bi kablonun ucundan bu ince, kalın seslerin bana ta uzaklardan ulaşabildiğine bi türlü akıl sır erdiremiyordum. her gün aynanın karşısına geçip nezaket kurallarını zorlayarak prova yapıyordum. abimler 'gerekmedikçe çıkma telefona sen' diye talimat verip evden çıkıyorlardı. ilk bir haftada pek yoğunluk olmadı. (bu arada gerçekten ev telefonu çalıyor:) yol ve sıra arkadaşım olan dilo'ya bile numarayı vermiştim. her gün gördüğüm ve saatlerce konuştuğum kıza 'dilo arada bi ara da test edelim şunu kız!' demiştim..o da sağolsun beni kırmayıp arıyordu her gün..
bir gün durduk yere yine böyle telefon çaldı. dilo'dur dedim heyecan yapmadım tabi rahatım. ilk zamanlardaki görüşmelerde zaten aile içinden pek dışarı çıkamadığımız ve dışarıya pek açılamadığımız için panik yapacak olağanüstü bi durum da olmuyordu genelde. 'alooo!' dedim 'buyrun kimi aramıştınız?' baktım yabancı bi erkek sesi tanımıyorum. içimden yanlış aradı heralde diye geçirirken yavaş yavaş epilepsi krizlerine girdiğimi farkettim bu arada. ne kadar çaktırmasam da titrek sesim kendini ele veriyor namussuz. abim olabilir mi acaba?.o da bazen işletmeye çalışıyor, aklınca beni test ediyor öküz -çok affedersiniz- ama yediremiyor.
yok bu kesinlikle abim olamaz. çok kibar konuşuyor çünkü karşımdaki:)
"ben ali nazik.. erdal beyle görüşecektim, kendisi evde mi acaba?"
-abim evde değil şu an işte kendisi..akşam yedi gibi evde olur eğer o saatlerde ararsanız...
"ha siz kızkardeşi misiniz? erdal sizden hep bahsederdi"
-evet.. ( abim hangi anımızı anlatmış olabilir ki bu kibar feyzo'ya çok merak ediyorum haliyle:)
"ben okuldan arkadaşıyım ne zamandır görüşmemiştik kendisine ulaşabileceğim bi numarayı verirseniz sevinirim."
bu çenesi düşük arkadaş araya bazı karnıbaharlı diyaloglar daha sıkıştırdıktan sonra damdan düşer gibi peşine de küt bi numara isteyince benden panik yaptım. bizim sadece bi numaramız var kardeşim ne başka numarası?..abimin de bildiğim kadarıyla bi numarası var sadece..o da bu evin numarası..onu bile zar zor ezberlemişim zaten kolay mı?..yedi haneli sayıdan bahsediyoruz burda:) biz sosyete takımı falan değiliz ki arkadaş cebimizde birkaç numarayla dolaşalım..daha o uzaylı çağa ulaşmamışız henüz..bizde o lüks ne gezer?..okula bile hãlã yayan gidip geliyoruz..bu ağamız da bi numarayı beğenmemiş kalkmış bir de utanmadan ikinci numarayı istiyor benden..vay namussuz! vay şerefsiz!:)
tabi ben o heyecanla ezbere bi numara söyledim. aklımda iki numara biliyorum zaten..biri yine bizim telefon, öteki de dilo'ların..zaten biran önce de bu geveze heriften kurtulmak istiyorum..vır vır vır başımın etini yedi hıyar!..
tabi alışılageldik hoş beş sohbetten sonra 'tanıştığımıza memnun oldum'.. -ben de ..'hoşçakalın!'
-hoşçakalın!- sözleriyle ahizeyi kapattım. kapatır kapatmaz kaynar sular başımdan aşağı döküldü 'eyvah!' dedim 'ayvayı yedim!'..evin içinde dört dönüyorum resmen napıcam napıcam diye. bu kazma şimdi yine arayacak (evet kabul ediyorum malın önde gideniyim de bu keriz farketmiyor mu hiç peki aynı numarayı kağıda not ederken?)..olan oldu bi eşşeklik ettik abi özür dileriz icabında yani...de mi? söyle gitsin işte ne var?
aklımda suçumu hafifletecek bahaneler aramama bile fırsat vermedi bu Ali nazik bey..yemedi içmedi hemen peşine aradı o dakika..oğlum abim kaçmıyor bi yere ya..adamın işi gücü var, akşama da arar konuşurdunuz rahat rahat ya..ne uyuz adamsın!.bi dur ya! bi nefes alalım!.
telefon zırt pırt çalıyor..çalsın! açmicam lan!.sinirlerim tepemde bak valla kalbini kırarım Ali nazik!
yok pes etmiyor hırbo! illa ki birileriyle konuşacak! telefonun susacağı da yok açıyorum tabi..o an yer yarılsa da içine girsem diyorum bi ter basmış beni göreceksin...
"alo iyi günler!'
-iyi günler (ben de sesimi inceltiyorum burda biraz..sekreterlik rolü mü yapsam acaba diye de düşünmek için kısa bi ara veriyorum )
'erdal beyle görüşecektim' (erdal kadar taş düşsün kafana emi! bi rahatlık vermedin lan! iyi bari beni tanımadı keriz)
-ııhh şey.. nasıl desem yani?.siz yine aynı kişiyle görüşüyorsunuz ali nazik bey:)
"anlamadım nasıl ? meral hanım??"
- evet benim..meraba tekrar..
'ıııhh..şey..ıııhh şey...ıııhh"
baktım bunun ıhlaması hiç durmuyor araya girip şifonu çektim hemen..ıkına ıkına dokuz doğuracak yoksa..buna noluyorsa artık..
-çok özür dilerim benim hatam..abimin bildiğim başka bi numarası da olmadığı için ezbere yine bizim evin numarasını vermişim size..
"Aaaa ne demek ben özür dilerim farketmem gerekirdi..benim hatam olur böyle şeyler!"
(lan nerden senin hatan oluyor benim hatam işte..ne söyleyeceksen yüzüme söyle karı gibi kıvırtma daa işte..işimiz var sizinle..akşama daha abime hesap vericam)
akşam oluyor abim geliyor..gelecek tabi nereye gidecek?..bir sürü tantana..'sana telefon yasağı koyuyorum bundan böyle kesinlikle ahizeyi kaldırıp yerinden oynatmayacaksın!' diye kesin bir talimat veriyor..haydaaa al işte..işin yoksa bir de bununla uğraş dur..bi diktatörümüz eksikti tam oldu!..
-üstüne para verseniz de bakmam zaten! sekreteriniz miyim lan sizin! (o -lan'ı çıkarın aradan öyle okuyun)..derken böyle uzuyor mevzu..akşama ali nazik beyimiz arıyor tekrar..bu nasıl bir arkadaşsa kendi o güne kadar piyasada hiç yoktu..ne hikmetse adı da hiç düşmedi o gün dilimizden)
bana mütevazilik sergileyip, kibarlıktan kırılan adam artık ne söylüyorsa o taraftan abime, abim de dönüp bu taraftan 'sensin salak oğlum..aynı numarayı yazıyorsun, çeviriyorsun hiç mi jetonun düşmüyor yani?' deyince salak yerine konduğumu da bi güzel anlamış oluyorum..eee ne bekliyordunuz ki meral hanımcım?..
neyse...işte böyle ne anılarımız var o telefonla..yaz yaz bitmez..
iyiydi güzeldi..sağol ama beni bi hayli yordun akşam akşam..
p.s: bak bunları ilk burda yazıyorum silim deme sakın...
Gule tarafından 9/19/2017 11:51:02 PM zamanında düzenlenmiştir.
Gule tarafından 9/20/2017 12:08:17 AM zamanında düzenlenmiştir.
olricx
yorum silmişliğim yok merak etme. bilinçli olarak silmişliğim yok en azından. artık öğrendiğime göre, silmem de.
Gule
yorumu zaten silmezsin ama yazılar silindiğinde onlar da maziye karışıyor..burda yazılanları bugün-yarın geçiririm diye diye dokuz sene geçmiş aradan...hiçbir şeyi hallettiğim de yok..öyle konuşulduğu yerde duruyorlar..şu yorgunluğu, tembelliği bi atsam üstümden..
1
Saat kaçtı bilmiyorum. Antalya Otogarında otobüsten indiğimde güneş batıyordu filan işte. Muavinin bana uzattığı eşyalarımı tek tek aldım: gitar, yorgan, 37 ekran televizyon ve bir de çanta. Gitarla çantayı sırtıma, diğer ikisini kollarıma yüklendim. Bu ağır yükün altında, beni öğrenci evime götürecek servise ağır ağır ilerlerken *ıçımdan soluyordum.
Şişman bıyıklı herifin teki, servisimizin 15 dakika sonra hareket edeceğini bağırırken, kafamı ansızın gelen “pişt” sesine çevirdim; “hastir” dedim kendi kendime. Bizim Kızıl buradaydı. Onu yat limanından tanıyordum. Muhabbeti tatlı, hoş bir kızdı. Ona doğru yürüdüm. Yüküm yüzünden zorlukla çıkarabildiğim “naber”e, şarap şişesini ağzından çeker çekmez, “para lazım” diye karşılık verdi, “üç beş bi şey çıksana bana.” Vermedim. Pek param da yoktu zaten. “Napacaksın parayı?” diye sordum. Şişeyi bi kaç kez kafasına diktikten sonra, “gidecem bu siktiminin şehrinden, terkedecem burayı” dedi. Bir süre sessizce bankta yan yana oturduk. Bana uzattığı içkiden bir kaç koca yudum aldım. Servis hareket etmek üzereydi, ayağa kalktım ve elimi uzattım, “hadi gel benimle!”
Sırt çantasını ve gitarı o alınca kıçım biraz olsun rahatlamıştı. Araca beraber bindik. İçtiğim şarap yüzünden başım dönüyordu. Gözlerimi kapıyordum. Midem bulanıyordu. Gözlerimi açıyordum. Midem daha fazla bulanıyordu. Yol aldıkça kötü oluyordum. Kızıl , “iyi misin” diye soruyordu. Servis birileri insin diye durunca “biz de inelim” işareti yaptım aniden.
Kaldırımdaydık. İçinde televizyon olan kutunun üstüne oturmuş öylece yola bakarken Kızıl da kendini kaldırıma bıraktı. Tekrar ayağa kalktığımızda hava artık kararmıştı. Televizyonu ve yorganı yüklendim. Beş on adım kadar ilerledik, “dur” dedim Kızıl’a, yarış halindeki iki minibüse elimi kaldırdım. Biri hızla geçip giderken biri durdu. Bir kaç yolcusu vardı. Şoför, tekrar tekrar, “biraz acele edersek” diyordu, biz ağır ağır eşyaları araca atıyorduk. Tombik Bıyıklı Şoför sinirini gizleyemiyordu, “acele edelim kardeşim, acele, yarış halindeyiz bak!” Ben herife karşılık vermeye üşeniyordum. Nihayet binebilmiştik. Bıyıklı hala söyleniyordu, “sizin yüzünüzden bi sürü yolcu kaptırdık ya, iki saatte bin…” Önce Kızıl’a baktım, sonra şoföre sertçe bağırdım, “durdur lan arabayı, durdur iniyoz!” Herif hala, yolcu kaptırdık filan derken, tekrarladım, “durdur dedim sana, indir bizi!” Aniden durdu, en fazla 50 metre gitmiştik. Eşyaları tek tek kaldırıma bırakırken, töbe töbe diyen ağzını ve iki yana sallanan kafasını görebiliyordum.
Bahtsız Bedevi aracını hız kurallarının üstünde sürerken arkasından bir süre izledim. Sonra elimi cebime attım ve çıkardığım anahtarla hemen karşımızdaki apartmanın giriş kapısını açtım. Kızıl’la göz göze geldik. Gözleri gülüyordu. Eşyalarla birlikte içeri girdik.
2
Kendisini kış sanan bir bahar sabahıydı. Sokağın kendisini kaldırım sanan yığınlarından birinde yürüyordum. Üstüne yerleştirilmiş ağaç ve araba gibi engellere rağmen kararlıydım. O caddeye ulaşacaktım. Ortalık sessizdi. Sessizliği, ne birden karşımda beliren Nehir ne de yolun karşı tarafında, caddeye yakın bir yerdeki bahçe duvarı dibinde takılan iki ergen bozabiliyordu. Hareketlerini görebiliyordum. Erkek, kızın elini tutmaya çalışıyordu. Nehir, kısaca, Eskilerden Kalma Platonik Aşkım, giderek bana doğru geliyordu. Kız, erkeğin eli her eline dokunduğunda kendisini geri çekiyordu. Nehir bana gülümseyerek yaklaşıyordu. Erkek dudaklarını kıza uzatıyor, öpmek istiyordu. Nehir kollarını açmış bana koşuyordu. Bahçe duvarına yaslanan kız sıkışıp kalmıştı. Erkek ısrarcıydı. Nehir “aşkım” diye bağırıyordu. Erkek son bir öpme hamlesi yaparken neredeyse aynı hizadaydık. Kız erkeği hırsla itip hızla uzaklaşırken erkek ardından öylece bakakaldı. Nehir tam boynuma dolanacakken kül olup dağılırken, bahçede beliren yaşlı adam, tellerden geçirdiği bastonunu erkeğin omzuna pıt pıt vurmasıyla kendisine bakan üzgün gözlere, kafasını aşağı yukarı sallayarak söyledi, “aldın mı babayı?”
3
O sesi ben de duydum. Bir adam "pardon, bakar mısınız?" dedi. Kadın "pardon bakar mısınız?" diye tekrarladı, gözleriyle yarım ay çizerek baktığı arkadaşına. Arkadaşı "terbiyesiz" diye fısıldadı. "Pardon Bakar Mısınız Diyen Adam, ben yanlarından geçerken yakaladığı yaşlı kadına "paranın üstünü unuttun teyze” diyerek elindekini uzattı.