EMPERYALİST SİSTEMDE PARÇALANMA...
Emperyalist sistem hızlı bir parçalanma süreci yaşıyor. Öyle ki, Ekim Devrimi’nin hemen ardından temelleri atılmaya başlanan ve özellikle de II. Paylaşım Savaşı ertesinde giderek güçlendirilen emperyalist “bütünsellik”, tüm yönleriyle (ekonomik, siyasi vb. vb.) ve kelimenin tam anlamıyla “çatır çatır” parçalanmaya başlamıştır.
Doğal olanı, olması gerekeni de budur, çünkü bizim burada “bütünsellik” olarak ifade ettiğimiz, Mahir’in entegrasyon kelimesiyle ifade ettiği bu “birliktelik”, koşulların dayattığı bir zorunluluktu ve 90’lardan itibaren bunu zorunlu kılan koşullar ortadan kalkmıştır. Artık tüm emperyalistler için “sınırsız özgürlük” dönemi açılmıştır. Ancak yaşanan on yıllık süreç göstermiştir ki, bu “sınırsız özgürlük” bir yanıyla sınırsız emperyalist saldırganlık ve terör, diğer yanıyla da emperyalist sistemin giderek daha büyük çelişki ve çatışmalar içine yuvarlanması, daha derin çıkmazlara saplanmasıdır. Başka bir şekilde ifade edersek, “sınırsız özgürlük” dönemi, emperyalist sistem açısından “sınırsız çelişki ve parçalanma” ile “sınırsız çatışma ve savaş” dönemidir.
Parçalanma salt emperyalist merkezler arası çelişkilerin keskinleşip uzlaşmaz boyutlara ulaşmasıyla sınırlı değildir. Emperyalist merkezler dışında, sistemin şurasında-burasında yer alan tüm ülkeleri kapsayan bir parçalanma söz konusudur. Emperyalist zincir içinde yer alan tüm ülkelerin egemen sınıfları sistem içindeki yerlerini, ilişkilerini, ittifaklarını yeniden gözden geçirip değerlendirmektedir. Bunun anlamı emperyalist sistemin en küçük birimine kadar büyük bir parçalanma yaşamasıdır ve bugün böyle bir süreç hızla gelişmekte, emperyalist merkezlerde ortaya çıkan çelişki ve çatışmalar, emperyalist zincir içindeki tüm ülkelerde ve daha keskin biçimlenişler altında yansımasını bulmaktadır.
Tam da bu noktada, dünya ve ülkemiz özgülünde her geçen gün yeni bir aşamasına tanık olduğumuz bu parçalanma sürecinin, emperyalizm ve oligarşinin sözcüleri tarafından “yeniden yapılanma” ve “değişim” süreci vb. gibi nitelemelerle kitlelere sunulmak istendiğine tanık oluyoruz.
Yaşanmış dünya savaşlarıyla yeniden paylaşım mücadelesi arasındaki doğrudan ilişki inkar edilemez bir olgudur. Her iki dünya savaşı da dünyanın yeniden paylaşımı doğrultusundaki emperyalist uzlaşmazlıkların, çatışmaların ifadesi olmuştur.
Yeniden paylaşımın kaçınılmaz bir gereklilik olarak gündemde olduğunu söylediğimiz günümüz koşullarında böyle bir tehlike gündemde midir? Dünya yeni bir paylaşım savaşının kan denizine yuvarlanacak mıdır? Özellikle de Irak sorununun giderek çıkmaza girmesi, karşılıklı restlerin sertleşmesi üzerine bu soru daha sıklıkla sorulur olmuştur.
Bu soru Irak sorunuyla birlikte gündemimize giren bir soru değildir. 1990’lı yıllar boyunca şu veya bu vesileyle bu soru sürekli gündemde tutulmuştur. Artık uzlaşmaz düzeye gelen emperyalistler arası çelişki ve çatışmaların savaşla çözümlenememesini salt sosyalist sistemin varlığıyla açıklama kolaycılığı bu soruyu bundan sonra da değişik vesilelerle gündemde tutacaktır kuşkusuz. Ve siz belli periyotlarla bu soruya cevap vermeye devam edeceğiz.
Yeniden daha önce verdiğimiz cevapları tekrarlarsak; yeniden paylaşım savaşlarının tek biçimi topyekün dünya savaşları değildir. Paylaşım savaşları II. Dünya Savaşı’ndan sonra da devam etmiştir ve bugün de, yarın da bu türden savaşlar dünya gündeminde yerini koruyacaktır. Bu savaşlar geçmiş birçok örnekte yaşandığı gibi, bölgesel savaşlar-müdahaleler biçiminde yürütülmüştür ve bundan sonra da böyle yürütülecektir, yürütülmek zorundadır. Irak operasyonu gerek gündeme getiriliş biçimiyle, gerekse de yarattığı tartışmalarla önümüzdeki sürecin paylaşım savaşlarına bir örnektir. Emperyalistler doğrudan karşı karşıya gelmeksizin, “insanlık ve barış” adına bölgesel “kriz noktaları” saptayıp buraya müdahaleyi gündeme getirmekte ve bu müdahalelerin faturasını da esas olarak bölgedeki güçlerin sırtına yüklemektedir. Çatışan da kaybeden de bölgesel güçler olmakta, emperyalist merkezler, müdahale öncesi ve müdahale sürecinde bozulan ilişkilerini, müdahalenin şu veya bu biçimde sonuçlanmasının ardından, karşılıklı ödünlerle yeniden belli bir düzeye çıkarmaktadırlar.
Topyekün bir dünya savaşı bugün emperyalistlerin kaçındıkları en önemli tehlikedir. Çok iyi biliyorlar ki, böyle bir savaş dünyanın sonunu getirmese de sistemin sonunu getirecek büyük tehlikeleri barındırmaktadır. Bu tehlikelerin en başında da ezilen halkların örgütlü mücadele ve direnişleri ve sonuçta sosyalizmin, bu kez dünyanın üçte birinden daha fazlasında, belki de tamamında egemenliği...
Sonuç olarak, Irak sorununa yaklaşımda her türlü kaygı ve yanılsamadan uzak bir tavır takınabilmek için emperyalist-kapitalist sistemi, bölgeyi, bölge halklarını ve ülkemiz özgülünde de devleti, devletin yapısını, egemen sınıfları iyi tanımak gerekiyor.
Emperyalist-kapitalist sistemi tanımamanın ifadesi, Irak sorununu bir demokrasi ve özgürlük sorunu olarak görmek, bu anlamda da Irak’a yapılacak bir emperyalist müdahaleyi desteklemek veya en azından sessiz kalmaktır. Ülkemizdeki devleti ve egemen sınıfları tanımamanın somut ifadesi ise, oligarşinin bugünkü Irak operasyonuna karşı çıkışını anti-emperyalizm veya bağımsızlıkçı tavır olarak yorumlamaktır.
Bölgeyi, bölge halklarını tanımamanın ifadesi emperyalizme ve bölgedeki gerici rejimlere karşı mücadeleden geri durmak, böyle bir mücadelenin anlamını kavramamaktır.
Bölgemiz yaşadığımız yüzyılın temel dinamiklerini barındıran bir bölgedir ve bu bölge halkları yaklaşık yarım yüzyıldır gerici rejimlere, emperyalizme ve yerli oligarşilere karşı kurtuluş mücadelesinde bir arayış içindedir. Bu arayış sürecinde küçümsenmeyecek adımlar atılmış, önemli başarılara ulaşılmıştır.
Bugün bizlere düşen görev bölge halklarının bu dinamiğini görmek ve bu dinamiği örgütleme doğrultusunda uygun araç ve yöntemleri gündeme getirebilmektir.
Bugün ülkemizde ve bölgemizde halkların dinamiğini en somut biçimleriyle ortaya çıkarabilmenin yolu ise emperyalist müdahaleye karşı çıkmaktan, emperyalist müdahale ve savaşa karşı örgütlenmeler oluşturmaktan geçiyor. Bölgedeki tüm halklar, Kürtler, Türkler, Araplar, Acemler vb. vb. çok iyi bilmelidir ki, emperyalizmin Irak’a müdahalesi hiçbir halk açısından olumlu sonuçlar getirmeyecektir. Bu müdahalenin halklara getireceği tek bir sonuç olacaktır: Daha fazla baskı, daha fazla terör ve daha fazla sömürü...
Emperyalist müdahale ve savaşa karşı çıkmak için ezilen halkların yeterince gerekçesi vardır. Sorun bunları anlatmak, kavratmak ve örgütlenmeyi, mücadeleyi temel alan bir bilinç oluşturmaktır.Bize düşen görev de, ne eksik ne fazla, tam tamına budur.