- 850 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
513 – ŞAŞKIN ÖRDEK
Onur BİLGE
“Hazine’m,
Dünkü mektuba Kaptan’la diyalogumuzun tamamını aktaramadan yazmayı bırakmak, mektubuma son vermek zorunda kaldım. Bizim çocuklardan biri geldi. Sen tanımazsın. Erdal… Biriyle başı dertteymiş, gece yarısı çıkıp gelmiş. Mecburen kapıyı açtım. İki de bira içmiş, iyi mi? Ben de hafif hafif demleniyordum zaten, o da oturdu. Konuş konuş... Sabahı ettik.
Mahkemesi varmış. Büyük ihtimalle aleyhine sonuçlanacakmış. Paniklemiş. Dedi ki: “Yaşlı genç, güzel çirkin demeyeceğim, bir turist kadın kafalayacağım, kalkıp gideceğim onunla yurtdışına! Bir daha da buralara gelemem kolay kolay ama yapacak başka bir şey yok! Ya içerde çürüteceğim gençliğimi ya dışarıda…”
Bir yüz kızartıcı olaya karıştı, paçasını kurtaramadı! Yazık etti gençliğine! Ya içeriye girecek ya kaçacak, kaçabilirse! Düşüncesi böyle ama tatbikatta ne yapar, bilemem! Kötü bir yol çizmiş hayatının başında kendisine, düzeltmeye çalışırken bir hata daha yapmak üzere… Bu böyle devam eder gider artık…
Elimden geldiği kadar nasihat ettim ama cami ne kadar büyük olursa olsun, imam bildiğini okur. Hele bir de kafayı buldu mu Erdal, der der, dediğini der, deli eder adamı! İnsanın canına okur! Yazık yahu! Ya öyle çürütecek hayatını ya da böyle! Her halükârda zararda…”
Dünyevi mutluluk kareleri, okyanusta bir damla bile olamaz zaten. Çoğu acı, keder, sıkıntı… Dün akşamüstü ben Kaptan’a dert yanıyordum, gece Erdal bana döndüre döndüre derdini anlattı, sabaha kadar, kafa şişirdi! Azıcık huzurum, birazcık keyfim vardı, onu da berbat etti. Güneş doğuyordu kalkıp gittiğinde.
“Yat burada, gitme artık bu vaziyette!” desem, mağdur arkadaşla kader birliği etmişiz. Bir tek somya var içerde, onda da o yatıyor. Ben sobanın başındaki sedirde sızıp kalıyorum. O ekabirdendir, ben rahatımı aramam. Zaten hiç rahat huzur bulmadan, hayır kadem görmeden göçüp gideceğim şu dünyadan!
Böyle sızlanmaya başladım dün akşamüstü de… Çay içiyorduk. Sokaktan simitçi geçiyordu. Dört ziyare aldım. İki ona iki bana… Biraz da kara zeytin vardı teldolapta… Tam o sırada tatsız konular açmamalıydım ama dilimi tutamadım. Başladım aklıma gelen bütün aksiliklere lanet okumaya!
“Sakın ha!” dedi, gözlerini korkuyla acayip bir şekilde açarak. “Çok tehlikeli bir söz o söz! Hemen tövbe et, geri al ağzından çıkan lanet kelimesini! Ağzından çıktığı gibi kırk gün başının üstünde dolanır dolanır o dediklerinin, onlarda bir kötülük yoksa döner dolaşır senin başına gelir! Hem ilenmek, iki tarafı keskin kılıca benzer. Karşı tarafı da keser, seni de… Hem o lanet var ya… Ağızdan çıktı mı etrafındaki komşun sayılan kırk haneye dahi zarar verir! İbadet edersen, dua edersen tamamen tersi olur, sevabı onlara da taksim edilir. Bir daha duymayayım!”
“Bizim dinimizde de ne kadar çok ibadet var! Hıristiyanlar ne iyi! Haftada bir gün Kiliseye gidiyorlar, tamam! O kadar! Bizde iman yetmiyor. Namaz, oruç, zekât, Hac… Nafile ibadetler, neler neler…”
“Onlarda da o kadar değil. Onlar da İncil okuyor, zikir yapıyor, dua ediyorlar. Onlarda da bizdeki gibi ibadet edenler de etmeyenler de var. Zaten dinlerini de ibadet tarzlarını da bozmuşlar. Hükmü kalmamış bir dinle mi mukayese ediyorsun dinimizi? Sen kendine bak! Ne yapıyorsun? Ne yapabiliyorsun? Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalış! Nasıl olsa dinini beğenmeyip başka bir dine geçmeye kalkacak olsan, senden o din kabul edilmez ki! En iyisi mi? Dinine dört elle sarıl! Sana ne el âlemin üç oğlaklı beş keçisinden! Amma adamsın ha! Tepemin tasını nasıl attıracağını şaşırdın bugün! Şurda üç kuruşluk keyfimiz vardı… Başladın sayıp dökmeye!”
“Tamam abi ya! Kızma! Aslında ben Hazine’me kızıyorum, aklıma gelen her şeyi bahane ediyorum! Güya arayacaktı. Zaman ve yer belirtecekti. Bir ara be Mübarek! Bir sor! Çok mu zor! İki kelime et kapat! Yok abi yok! Bu kızdan da hayır yok!”
“Necmettin! Neden o kızı başına dert ettin? Derdin başından aşkın değil miydi? Bir de gelenin gidenin derdi… İşin mi yok senin yahu! Bırak onun bunun peşinden koşmayı! Yaşını başını almışsın, altta yok üstte yok! Çalışıp çabalayıp bu durumdan sıyrılmaya bak! İşini yoluna koy, şu zıkkımı da bırak da ibadete başla artık! Bu böyle olmaz! Nereye kadar gidecek bu şekilde?”
“O zıkkım varken ibadet mi olur, abi! Ahşap işi bile olmuyor. Her gün bir baş ağrısıyla uyanıyorum ki sorma! Borç paçadan akıyor! Dost düşman seyrime bakıyor. Fakat bu dert bende engerekleşmişken, dolanmış bütün bedenimi sıkmaktayken ben içkiye sığınmam da ne yapabilirim! Çelik gibi irade ister ondan vazgeçmek! Nerde bende o irade! Boş ver abi ya! Necmettin efkârlanır, içer! Böyle gelmiş böyle gider!”
“Öyle gelmiş, öyle gitmez! Bu böyle gitmez, Necmettin! Sen hayatta en çok bunun için kaybettin!”
“Biliyorum abi ama yapacak bir şey yok! Alışkanlık…”
“Nasıl alıştıysan içmeye, bırakmaya da öyle alışırsın! Dua etmiyor musun içiyorsun diye! Ediyorsun! O da ibadet! İyilik etmiyor musun! Birine yol göstermiyor musun, selan verip almıyor, tebessüm etmiyor musun! Onlar da ibadet… Dua ederken Allah’ın huzuruna çıkıyorsun da hiç mi ayık olmuyorsun ki hiç değilse bir vakit namaz kılmıyorsun? Bana farz olan sana değil mi!”
“Neden ibadet edeyim? Dua ediyorum ya… Hem sen de biliyorsun bu zamana kadar ne kadar gence yardım ettiğimi! Bırak diğerlerini de…”
“İbadet senin için lazım… İbadet, bir Yaratıcı’nın varlığını hissetmenin mutluluğunu yaşamak demek ki bu bizim dünyevi ve uhrevi mutluluğumuz için şart! Allah, bizim saadete ermemiz için Zatını bilmemizi, sevmemizi, iyi amelin yanı sıra ibadet ederek iki cihandaki mutluluğumuzu tamamlamamızı istiyor.”
"Bırak abi ya! benden ne köy olur, ne de kasaba! Kasaba da yaramam ben! Etim yenmez, derim giyilmez!"
“Akıllı kimdir?”
“Aklını kullanan…”
“Aklını kullanmayı bilen kimdir? Onu soruyorum.
“Ben değilim, o belli de… Bilmem kimdir akıllı! Kimse kim! Bana ne?”
“Akıllı, kendini bilendir. Kendini bildikçe Rabb’ini bilir. Allah’ı bilen mutludur. Ne kadar biliyor, bilebiliyorsa, o kadar mutludur. Ayrıca akıllı, nerede ne kadar kalacaksa, oraya daha çok yatırım yapandır! Hadistir bu! Aklını başına devşir, bu gidişi değiştir! Çünkü bu gidiş, gidiş değil, bitiş!..”
“Nasıl yapacağımı da söyle! Direktifler vermek kolay! Benim yerime kendini koy da konuş! Kolay mı o!.. Aklımı mı oynatmamı istiyorsun?”
“Sana bir kitap vermiştim. Hiç açıp baktın mı ona? Doğru söyle! Hiç merak ettin mi içinde ne olduğunu?”
“Ne yalan söyleyeyim abi, şöyle bir açtım, bir söze takıldı gözüm. Bir daha bir daha okudum.”
“Hangi sözdü o?”
“Allah’ı bilenin nesi eksik? Allah’ı bilmeyenin nesi var?”
“Ben de onu diyorum sana zaten! Şaşkın Ördek yan yan yüzermiş! Aklını başına topla! Vazgeç bu işlerden! Kadın kız davası adamı beter eder! Kişiye Allah yeter!”
Şaşkın Ördek”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 513
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.