- 1009 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YAŞANANLAR BİR RÜYAMIYDI, YOKSA KABUS MU
…Yaklaşık iki aya yakın bir zaman olmuştu. Görevi kısmen sona erdirilmiş ve kendisine ulaştırılan tebliğ de, soruşturmanın selameti için yazıyordu. Yirmi yedi sene görev yaptığı ve ödül üstüne ödüller aldığı, o, küçücük dünyasına deryaları sığdıran adam; uzaklaştırılmıştı görevinden… Boynuna geçirilen tasma ve sırtına yüklenen yük ağır geliyordu, eziyordu kamburunu… Bir taraftan devletlü beylere hesap verirken; diğer taraftan, aynı cümleleri tekrar, tekrar anonim bakışlara sunuyordu… Herkes üzülüyordu onlar için, lakin ötesine geçilemiyordu…
Yaklaşık iki ay olmuştu, görevi kısmen sona erdirilmiş, bu iki ayın ortasında, görevine tekrar dönmek üzere Diyarbakır- Sur İlçesine tayini çıkartılmıştı. Atama yazısını alarak Diyarbakır’ın yolunu tuttu. Kuruma yazısını ilettiğinde; açıkta olma durumunun ortadan kalkmasını ve beklemesini söylediler. Tam on gün açıkta olma durumunun kaldırılması için Diyarbakır sokaklarında dolaştı. Odası dahi hazırlanmıştı kurumda, Fakat inat etti devletlü beyler, kaldırmadılar açıkta olma durumunu. Gerisin geri, o küçük kasabasına döndü.
Bir yer edindiğini zannediyordu bu küçücük toplum içerisinde. Hiç bir zaman övgüsünü istemediği, ve alkışlarına ihtiyaç duymadığı bu kasaba da; hiçbir zaman horlamadığı ve aşağılamadığı ve dost bildiği bu insanlar arasında yalnızlığın karanlığına gömdü kendini. Her gece bu kasabanın kapılarını cömertçe arşınladığı ve cömertçe sabahlara kadar dolaştığı insanlar!!! Suskunluklarını güçsüz yanlarına gizleyerek bir bir yok oldular etrafından. Giderek azaldıkça azaldı, başka hayatlara savruldu. Ayaküstü konuştu, gitti ve küçük dünyasına hapsetti kendini. Çocukları yetim kaldı. Sistemin insafına terkedilmişti yazgısı. Şiirlerle, türkülerle, sevgilerle bezemeye çalıştığı hayatı köreldi. Ödünç verilen samimi bakışlar bir bir geri alındı üzerinden. O, eşi ve çocuklarıyla birlikte, yazgılarının ve düşlerinin arasına gömüldü. Yorgun yüzlü, bezgin bakışlı, yoksul duruşlu bir hale geldiler bu kasabada… Her şeyden uzaklaşmışlardı. Eşi ve çocukları ondan, o, eşinden ve çocuklarından… Bir taraftan açıkta olması, bir taraftan insanların önyargıları, diğer taraftan dibe vuran borçları ve ödemeleri sabahlara kadar, buhran ve bunalım içerisinde geceler boyu şafağı güneşle karşıladı. Ölmek ve öldürmek için yaşamın kıyısından döndü…
Olan olmuştu ve bir türlü yola gelmiyordu devletlü beyler. Bu iki ay içerisinde, evini kaybetti, arabasını kaybetti, tarlasını kaybetti, bankalara borçlanarak eşinin çalıştırdığı kafe’ yi de; elektrik, su, vergi borçları karşılığı bedavadan devretti. Kısacası her şeyini kaybetti. Dibe vurmuştu artık. Tutunmaya çalıştığı halatının son lifleri de kopuştu. Buraya kadar dedi ve emekli olmaya karar verdi.
Yerel seçimlerin olduğu hafif rüzgarlı bir güzel akşam üzeri; Elekçi dersinin kıyısında hanımelinin tavşan kanı çaylarını yudumlarken; demir direklere astığı saksılardan, rüzgarla birlikte yayılan kokuları doyumsarken bir dostu salına salına yanına oturdu. Bir çay da onun için söyledi. Ne oldu? Son durum nedir diye sordu arkadaşı. O da ne olsun beklemekten başka çare yok dedi… Ne olduysa o günün sabahında olmuştu. Arkadaşıyla ayrı düştüler ve beş yıl hiç görüşmediler. O her şeyini kaybettiği için ve kendisini kasaba da bağlayacak hiç bir şey kalmadığını düşünerek çoktan yola çıkmıştı…
Bir gün bir öğle vakti bir kamyon gürültüsüyle uyandı uykusundan. Her şey hazırdı, göç yüklenecekti kamyon’ a ve öyle de oldu, Göç yüklendi ve kamyonun gürültüsüyle birlikte arkasına dahi bakmadan, boğazında düğüm düğüm olan yutkunlarını sıkarak ve el sallayarak uzaklaştı kasabadan…
Bazen rüyalar gerçek olur veya siz öyle sanırsınız. Doğup büyüdüğü kasabayı terk etmeden önce bir rüya gördüm demişti. Şöyle anlatmıştı rüyasını “ Şimdi benim başıma bu kasaba da, içinden çıkılmaz işler geldi ya!!! Beni bir yerlere taşımak isteyen bir çok kişi vardı belki de, fakat ben bilmiyorum. Bir gece rüyamda bir arkadaşım otobüs almış. Otobüsün şoförlüğünü de kendisi yapıyor ben ise hemen yanında; dağlardan taşlardan, patika gibi görünen yollardan, hızla ilerliyorduk. Otobüsün arkası eşya dolu idi ve ikimizden başka kimse de yoktu. O karlı buzlu yollardan giderken, kıvrım, kıvrım eğilip bükülen otobüsün devrilmemesi için sıkıca direksiyona sarılan arkadaşım da; otobüs’ le birlikte aynı şekilde eğilip bükülüyordu. Nihayet bütün bu mücadelelerden sonra; düz ve yeşil bir araziye çıktık. Fakat arazinin tam ortasında büyük bir kar kütlesi ve bizim de başka geçecek yolumuz yoktu. Arkadaşım durdu ve bana baktı dedi ki; ben burayı yarıp geçeceğim. Ben susuyor ve kokuyordum. Zaman geçirmeden kar kütlesine daldı ben ise bir yerleri parçalanan otobüsün içinden büyük bir darbeyle dışarıya fırladım ve kendimi yemyeşil bir arazinin ortasında buldum. O, gitmişti... Ayağa kalktım ortada kimseler yoktu, bir an düşündüm ve ellerimi, kollarımı sallayarak çırpındım bu çırpınma esnasında ayaklarım yerden kesilir gibi hissettim, hafif yükseliyor ve tekrar toprağa düşer gibi oluyordum. Tekrar, tekrar denedim ve ayaklarım yerden uzaklaşarak yükseldiğimde aşağıda beni seyreden insanların olduğunu fark ettim ve yükseklerden onlara el sallayarak uzaklaştım ve büyük bir heyecanla uykumdan uyandım”
“O hanımalinin önünde çayımızı yudumladığımız ve beni rüyamda otobüste taşıyan arkadaşımla tam beş yıl hiç görüşmedik ve ben beş yıl sonra bir araya geldiğimizde; ona şöyle dedim “ “ Kardeş ben seni o kar kütlesinin içinde bırakmıştım demek hala yaşıyorsun, Allah sana uzun ömürler versin…”…/es
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.