- 655 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hikâyesiz Hikâyeci
Banka oturmuşum. Karşımda iki tane dev gibi çınar ağacı, bakınıyorum. Önümden insanlar geçiyor. Her biri için kafamdan öyküler yazıyorum. Bunlar ileride yazacağım hikâye kitabının malzemeleri. Daha sonrasında bu öykü kitabı ileride yazacağım romanın temelini teşkil edecek. Beynimi bunlar zonklatırken elimde defter ve kalem. Yanım da, içinde kitaplarımın bulunduğu çantam. İçinde üç kitap var. Bir şeyler karalıyorum Arkadaşlar görünce garipsiyorlar. Garipsemekte haklılar fakat ne yapayım ? Ayran gönüllü bir adamım. Bir kitaptan çabuk sıkılıp diğerine geçiyorum. Bu kafamı çorbaya döndürüyor ama olsun. Kafamı karıştırmayı seviyorum. İnsanların gereksiz gördüğü ayrıntıların içinde kaybolmayı… Üniversite öğrencisiyim fakat belli bir sistematiğe bağlı olmak, akademik disiplin bana göre şeyler değil. Bu uyumsuz zihin yapım yüzünden okulu uzattım. Her şeyden önce nesnellik, bilimsellik, rasyonalite,realite bunlarla varoluşsal problemim var. En öznel ve yanlı fikirler bu kavramların arkasına saklanılarak bize enjekte ediliyor. İşte tüm bu nedenlerle havasla sorumluyum. İyi bir aileden gelmeme rağmen kendimi okumuş zümreye ait hissetmiyorum. Gelelim avama. Evet arkadaşlarımın çoğu Mamak’tan, Sincan’dan fakat onları sevmekle beraber tam anlamıyla onlara da ait değilim. Kıraathaneye gidiyoruz. Okey bilgim , pişti tecrübem Osmanlıcamdan beter. Sağ olsun Sabri, Eyüp abisinin hatırına biraz bir şeyler öğretti de bir nebze olsun görüntüyü kurtardık. Yoksa işimiz işti. Geçen hafta Doğan Kahvehanesinde yine beşli piştiye oturduk. 101 bittikten sonra okeye dördüncü olacakken sıramı Mehmet’e savdım. Hava yağmurlu olmasına rağmen gezinmeye başladım. Bu yürüyüşüm diğerlerinden farklıydı çünkü bu sefer kafamdaki düşüncelerle yürümüyordum. İnsanları, doğayı ve çevreyi gözlemleyerek yürüyordum. Geçmişteki gibi salt bacaklarını hareket ettiren bir yürüyüşçü değil, gözlemleyen ve gördüğünü hikâye eden bir seyyahtım artık… Gezerken bir tarafta şemsiyenin altında el ele tutuşan çiftleri diğer tarafta travestinin tekini kovalayan mahallenin hatta sonra da ülkenin namusunu korumaya ant içmiş bizim çocukları görüyordum. Tüm bunlar olurken 27 yıllık geçmişim önümden film şeridi gibi geçti. Boştu. Bomboştu. Hikâyesizdim. Ne bir kavga ne de bir aşk. O halde ne diye yaşıyordum ? “Benim sofrada, kahvehanede , kampüste dostlara anlatacak bir şeyim yoksa ben niye varım ? Hayatım hep birilerinin öykülerini , anılarını dinlemek ezikliği ile mi geçecek ? ” derken bir çocuk gördüm. Elinde bir defter bir şeyler yazıyordu. Konuşup ile konuşmamak arasında bir ikileme düşmüşken karar verdim. Bundan sonra kitap torbamın içinde bir defter olacak. Madem hikâyesizim o halde bende hikâyesiz bir hikâyeci olurum. Zaten bir yerde yazar dediklerimiz başkalarının hikâyelerini kendi öyküsüymüş gibi anlatma sanatı değil mi ? Dostoyevski’nin o tuğla gibi Suç ve Cezası gazetedeki bir cinayet haberinden çıkmadı mı ? İşte o gün bugündür elimde defterle gezerim kimseye aldırmadan. İnsanlık benim hikâyesiz hikâyecinin öykülerini bekler. Son nefesimde ardımda bırakacağım yegane miras… İşte bu dünyada kalacak dikili taşımı dikmek için bu bankta çınar ağacının karşısında oturuyorum. Yazıyorum sadece yazıyorum…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.