- 803 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
501 – OYUNCAKÇI DEDE
Onur BİLGE
“Yüreğimin Sahibi,
Bugün akşam, Giritli Aleko’nun küçük kızı Asoş geldi. “Necmettin Amca! Bir maniniz yoksa babamla amcam size oturmaya gelecekler.” dedi. Ben de hemen: “Buyursunlar, gelsinler! Başımın üstünde yerleri var!” dedim. Bakkal Aleko ile Marangoz Memeto… Bunlar, yan yana evlerde oturan iki kardeş… Memeto’nun marangozhanesi evinin bitişiğinde… Üç ev var aramızda… Hızarın sesi buraya kadar geliyor. Çekiç sesleriyle birlikte çekilmez oluyor ama yapacak bir şey yok. Geçim derdi! Ekmek parası… Adamın kazancı ondan… Böyle düşündüğümde o seslere, diğer gürültülere kızdığım kadar kızmıyorum. Aslında böyle imalathaneler mahalle aralarında olmaz ama Antalya’da henüz bir sanayi çarşısı yok. Belediye Reisinin bütün işi, taşlı tozlu ara sokaklara beton döktürmek… O kadar ki soyadı unutulmak üzere… Adının başına Beton sıfatı eklenerek anılıyor.
Hemen etrafımdaki gençleri, “Haydi bakalım, siz evlerinize! Benim komşularım gelecek. Beni onlarla baş başa bırakın. Başka zaman yine gelirsiniz.” diyerek yolladım ve alelacele masadaki içki şişelerini, kadehleri falan kaldırdım, küllükleri döktüm. Pencereleri açıp odayı havalandırdım. Etrafa şöyle bir çekidüzen verdim. Ev kıyafetimi değiştirdim. Üzerime dışarılık pantolon ve gömleğimi giydim. Belki çok erkendi ikram için ama ancak demlenir diye çayı ateşe koydum.
İşim bittikten beş on dakika sonra geldiler. Adet olduğu üzre sohbetimiz hal hatır sormakla başladı. Evime ilk gelişleriydi. “Ayaküstü tanıştık ya bari bu akşam, hoş geldine gidelim, dedik. Mahalleye taşınanlara gidilir. Adettir.” dedi, Aleko. Memeto’yla birkaç kere onun dükkânının önünde konuşmuştuk, kardeşiyle de bakkal dükkânına gidip geldikçe laflıyoruz.
Giritliler çok sıcakkanlı insanlar. Kimseyi yabancılamıyorlar. Hele bir de sevdiler mi akrabadan öte tutuyorlar. Yardımına koşuyorlar, arkadaşlık ediyorlar. En çok dikkatimi çeken de hatırnaz oluşları… Kiminle karşılaşırsan karşılaş selam veriyorlar, kim olduğunu, nereli olduğunu, nerde oturduğunu soruyor, kendilerini tanıtıyor, arkadaşlık ellerlini uzatıyorlar.
Burada hemen hemen herkes birbirine akraba… Olmayanlar da akraba hükmünde… Mahalleli bir bütün… Aralarında, akrabalıktan öte sağlam komşuluk bağları var. Mahallenin çocukları dahi aynı aileye mensupmuşlar gibi birbirlerini koruyup gözetmekte…
Misafirlikte bir araya gelenler, sohbete nereden başlayacaklarını bilemezler. “Nasılsınız? İyi misiniz?” ile başlayan hatır sormayla alınan olumlu cevaplardan sonra karşılıklı konuşma tıkanıp kalacak olursa hemen arkasından, “Çocuklar nasıl? Annen baban nasıl?” diye devam edilir. Ondan da değişik bir şey çıkmaz, konuşulmaya değer bir konu açılmazsa yakın arkadaşlar komşular dahi sorulabilir. Bu arada birinin hakkında yeni bir gelişme ya da birinin başında önemli bir sorun falan varsa konuşmanın önü açıldı demektir.
Onlar ayaküstü konuşmalarımızda ne iş yaptığımı falan sormuşlardı. Ben de dükkânımı kapatmak zorunda kaldığımdan söz etmiştim. İşsiz olduğumu biliyorlar ya o konuya da değindiler. “Sana nasıl yardım edebiliriz?” diye sordular. Çeşitli işler önerdiler. Seyyar satıcılık gibi, birilerinin ayak işlerini görmek gibi…
“Antalya gibi yerde işsiz kalmak diye bir şey olmaz! Bu memlekette herkes iyi kötü karnını doyurur. Kavun karpuz alsan, şu kapının önüne bir çardak yapsan, aç kalmazsın! At binenin, kılıç kuşananın! Gemisini yürüten kaptan!” gibi laflar ettiler.
Yapılacak iş çok ama bana göre değil. Ben öyle telaşlı, çok faaliyet gerektiren işler yapmak istemediğimi, kendimi yorgun hissettiğimi, oturduk yerden bir şeyler üretmeyi falan düşündüğümü söyledim.
Marangozhaneden zaman zaman tahta parçaları, yongalar, talaş, bıçkı tozu gibi oralarda işe yarar ne varsa alıp gelmiş, sobada yakmıştım. Çeşitli tahtaların sertlikleri, yumuşaklıkları, damarları, kokuları bile bana çok hoş gelmişti. Onlar bana çocukluğumu hatırlatıyorlardı. Eskiden biz oyuncaklarımızı kendimiz yapardık ve bundan büyük zevk alırdık.
Tahta oyuncaklarım vardı benim bir zamanlar. Tahta arabam, tahta atım, tahta yapı malzemelerim… Onlardan binalar inşa ederdim. Bir ara o iş o kadar hoşuma gitmişti ki büyüdüğümde mimar olmayı bile düşlemiştim.
Birde şimşir topacım vardı, çocukluğumu süsleyen… Kullana kullana yüzeyindeki pürüzler kalmamış, zımparalanmış gibi… Elimin yağından verniklenmiş gibi de parlamakta… Vaktiyle tahta rengiydi, artık koyu kahve… İnanır mısın, kaytanıyla birlikte halen saklıyorum. O benim çocuksu mutluluğum... Kamçıyı sarar sarar savururdum, öylesine! Nasıl da düşerdi yere, döner de dönerdi, süzüle süzüle… Kara kaytanı şaklatmaya çalışırdım, hız versin diye… Duracağına yakın sendelemeye başlardı, benim gibi. Sendeletmeye başladı bizi de hayat. Kamçılandıkça dönüyor dünyam. Yorgun düştüm artık ben. Yorgun düştü çocukluğum.
Tahtadan cambazım vardı. İki çıta arasında tahtadan bir kukla takla atar dururdu çıtaları avucumda sıkıp saldıkça… Bir de boyandı mı onlar, ne kadar ilgi çekici olurdu! O ağaç kokuları çocukluğuma götürüyordu beni. Tekrar çocuk olma, oyuncak yapma ve oynama isteği bir acayip duygular hâsıl oluyordu. Tahta parçalarını elime alıyor, evirip çeviriyordum. “Bundan ne yapılabilir? Bu tahta ne kadar yumuşak! Ne kadar kolay işlenir! Şunun damarlarından harika doğal desenler çıkar!” diyordum. Memeto şaşıyordu halime. “Neden bu tahta parçalarını değerlendirmiyorsun?” diye sorduğumda: “Onlarla uğraşacak vaktim yok! Ben mobilya yapmaya yetişemiyorum.” diyordu. O güzelim tahtaları, az bir paraya, gelene gidene çuval çuval satıyordu.
İçimde eskiden beri, çocukluğumdaki gibi tahta parçalarından oyuncaklar, biblolar, bazı ev eşyaları falan yapmak arzusu vardı zaten ama her zaman “İnşallah ilerde…” diye erteleyip durmaktaydım. Artık tam zamanıydı. Nihayet boş kalmıştım. Artık ailemin geçim derdi de yoktu omuzlarımda. Onun için çok fazla kazanma hırsı içinde olmam da gerekmiyordu. Azıcık aşım, kaygısız başım…
Çaylarımızı içerken bu düşüncemden Memeto’ya bahsettim. “Tahtadan eşyalar, oyuncaklar, biblolar yapmak istiyorum. Havanlar, tepsiler, çerezlikler… Bu eşyalar için hangi tür ağaçların daha uygun olabileceğini sordum. Ben de biliyordum ama o bu konuda uzman sayılırdı benim yanımda. Resim ve ayna çerçeveleri, küçük mücevher kutuları, camlı yazma sandıkları… Bana daha çok cevizi önerdi. Ceviz çok sertti. İşlenmesi kolay değildi ama kaliteli bir ağaçtı. Ondan harika şeyler çıkabilirdi.
“Alet edevat ister öyle işler. Bir tezgâh kurman, odanın birini atölye haline getirmen lazım! Duvara panolar asmalısın. Aletlerini oraya sıralamalısın. Neler alman gerektiğini biliyor musun?” diye sordu, Memeto.
“Önce birkaç parça aletle başlarım. Gerektikçe birer birer alarak devam ederim. Hepsini birden tedarik etmem mümkün değil.” dedim.
“Madem öyle, istersen ilk zamanlarda benim dükkâna gel. Benim malzemeleri kullanarak bir kenarda çalışırsın. Kendi aletlerini alınca dediğim gibi atölyeni kurarsın. Ne dersin?” diye sordu.
“Ne diyeceğim! “Allah!..” derim!” dedim.
İçim sevinçle doldu. İlk etapta pipolar yapmak istiyordum. Pipo içtiğim için aklımda çeşitli tasarımlar vardı. Hem epey para ediyordu pipolar, meraklısına rastlanırsa. İşçiliği güzel şekli farklı, kullanımı mükemmel, değerli mallar imal edilebilirdi. Antalya turistik bir beldeydi. Pipo tiryakisi yaşlı turistler onlara büyük paralar ödeyerek satın alabilirlerdi. Yıllar önce bir mecmuada Japon yapımı harika ahşap pipo örnekleri görmüş, belki ilerde ben de böyle şeyler yapabilirim diye o yaprakları keserek saklamıştım. Akla hayale gelmez şekiller vardı aklımda. Hayali bile zevk veriyordu. Gerçekleştirmek için sabırsızlanmaya başlamıştım.
Aleko’yla Memeto da bazı eşyaların yapımı ve satışı konusunda tavsiyelerde bulundular. Konudan konuya atladık, iki saat kadar konuştuk. Daha da kaynaştık. Onlar da beni evlerinde misafir olarak ağırlamak istediklerini söyleyerek kalkıp, evlerine gittiler.
Yarın, tahta parçalarıyla oynamaya başlayacağım. İsterse bir tek çakı olsun elimde, başka alet olasın, onunla dahi neler neler yapabilirim!
Senin için de çerçevesi oymalı bir el aynası, bir mücevher sandığı ve çeşitli resimlikler yapmak istiyorum. Senin için olunca bambaşka bir zevk alacağım o imalattan!
Misafirler gidiyorlar ama sen gönül evime öyle bir geliş geldin ki bir süreliğine bile çıkıp gitmiyorsun. Çünkü sen gönlümde misafir değil, yüreğimin sahibisin!
Oyuncakçı Dede”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 501
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.