Eski Bayramlar
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber, develer boyları gibi doğru olmayan sözleriyle siyasete atılmışken, anlatılmıştı ilk defa bu hikaye.
Asırlar önce, zamanın ötesinde, tükenmez denilen kalemlerin tükendiği, bitmez denilen yolların ise hiç bitmediği, sonbahardan başka bir mevsimin yaşanmadığı topraklarda dünyaya gelmişti kahramanımız.
Yürümeyi, icadı yeni gerçekleşmiş ve keşfiyle beraber her ayın sonunda rahiplerin akrabalarının şirketlerine yenilettirilen kaldırım taşlarının üzerinde öğrenmişti. Aşık olmayı da. Belki bu yüzden sevmeleri hep ideolojikti.
Eğitim ve öğretim ise, medeniyetin uğramadığı toprak sokaklarda, her adımda yükselen toz bulutlarının gölgesinde, matematik bilmeyenlerin giremeyeceği evlerde yapılırdı. Kahramanımız çok küçükken öğrenmişti neyse ki dört işlemle tüm sonuçları bire çıkarmayı.
Dönemin en popüler meslek gruplarındandı kırtasiyecilik. Zamanında piramitleri inşa eden uzaylıların haftalık olarak getirdiği kareli sarı kağıtlar satılıyordu raflarda, ve o günlerde öğrenmişti kahramanımız çiçeklerin özünden gökkuşağı mürekkepler yapmayı ellerinde kağıt kesikleriyle.
Sesini duyan olmamıştı kahramanımızın henüz, doğarken bile ağlamamıştı, susmuştu tüm dünyaya yaratılıştan itibaren. İçinden şarkılar söylerdi bazen gün batımlarında. Ancak Tanrı bile duymamıştı henüz onu, çünkü bu topraklarda Tanrılar ve peygamberler de insanlar gibi göremezdi işitemezdi etten duvarların ardında yeşerenleri.
Dudaklarından dökülenlerle anlatamayınca içindekileri, latin alfabesinin turuncu ve mor tonlarında bulmuştu kendisini, iki artı bir kerpiç evlerinin balkonunda ilan ettiği harf inkılabından sonra çocukluğunda. Kimi görse hüzünlü ve kederli, veya kimi görse daha büyük gülümsemeleri yanaklarında hak eden, bir kağıt parçası üstüne şiirlerini raptiyeleyip, bırakırdı kirpiklerine insanların mutluluk göz yaşları olarak.
Mevsimler hala sonbahar, ama vakitler hızla geçmiş, ve büyümüştü kahramanımız. Armağan ettiği binlerce preslenmiş selülozun yanında, kimi kırmızı şarapla nemlendirilmiş toprak testi kalplerde çatlaklar, kimi bilinçlerde varlığını süpürecek rüzgarlar bırakmıştı arkasında. Ve rüzgarlar daha sert esmeye başladıkça, şarabı onun ve insanların damladıkça beyaz masa örtülerine, azalmıştı zihninin karanlığının yazıya evrimi, ve kırtasiyeye uğramaları arasına sayısız dolunay girmeye başlamıştı.
Bıyıkları terlemeden uzayan sosyalist sakalları kaplamıştı yüzünü kahramanımızın. Ve tarih kurumundan aldığı izin belgesiyle, geçmişine bakıyordu yasal çizgilerde. Aklından akıllara yansıttığı her bir kelimenin, onu asıl yaşıyor kılan şeyler olduğunu gördü ömrünün almanaklarında gezinirken. Ancak şu an yoktu elinde çok imkan, o güzel insanlara ulaşmak için, eskisi gibi turuncu ve mor.
Arkasında o gün doğacak çocuklara koyulması önerilen isimlerin cinsiyet taşımadığı liberal takvim yaprakları İbrahim’in oğlunu kurban edemeyişinin yıl dönümünü gösteriyordu. Hiç anlamasa da kahramanımız, bayram diye isimlendirilen, daha resmi tatillerin birleştirilmesi düşünülmemiş ve tatil beldeleri hala bakir orman ve kayalıklardan ibaret olmasından ötürü, el öpüp şeker yeme şeklinde geçen bu günleri, almıştı eline bu sefer, A Rh+ kan rengi kalemini.
”İyi bayramlar dostlarım, canlarım, can yoldaşlarım. Sağlıcakla kalın…”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.