- 652 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
499 – TEBESSÜM
Onur BİLGE
“Tebessüm’üm,
Bir tebessümle başladı iletişimimiz. İnsanlar arasındaki bağların anahtarıdır gülümseyiş. O tebessümle vurdu içimizdeki güzellik dışımıza. Ne kadar kolaydır gülümsemek ve ne çok şey kazandırır! Yuvada saadet, iş dünyasında başarı, toplumda iyi bir yer… Ne güzel ikramdır o! İkram edeni fakirleştirmeden kabul edeni zenginleştirir. Belki bir an sürdü ilk tebessümün ama bir yıldır tesiri hiç değişmedi. Ben yaşadıkça yaşayacak.
Sen gülümseyince içim açılıyordu, yorgunluğum kalmıyordu. Ruhum aydınlanıyordu, yaşama sevinci ve neşeyle doluyordum. Derdime derman oluyor, müzminleşen hüznüme ilaç gibi geliyordu, ümitle bakmaya başlıyordum geleceğe. Paha biçilmez bir nimetti gülümsemen benim için.
Gülücük kendiliğinden olmazsa yarar sağlamaz. Satın alınamaz, çalınamaz, yüzü gülmeyeni mutlu eder, güldürür, sevgi köprüleri kurar, bağları sağlamlaştırır. Bazen hayat kurtarır, bazen savaşı önler, sadaka sayılır.
Herkes muhtaçtır güler yüze ama içinde bulunduğum sıkıntılı durumdan ötürü kendimi oldukça güçsüz hissettiğim için benim haddinden fazla ihtiyacım vardı. Her zaman gülümsemeni istedim. Aydınlığından daha çok faydalanabilmek için yapmadığım iltifat, kompliman, şaka ve şaklabanlık kalmadı!
Gülümsedikçe daha da aydınlanıyordu aydınlık yüzün. Güldükçe güller açıyordu yanaklarında. Dudakların gül yaprakları gibi kızarıyor, kıvrılıyor, ballanıyordu. Kahkahayla güldüğünde başım dönüyordu. Beynim şöyle bir gidip geliyordu! Sonra ben de koyuveriyordum kendimi! Gülmenin bu kadar gerekli ve güzel olduğunu bilmiyordum, inan!
Herkes bir şekilde gülüyordu. Bazısı tıslayarak, bazısı hıhlayarak, bazısı kıhlayarak, bazısı da püskürerek… Kimi kuyu çıkrığından çıkan ses gibi makaraları salıveriyordu aşağıya doğru… Kimi kıs kıs gülüyordu, kimi kıkır kıkır kıkırdıyor, kimi kikir kikir kikirdiyırdu. Kimi horoz ötüşü gibi, iç çeke çeke başlıyor, giderek açılıyor, sündürüyor da sündürüyordu, kimi sanki canı yanmış da ağlıyor, hünkürüyordu. Kimi köpek havlaması gibi keh keh, hah hah, kimi eşeğin anırmaya hazırlandığı gibi, kimi de at kişnemesi gibi gülüyordu.
Çoğunun gülüşü ilkeldi. Kimisi bıyık altından gülüyordu, kimisi sinsice… Abartanlar da vardı, zorlananlar da… Neticede pek de hoş sesler değildir çıkardıkları. İlk defa çok güzel kahkahalar atan birine rastlamıştım. Farklı heceler, sesler ve tonlamalarla her defasında bambaşka melodilerdi senin kahkahaların. Ortama göre değişiklik arz ediyor, beni mest ediyordu.
Hiç kimse senin güldüğün gibi gülemiyordu. Her defasında farklı bir musiki bölümü okur gibi geziniyordu notalarda kahkahan. Bazen tiz bazen, bas… Bazen yüksek, bazen alçak sesle… Soprano, mezzo soprano, alto… Ses, nefes, ahenk, tonlama ve geçişler… Tümüyle harikaydı.
Gezdiğimiz yerlerde, bulunduğumuz mekânda her zaman yalnız olmuyorduk, çoğu zaman birileri de oluyordu etrafta. Sesli gülmeni istemiyordum onlar duymasın diye. Benim kadar olmasa da etkileneceklerdi mutlaka. Kahkahalarını değil, sesini bile başkalarıyla paylaşmak istemiyordum. Acayip kıskanıyordum seni, sesini, nefesini bile… İsmini benden başkası telaffuz etmesin, cismini kimse görmesin, gölgeni bile… Oturduğun yere bile başkasının oturmasını istemiyordum, engel olamasam da… Engel olamıyordum, çünkü mantıklı bir sebebi yoktu. Delilikti benimkisi!
Benim için en güzel ve en değerli olan gülüşlerin, derin kederler içinde yanıma geldiğin zamanlarda, üzüntünün sebebini anlattıktan sonra öğrendiğim olayı önemsizleştirip, komediye dönüştürerek moralini düzelttiğim zamanki gülüşlerindi. Kafan bozuk, suratın bir karış, yüzünün ifadesi, ani ve şiddetli bir yağmur geliverecekmiş gibi ala fıcırık boz dumanken, aşkmavi gözlerinin gayet gergin olan atmosferi “Yağdım yağıyorum!” derken, yay gibi kaşların bir araya toplanıp üst üste yığılarak kararan bulutlar gibi çatılmışken, her an patlamaya hazır bir havan varken, kıyamet kopacakmışçasına nar gibi kızaran gökyüzü gibi pembeleşen yanaklarında kaçınılmaz bir felaket beklenirken, yaptığım o esprilerle birdenbire bir mucize gerçekleşiyor, bulutlar ağararak kaçışıyor, aralarından güneş sıyrılarak çıkıyor, hava açıyor ve pırıl pırıl bir gökyüzü, sıcacık bir ortam hâsıl oluyordu sen gülüverince. Dünyalar benim oluyordu!
Çatılan kaşların aralanıyor, inen gür ve kıvrık kirpiklerinle kararan gözlerin, gölgelenen yüzün aydınlanıyor, gözkapakların aralanıyor, aşkmavi gözbebeklerin gözlerinin akıyla birlikte bütün güzelliğiyle ortaya çıkıyor, gül yaprakları gibi bükülen dolgun dudakların aralanıyor, muntazam dizilmiş inci taneleri gibi parlayan dişlerin dünyamı aydınlatıyordu.
Sen gülüyordun, ben gülüyordum, her şey gülüyordu! Masa, pencere, kapı, kilim… Semaver, bardaklar, tabaklar, kaşıklar… Ağaçlar, çiçekler, böcekler, kuşlar… Yeryüzü gökyüzü gülüyordu.
Sen gülüyordun, dünya gülüyordu!
“Tatlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm!
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?”
Mahkeme Duvarı”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 499
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.