- 688 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
494 – ÜVEYİK
Onur BİLGE
“Üveyik’im,
Yüreği göğüs kafesine sığmayan kıpır kıpır bir kuştun. Çok uçtun, çok koştun, yoruldun. Hem sığındın avuçlarımın arasına hem de aniden elimden uçtun!
Bir kuşluk vakti kondun omzuma. Hava yağışlıydı, aylardan cüce şubat, günlerden cuma… Hayatımın en güzel bölümünü yaşattın hızlıca bana. Rüya gibiydi ne varsa… Eşyanın rengi deseni değişti, yiyeceklerin içeceklerin tadı… Dünya sana boyanıverdi, senin renklerine… Her şey senli oluverdi sanki hepsi sana ait… Yerde toprak, taş, çakıl, kum… Gökte güneş, ay, yıldızlar, bulutlar… Umutlar art arda boy vermeye başladı ekinler gibi… Her bir umut başaklandı, yüze bine katlandı. Sümbüllendi düşler düşlere düştükçe. Sen güldükçe parladı güneş, gecede ay, yıldızlar, sevdanın yüzü… Sen güldükçe parladı gündüzünde Aşkdeniz’in yüzü, yüzünde ışıltılar, gecesinde yakamozlar…
Martılar, su kuşlarıydı. Deniz kuşlarıydı. Sularda yaşarlardı. Sen de öyleydin. Aşkdeniz’in gözyaşlarının tuzlu sularında yaşıyordun. Yanaklarımda yağmurlar, bağrımda dereler, seller… Eller zevk-ü sefada, bende deryalar denizler…
Yağmurlarla gelmiştin bir sabah, ıpıslak. Yağmurlar getirmiştin. Deniz Kızı demiştim sana. Denizden çıkmış gibiydin. Dibiydin güzelliğin, ihtişamın dibiydin! Aslında bir yaratıktın sen de benim gibi sıradan bir varlıktın. Yer, içer, uyurdun. Melek değildin ama gel de anlat, seni sen eden, seni senden başka en değerli her şey eden gönlüme!
“Rabbim, indir aşağıya gözlerimin perdesini! Göster gözlerime ondaki gerçek kimliği! Ondaki onu, hayal dünyamdaki sonu göster!” diye dualar ediyorum. Yine de seni yere göğe sığdıramıyorum! Dünya ecesi yapıyor, kölen gibi önünde diz çöküp emrine âmâde bekliyorum.
Ben sana öyle bir değer yüklemişim ki sevsen de yerlere koyamıyorum, sevmesen de… Ancak göklere serebiliyorum seni! Göksel varlıklar gibi seviyorum.
Yeni yeni palazlanan bir kuştun sen, Deniz Güzeli. Yağmurlu bir günde avucuma kondun. Deli gönlümün en korunaklı yerinde sakladım seni. Şimdi bende kırkikindiler, sulusepkenler…
İlk uçuş denemelerinin birinde bir yavru kuş, yaşlı bir kavlağan ağacının üstüne kondu, orada kurudu, ısındı, korundu. Yeri yurdu oydu. O olmalıydı. O olup kalmalıydı. Artık en çok onundu. Fakat ne yazık ki yavru kuşlar bir yere gönüllü bağlı kalmazlar, birkaç denemeden sonra kanatları güçlenince diledikleri yerlere doğru uçarlar. Daldan daladır artık konuşları. Hatırlamazlar bile kayalıklardaki, çalılıklardaki ilk kanat vuruşları, ulu çınarların dallarına konuşları kalkışları ama o dallar asla unutmazlar, unutamazlar onların üstlerinde nasıl neşe içinde sallanarak şakıdıklarını.
Birer değerdir her biri. Her biri apayrı birer şarkıdır, türküdür. Türlü türlüdür cüsseleri, renkleri, şekilleri, sesleri, dilleri, gönülleri… Çileleri, çilemeleri türlü türlüdür.
Artık birer hayalden ibarettirler o dallarda. Her biri yine vardır ama cansızdır. Bakışları nakşedilmiş olsa da hafızalara, unutulamasalar da bir türlü, dünyanın bin türlü hali, kuşların yaşanacak hayatları vardır. Arkalarına bile bakmadan giderler kaderlerine! Yollarının sonunda ölüm mü vardır, zulüm mü, bilemezler. Gerçek olan bir şey varsa, ya geri gelirler, ya da gelemezler!
Gelseler de eskisi gibi gelemezler. O şekilde sevemezler, sevilemezler. O eprimiş yüreklerle o sıralardaki gibi sevemezler. Oysa şiir gibidir onlarla yaşamak!
Bir üveyik kondu bir sabah dalıma. Sonra havalandı, dans etti, raksetti, seyrettirdi. Bakışları saplı kaldı bakışlarıma, gönlüm takılı kaldı kanatlarına…
Göğsü beyaz, sırtı gri göçmen kuşlardır, üveyikler. Ağustos ve eylül aylarında, tavşan ya da keklik vuramayan avcılar onların kanlarına girer çoğunlukla. Etleri lezzetli dağ güvercinleridirler zira. Seni de o aylarda avladı o zalim avcı, attı çantasına! Kumrularla karıştırılma ihtimalli kuvvetlidir. Baş harfiyle başlayan tek hayvandır, benim bildiğim. Yapı yönünden çelimsiz, küçük bir güvercine benzerler. Ancak boyunlarındaki kınalı çizgilerle benzerlerinden ayrılırlar. Kanatlarındaki işlemeler göz kamaştırıcıdır.
Senin boynunda da ya fular, ya da atkı olurdu, soğuk havalarda Üveyik’im. Baharda kolyeler takmaya başladın, kuğu boynuna. Yazın armağan yağmuruna tutuldun. Her gün farklı takılarla görünmeye başladın. Günün birinde, parmağında alyansla geldin yanıma. Bir de: “Bak! Ben nişanlandım! Yüzüğüm nasıl?” diye, neşe içinde baktın yüzüme. O anda nasıl tuttum, nasıl tutabildim kendimi de renk vermeden: “Çok güzel! Tebrik ederim! Hayırlı uğurlu olsun! Allah tamamına erdirsin! Mesut etsin!” diyebildim, hâlâ şaşıyorum kendime!
Adam allem etmiş kalem etmiş, parmağına yüzüğü takmış bile! Bense aylar önce, gökkuşağı bir saç bağı almıştım, senin için. Kendi ellerimle saçlarına takacaktım güya, bir türlü fırsat doğmadı, gerçekleşmedi o rüya. Değersiz varlığı elimde, ukdesi içimde kaldı.
Anadolu’da dilden dile dolaşan bir efsane vardır. Üveyiklerin, önceleri uçmayı bilmeyen, ancak yürüyebilen bir canlı türüyken sonradan uçma melekesi kazandıklarından bahsedilir onda. İnsanların da onlar gibi tekâmül ederek ruhsal yönden kanatlanabileceklerinden bahsedilir. Ne kadar doğrudur, bilemem. Denemedim. Fakat denemek isterim doğrusu. Biri bana nasıl olacağını söylese! Söylese de ben de uçabilir hale gelebilsem! Uçabilsem de senin yanına gidebilsem! Yağmurlu bir günde sırılsıklam bir halde pencerenin pervazına konsam! Gagamla camına vursam, yalvaran gözlerle gözlerine bakarak… Acaba alır mıydın beni içeriye? Gözyaşlarımı siler miydin, parmağının ucuyla? Avuçlarında kurutur muydun? Kucağında ısıtır mıydın?
Üveyikler, bir kez havalanmaya görsünler! Acayip bir şekilde diklenirler ve ok gibi hedeflerine giderler. Sen de öyle diklenmiştin bana, hatırlıyor musun? Kafanı diktiğin gibi kalkmış gitmiştin! Ok gibi fırlamıştın ama yanlış yere saplanmıştın! Şimdi çıkar çıkarabilirsen, yerinden!
Üveyikler, ilkbaharda yuva yapmaya koyulurlar, sık çalılıkların içine, sonbaharda değil… Yuvaları çerden çöptendir. Üflemeden yıkılır! Dalların aralarına koydukları birkaç çöp, çalılıklarda dikkatle aransa dahi bulunamaz. Onun için bilmiyorum yerini yurdunu. Acaba İzmir’i didik didik didiklesem, yaşadığın evi bulabilir miyim?
Üveyiklerin ihtirası denizdir. Aşkdeniz oldum sana, bir uçtan bir uca… Serildim ayaklarının altına… Yine de yaranamadım!
Kavlağan Ağacı”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 494