- 643 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
491 – KUTUP YILDIZI
Onur BİLGE
“Kutup Yıldızı,
En güzel yolculuk içime yaptığım yolculuk… Kendimi keşfetmek, en güzel keşif… Kalbimin derinliklerine inmeyi öğrenmeliyim.
Dağıtılan kartlara bakıyorum. Adaletsiz gibi görünüyor ama tekrar ölçüyor biçiyorum, müthiş bir adalet var. Benim sahip olduklarıma da başkaları sahip değil. Mutsuz olmam için sebep olmamalı. Hiçbir şeyi elimizle ayarlayamıyoruz. Ancak ben seni saplantı haline getirmişim. Bedenen olmasa da ruhen ama mutlaka sana sahip olma hırsım artmış. Sana manevi olarak da olsa sahip olmadıkça senden vazgeçemem imkânsız.
İnsan neden çok korkarsan onu hayatına daha çok çekiyor. En çok seni kaybetmekten korkuyordum, korktuğum başıma geldi!
İçerisi sıkıcı, odalar daracık, tavan basık… Daraldıkça bahçeye atıyorum kendimi. Gece gündüz bir parçacık da olsa gökyüzü olmalı bakabilmem için. Gökyüzü, ortak seyredebildiğimiz tek yer… Gecelerin lacivertliğinde kocaman parlak yıldızlar, gündüz birlikte görebildiğimiz tek varlık güneş… Ona da sana bakamadığım gibi bakamıyorum. Gözlerim kamaşıyor!
Geceler ayrı güzel, dolunay varsa… Dolunay, dolgun yüzün… Yüzünde hüzün… Yorgunluğu ve bitkinliği yaşadığın gecen gündüzün… Güzün gazabına uğradık seninle birlikte.
Hava soğuk… Teneke ördek sobada bizim sokaktaki marangozdan aldığım yongalar yanıyor. Pipom yanıyor. İçim, ciğerim yanıyor! Gökte yıldızlarla ay, damarlarımda kan yanıyor. Her şey yanıyor, bir biçimde. İçimde anlatılmaz duygular yanıyor. Şişe dibine inmiş, kadeh yarım… Yahu ben neden ihtiyarım? Bahtiyarım diyemeden hayatın dibini buldum! Ben bu dünyada fena kayboldum!
Sen de kayboldun! Kaybolmayı o kadar çok mu istemiştin? Haydi, pencerenden bak aya. Ona bir el salla! Bak ben de el sallıyorum. Selam yolluyorum sana. Kafam dumanlı. Ağzımdan ateş çıkıyor. Buharlar yolluyorum sana… Alkol kokulu buharlar… Baharlar getir artık bana!
Yıldızlar… Ne kadar da uzaktalar… Yine de göz kırpmaktan usanmıyorlar. Sana benziyorlar. Uzak uzak cilve, naz yapıyorlar. Elimi uzatsam birer birer toplayacak gibiyim… O kadar yakın görünüyorlar. Ne kadar uzaklar… O kadar yakın ve o kadar uzaklar… Işıltılı tuzaklar kuruyorlar gözlerime… Gözlerimi alamıyorum onlardan.
Benimle olsaydın… Bedenen ya da ruhen… O kadar mutlu olurdum ki anlatamam! Yıldızlar kadar desem… Ya sen? Ya sen? Ah!.. “Ben de öyle!..” desen!
Dumanlar yükseliyor evlerin bacalarından… Dumanlarla birlikte is kokusu… Çoğunlukla çam odunu yakıyor olmalılar. Belki de meşe… Bulabilirlerse… Daha çok bıçkı tozu kullanıyorlar. Kovalara basıp, idareli bir şekilde yakıyorlar. Ben de tütün basıyorum pipoma. Bacalar gibi tütüyorum. En adi tütünü içiyorum. Çikolatalısıymış gibi düşünerek kendimi kandırmaya çalışıyorum. O çok pahalı… Alamıyorum.
Ne olacak benim halim? Hazıra dağ dayanmaz! Dükkânın devrinden elde ettiğim para da suyunu çekmek üzere… Halime bakmadan bir de neler hayal ediyorum! Yokluk bir taraftan, ihtiyarlık bir taraftan… Ah, bu gönül denen şey yok mu! Hep onun yüzünden çektim, ne çektiysem! Gençliğimde de hükmetti bana yaşlılığımda da… Çok şımarttım ben onu! Şiirlerle, şarkılarla… Ancak bu gönül, sıradan bir adamın gönlü değil ki! Yaşlı da olsa, yoksul da olsa o çok zengin! Milyarder! Çünkü o, bir şairin gönlü!
O senin başının belası yok mu! O hasta ruhlu aksi adam… Onun elinden alacağım seni! Gökteki en parlak yıldızı uzanıp alır gibi… Ne kadar zor olsa, ne kadar imkânsız görünse de… Kafam iyi diye demiyorum. Sarhoşum, hem de adamakıllı ama ciddi söylüyorum! Tüm olumsuzluklara rağmen, mangal kadar yüreğimi koyacağım ortaya. İçindeki korlarla geleceğim sana! Sabrımla dağları devireceğim! Bu gidişatı tersine çevireceğim! İnan bana! İnan bana İstanbul Kızı! İnan, Kutup Yıldızı!
Sen yol göstereceksin bana. Adres vereceksin. “Gel!..” diyeceksin! Anında yola çıkmayan namert!.. Hakaretler, saldırılar, darp, aşağılama… Her şey bitecek, her şey! O bitecek! O bitmeli! Yardım etmelisin bana! Bir ses, bir nefes, bir işaret yeter! Sabır da bir yere kadar!..
Her sabah acı demlemekten kurtaracağım seni. Ters çevrilen masalardan, kederlerden tasalardan… Gamzelerin ıstırapla değil, gülücüklerle belirecek yine eskisi gibi yanaklarında… Gözlerinde elem yaşları değil, yıldız ışıltıları olacak yine yakamoz yakamoz… Aşkdeniz seninle yaldızlanacak yeniden. Kömür karası ömür aydınlanacak.
Yedi ana renk ve sayısız ara renk gelecek dünyamıza, karanlık, duman, is pis değil… Sevgimizi Aşkdeniz’in üstüne, gökyüzüne yazacağız yıldızlarla… Kocaman büyük harflerle ta Manavgat’tan Feslikan’a kadar… Görmeyen, bilmeyen kalmayacak ilgimizi… Sen de beğeneceksin, el âlem de… Öyle yazacağız ki kimse silemeyecek! Efsane olacağız. Asırlarca anılacağız, inan bana!
“Hayal bunlar!” deme bana! Dokunma hayallerime! Yasaklama hayal kurmayı bana! Düşlerime karışma! Azıcık mutluluğum var, sataşma! Taş atma keyfime! Demiş ki Şairlerin Kralı:
“Garip bir pencerecik, küçük, daracık,
Dünyaya kapalı, Allah’a açık”
Küçük bir pencerecik yazdırdı bana bütün bunları. Garip bir pencerecik… Gerçeğe kapalı, hayallere, düşlere açık…
“Açık bırak pencereni! Örtme perdeni bu gece...” Sana yazdığım bu mektubu, rüzgârlar getirebilsin!
Sesim de iyice bozuldu bu günlerde. Bozulmayan ne kaldı ki! Bozulmazsa hatırım kalır!
İlle de tahtadan mı olmalı tabut? Yani cisimden... Ya da başka bir şeyden... Bence hiçbir şeyden de olabilir, mesela benim içinde bulunduğum gibisinden...
Kıyıya vurmuş palamut misali başladım çırpınmaya yine bu gece yarısı… Bünyem isyan etmekte, ben inadına çekmekteyim… Aslında sağlık, bedene değil nedene bağlı… Düşünce bozuksa o da bozuk…
Ben ölünce kimse acımasın, ağlamasın! Kimseye bırakacak beş param olmayacak, yazdıklarımdan ve söylediklerimden başka. Bu zamana kadar para kazanmaya çalıştım, sağlığımı es geçerek, bundan sonra tekrar kazanacak servetim de yok.
Yarınlar güzel olacaktı aslında ama bu günler de dünlerimin yarınlarıydı. İçlerinde hiçbir güzellik göremiyorum senli düşlerimin dışında… Başımda poyrazlar, karayeller esmeye başlayalı çok oldu. Denizde beyaz köpükler, gökyüzünde beyaz bulutlar, saçlarımda sakallarımda aklar… Denizde rüzgâr dindi mi ortalık sütliman, renk aynı renk. Fakat bendeki bitmek tükenmek bilmeyen sona doğru bir hareket…
Herkesi her yaptığından ötürü affedebilirim ama kendimi asla… Ya hep ya hiçtir, arası yok bende. Yemek içmek, gezmek tozmak istemez oldum. Yaşamamın hiçbir anlamı kalmadı. Herkes ne kadar huzurlu, mutlu! Bunu nasıl başarıyorlar, bilmiyorum.
Sokağa çıkmak istemiyorum. Mecburen çıktığımda sanki herkes umursanmayan lüzumsuz biri olduğumu, seni nasıl kaybettiğimi biliyor, o yüzden beni değersizleştirmişler, dışlamışlar gibi geliyor. Herkes kral, kraliçe, prens, prenses… Herkes üstün, göklerde… Bense sümüklüböcekler gibi yerlerde sürünmekteyim. “Yer yarılsa da içine girsem!” diyorum, hayal âleminden kopup, gerçeğe dönünce ve yürekler acısı halimi düşündükçe…
Ne çok insan var bu şehirde! Çevremde ne çok genç… Yanı başımdalar, burnuma giriyorlar ama kimse yakın değil. Candan arkadaş değil, gerçek dost hiç değil… Zaten ne eski arkadaşlarımı görmek istiyorum ne de yenilerini bulmak... Soru sormalarından korkuyor, kimseyi incitmek istemiyorum. Tüm tanıdıklarımdan utanıyorum. Sanki her şeyi, olanı biteni, imini cimini biliyorlar!
Canımdan çok sevdiğim muhteşem varlığın yan çizmesi bana yapılacak en kötü şeydir. Sen gittin! Yoksun! Daha ne olsun! Unutmaya çalıştıkça, ordu halinde üstüme yürüyor, büyüyor da büyüyor o olanlar… Tanışmanız, dolaşmanız, anlaşmanız, evlenmeniz, gitmeniz… Geçmişim kalmamış aslında, geleceğim hepten yok! O kötü anıları bana kim unutturabilir? Bırak da hayal kurayım, güzellikler düşleyerek bari birazcık mutlu olayım! Kahraman gibi hissedeyim kendimi! Kendime gelir gibi olayım! İçimden bir güç bulup çıkarayım, o güzel, ümit yüklü hülyaların yardımıyla!
Hayat, herkese armağan… Başkalarına mutluluk bana bomba paketi… Bu ne zorlu sıkıntı Rabbim! Bunca bunalımla hâlâ yaşayabildiğime şaşıyorum!
Kimseye güvenim kalmadı. Tek dost biliyorum. Yalnızlığım… O beni hiç terk etmedi, terk etmiyor…
Bu gidişle asla terk etmeyecek!
Allah’ın Yalnızı”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 491