- 1579 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Canlı Cesetler
Bir korku yayılıyordu zihinlere. Bu korku bilinmeyenin korkusuydu. Şüphenin, tedirginliğin, sessizliğin, uğursuzluğun korkusuydu. Kâbus gibi çöken, soğuk yel gibi dolaşan, nefeslerini kesen bu korku, onları salondaki koltuklara çiviliyordu adeta. Sessizliğin korkusu, bütün korkulardan daha korkutucuydu. Başı ve sonu belli olmayan bu korku, virüs gibi beyinleri kemiriyor, zihinleri bulandırıyordu. Gözlerin göremediği, kulakların işitemediği ve aklın erişemediği bu korkunun sebebi keşfedildiğinde ne gibi yıkımlar yaratacaktı beyinlerde?
Bir sabah evlerinden zorla alınarak saygınlıkları örselenmiş, umutları sıfırlanmış, şu an bulundukları salona getirilerek korkunun esiri edilmişlerdi. Bilgileri dışında planlanmış bu meçhul toplantının sebebine dair ne bir ipucu ne de cevap vardı ortada. Yaklaşık üç bin kişi toplanmıştı o gün. Üç bin yürek kanat çırpıyor, üç bin sessizlik çarpıyordu toplantı salonunun duvarlarına, üç bin sessizlik akıyordu üstlerine. Ve bu sessizlik, sese dönüşemiyordu bir türlü. Üç bin bakış dolaşıyor, üç bin tahmin yarışıyordu. Buna karşılık bir tek bilinmezlik vardı ortada, sadece bir…
Böyle bir toplantının amacı ne olabilirdi?
Düzmece bir suçlama mı yapılacaktı kendilerine? Yıllardan beri kaçırmakta oldukları vergiler mi tespit edilmişti de ‘bir daha vergi kaçırmayın’ diye gözdağı mı verilecekti? Ormanlık alanları önce yaktırıp, sonra yaptıkları görkemli villalar konusunda mı uyarılacaklardı? Yoksa yasal işlerin yanı sıra silah kaçakçılığı, uyuşturucu, insan ve organ ticareti vs. gibi faaliyetleri için ‘bir daha olmasın’ mı denilecekti? Hayır, bunların hiç biri gerekçe olamazdı. Çünkü bu toplantıda kendi ülkelerinin dışından, başka ülkelerden de insanlar vardı.
Acaba bölgede olağandışı bir durum ortaya çıkmıştı da, fikirlerine mi başvurulmak istenmişti? Bu seçenek de pek mantıklı görünmüyordu. Öyle olsaydı, daha nazik davranmazlar mıydı? Fikirlerine başvurulmak üzere yapılan toplantılar genelde lüks otellerde ve yemekli toplantılar şeklinde olmaz mıydı? Hem bölgesel sorunlar, bölge ülkelerinin üst düzey siyasi yetkilileri ve konusunda uzman bürokratların katıldığı zirve toplantılarıyla halledilmez miydi?
Bu bilinmezlik, bu cüretkârlık, bu saygısızlık ne ile izah edilebilir, hangi geçerli sebep özür olarak kabul edilebilirdi?
Varlık demek güç demekti, güç demek iktidar demekti, iktidar demekse, şüphesiz yönetmek demekti. İşte sürekli yönetmeye alışık bu kitle, şimdi çaresizliği, zayıflığı, korkuyu en yıkıcı şekilde bütün benliklerinde hissediyorlardı. Belki de geçmişte insanlara yaşattıklarının bedelini ödeme vakti gelmişti, kim bilir!
Belli ki bu toplantı, tüm Ortadoğu’yu kapsamaktaydı. Ortadoğu bölgesinin en varlıklı kişilerini toplamışlardı bir araya. Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Filistin, Irak, İran, İsrail, Katar, Kuzey ve Güney Kıbrıs, Kuveyt, Lübnan, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, Türkiye, Umman, Ürdün ve Yemen’di söz konusu olan ülkeler. Onun için, salonda çeşitli din ve dillerde insanlar vardı. Dil sorununu çözmek için kulaklık dağıtmışlardı salondakilere. Konuşmacıların ifade ettiklerini, kendi anladıkları dilden işitiyorlardı bu sayede.
Bu yaklaşık üç bin kişinin kendi ülkelerinin ilerlemesinde payları yok muydu? Kuşkusuz vardı. Hepsi de tekerine taş konulamayacak güçteki hükmetmeye alışık, varlıklı insanlardı. Eşzamanlı baskınla evlerinden sabahın 04.30’unda alınmış, önceden belirlenen toplama merkezlerine, oradan da bu toplantı salonuna getirilmişlerdi. Hiçbir soruları yanıtlanmamış ve herhangi bir açıklamada bulunulmamıştı. Sorular gidecekleri yerde sorulacak, yanıtları verilecekse de orada verilecekti. Öyle demişlerdi kendilerini buraya getiren sert bakışlı görevliler.
Belki de hiç soru soramayacaklardı. Bu toplayıcıların sorunu değildi ki! İnsanların yüzünde tarifi mümkün olmayan bir tedirginlik ve şaşkınlık hâkimdi. Beklenmedik bir şey olmuştu kuşkusuz ama neydi?
Yoksa bu bir darbe miydi?
Böylesine çok uluslu darbe görülmüş, duyulmuş şey miydi?
Her ne ise… Asıl önemli olan bundan sonrasıydı. Hoş ne darbeler hatta ne savaşlar görmüşlerdi bu insanlar! Yine de varlıklarıyla, nüfuzlarıyla kazasız belasız atlattıkları gibi, her seferinde durumu kâra dönüştürmeyi de bilmişlerdi. Keşke darbe olsa… İçinden çıkamayacakları başka şey olmasa bari…
Bir tek sessizliğin sesi dolaşıyordu beyinlerde. Yer yer bakışlar çatallaşıyor, celâlleşiyor, gözlerde şimşekler çakıyor, öfkenin harareti yayılıyordu bedenlere. Yine de özgür olan, sessizliğin sesi oluyordu sadece. İçten içe yükselen kin ve öfkenin ateşi şimdilik sadece yüreklerini yakıyor, bedenlerini kavuruyordu ama ortama hâkim olduklarında, volkan gibi patlayacakları kesindi. Hangi güç bunca saygın insanın böyle pervasızca, saygısızca, sosyal statülerine, maddi varlıklarına ve nüfuzlarına aldırış etmeden hoyratça toplanmalarına karar verme cüretini gösterebilmişti?
Elbette bunun bir de rövanşı olacaktı. En küçük bürokratından, en büyüğüne kadar, milletvekilinden başbakanına kadar nüfuzları dâhilinde değil miydi? Bu kendini bilmezler yarın saklanacak delik bulamayacaklardı kuşkusuz. Hele bir o gün gelsin…
Belirsizlikten dolayı korku ve tedirginlikleri olsa da, hepsinin ortak bir yanı vardı. Dik ve mağrur duruşları, sert ve küçümseyici bakışları, kısa zamanda ortama hâkim olma eğilimleri ve çokbilmiş tavırlarıydı, ortak yanları. Her biri adeta kuşatılması ve yıkılması zor, hatta neredeyse imkânsız birer kale gibi sağlam duruyordu. Birbirlerini aşağı yukarı tanıyorlardı. Kişisel olarak tanımadıklarını da TV ekranlarından, yazılı basından veya ticari faaliyetlerinden ötürü biliyorlardı.
Burada toplamalarının sebebi ne olabilirdi?
Acaba ülkelerinin de derinden etkilendiği küresel krize bir çare mi araştırılıyordu? Evet, kesin bu nedenle toplanmışlardı. Ama yine de bu şekilde olmamalıydı, olamazdı. Çünkü bu toplantı Ortadoğu’nun tamamını kapsıyordu.
Durum böyle ise, daha önce hiçbir tasniflemede veya sınıflamada adları birlikte anılmayan bazı ülkelerin de aynı, tek çatı altında toplanması neye yorumlanmalıydı? Bunda bir tuhaflık yok muydu? Yoksa Ortadoğu’yu yeni bir yapılanma mı bekliyordu? Örneğin Ortadoğu tek bir devlet haline mi getirilecekti yoksa! Hayır, bundan daha komik bir seçenek olamazdı. Ortadoğu paramparça edilmek istenirken, neden tek devlet haline getirilmek istensin ki? Bölünme, parçalanma ihtimali olabilirdi ama toparlanma, tek devlet haline getirilme ihtimali asla olamazdı.
Zaten bu toplantıyı düzenleyenin kimler olduğu bilinmeden, gerçeğe ulaşmanın olanağı yoktu. İnsanlar korkudan, şüpheden ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Kendi aralarında fısıldayarak bile konuşamıyorlardı. Bu yüzden durumu kavramadan, ortama hâkim olmadan, harekete geçecek kadar tedbirsiz davranamazlardı. Onlar bu tedbirli, bu zeki, bu iş bilir yaklaşımlarıyla servet sahibi olmuşlardı. Şimdi de tedbiri elden bırakacak değillerdi.
Salonun yerleşme planı da ilginçti. Binlerce sandalye vardı salonda ama çevresi arabayla rahat dolaşılabilecek kadar boş bırakılmış ve ellerinde otomatik silah bulunan, omuz omuza dizili sivil şahıslarla kuşatılmıştı.
Darbe olsa, o silahlı kişilerin yerinde asker olmaz mıydı? Hadi asker olmadı, polis olurdu değil mi? Ayrıca bu şahısların başında gaz maskeleri de vardı. Silahlar herhangi bir tepkiyi kırmak içinse, maskeler neyin nesiydi? Anlaşılan, amaç sadece maddi yardım talep etmek ya da fikirlerine başvurmak değildi. İcabında, toplu imha da söz konusu olabilecekti veya henüz bilinmeyen bir takım şeyler...
Her ne kadar çoğunun korkudan dizlerinin bağı çözülmüş olsa da bunu belli etmemeye gayret gösteriyorlardı. İçlerinden hiçbirinin herhangi bir soru sormaya da niyeti yok gibiydi, en azından şimdilik. En iyisi oluruna bırakmak ve işin renginin ortaya çıkmasını beklemekti. Hem soru soracak kim vardı ki ortalarda? Sadece elleri silahlı, heykel gibi hareketsiz duran sert bakışlı adamlar… Kime soracaklardı?
Herhangi bir ikramda bulunmadıklarına göre, durum ciddiydi. Durum ne kadar ciddi olursa olsun, hiç olmazsa bir çay servisi yapılabilirdi ama duruma bakılırsa, bu insanlarda böyle bir nezaket de yoktu. Onlara adeta potansiyel suçlu muamelesi yapılıyordu. Zaten silahların gölgesinde incelik nasıl aranabilirdi ki! Maskeli yaratıklar, dört bir yandan silahları üstlerine çevirmemişler miydi?
Dünyanın kuruluşundan bu yana, böyle bir durum söz konusu bile olmamıştı. Silahlar suçluların üstüne doğrultulurdu. Suçlular, suç işleyenler de, genelde varlıksız ve vasıfsız insanlar arasından çıkardı çoğunlukla. Hâlbuki bugün Ortadoğu’nun en varsıl insanlarına doğrultulmuştu silahlar. Kaldı ki, henüz ne ile suçlandıkları da belli değilken…
İşte insanların yüreğine korku salan da bu belirsizlikti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.