5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
613
Okunma
Dış siyaset bir devlet politikasıdır. İç siyasetin kısır çekişmelerinin dışında cereyan etmek durumundadır. Siyasi tarih gösteriyor ki, kimi zaman güvercin zamanı geldiğinde ise şahin olmak gerekebilir, gerekir de.
Yine her canlı türünün yaradılış gereği yeryüzündeki yaşamı şekillendiren bir konumu, yeri ve değeri vardır. Bunu en güzel gösteren kavramlardan biri de besin zinciri olmalıdır.
Sözlüksel düzlemde bakarsak: "Canlıların beslenme alışkanlıklarını yansıtan bir düzen vardır. Canlıların birbirleriyle beslenmelerine göre oluşan zincire besin zinciri denir. Doğadaki bir canlı başka bir canlı ile beslenirken kendisi de başka bir canlının besini olur."
Bunun gibi güvercin ve şahinin bizim kültürümüzde yeri ve değeri vardır. Güvercin zariftir, naiftir. Şahin ise avcıdır. Bir de bakarsınız gökte bir daire çizer ve pike dalışı yapar. Ve avını muhakkak yakalar. Sonuç odaklıdır hani.
Peki siyasette bu iki canlı neyi simgeler? Biri barışı diğeri harbi kuşkusuz. Biri diplomasiyi diğeri son çareyi de sembolize edebilir. Evet savaş son çare olabilir. Diplomatik girişim ve imkânların tükenmesine bağlıdır çok kez.
Diplomasinin olmadığı alan yok gibidir. Söz gelimi iletişim diplomasisiz olmaz. Ya da evlilik müessesesi diplomasiden uzak düşünülebilir mi? Ne ki, kavram birincil manasıyla dış politikayı işaret etmektedir. "Diplomasi, dış politikada sorunların barışçıl yöntemlerle ve müzakereler yoluyla çözülmesini ifade etmektedir." Ya da "Yabancı bir ülkede veya uluslararası toplantılarda ülkesini temsil etme eylemi ve sanatı." şeklinde tanımlanabilir.
Gelelim konu başlığımız uyarınca 1974 Kıbrıs harekâtına. Hiç kuşkusuz öncesiyle birlikte ele almak gerekir. Bu öncesi 1571 tarihine Kıbrıs’ın Fethine kadar inebilir. Ne var ki, bizim konumuz açısından 1878 takvimli adanın konjonktüre bağlı koşullu elden çıkarılmasına kadar uzanmamız gerekebilir. Çerçeveyi daha da daraltmakta imkânsız değil şüphesiz. 1959 tarihinde garantör devlet hakkını elde etmemiz 20 temmuz 1974’de adaya müdahale etmemizin zeminini hazırlamaktadır. Elbette dönemin başbakanı merhum Menderes ve dışişleri bakanı Fatin Rüştü beyin emekleri karşımızdadır. Hatta sonraları “Biz İsmet İnönü ekolünden yetişmiş kimseleriz, İsmet Paşa sağlığında bize, Amerika’dan yazılı muvafakat gelmedikçe sakın çıkartma yapmayın diye tembih etmişti. Bu itibarla çıkartmayı tasvip edemem” diyecek olan Nihat Erim bile Demokrat Parti döneminde Başbakan Adnan Menderes’in isteği üzerine Kıbrıs Anayasasının hazırlanmasında görev alacaktır.
1974’de ise yakın tarihimizin dikkat çekici bir hükûmet modeli görevdedir. Evet Cumhuriyet Halk Partisi, Milli Selamet Partisi koalisyonu. Ülkemizin o dönemdeki sosyo politik yapılanması düşünülürse kısa bir süre öncesinde birisi bu yönde öngörüde bulunsa en hafifinden garipseneceği apaçıktır. Kendi hesabıma dönemin sunduğu bu hükûmet modelini sıcak karşılarım oldum olası. Her iki partiyi de desteklemekle hiçbir alakası olmaksızın. Başta da belirttiğim üzere dış siyaset ve dolayısıyla Kıbrıs devlet meselesi teşkil etmektedir.
Bu anlamda aldığımda koalisyonun küçük ortağı olarak gözükse de MSP olmaksızın müdahale gerçekleşir miydi acaba? Olayların gelişimi bana bunun pek mümkün olmadığını gösteriyor. Öteden beri CHP kesimi MSP ve rahmetli hocayı fazla hesaba katmadan değerlendirme yapar. Kıbrıs fatihi Ecevit bahislerinde bunu görmek mümkün. Merhum Ecevit başbakan olsa bile yanıltıcıdır bu yaklaşım biçimi. Hatta sosyal psikoloji bağlamında rencide edici sonuçlar doğurduğu söylenebilir de. Zaman zaman Erbakan’ın ayağı uğurlu geldi diyen halk partililer görmüşümdür. Onlar sanırım üstte arz ettiğim hususların farkında idiler. Oysa hadiselerin gelişimi salt bir ayağı uğurlu gelmekten ibaret kılmamaktadır durumu.
Bilakis Kıbrıs harekâtıyla ilgili aldığım izlenim başbakan Ecevit’in batılı güçlerle müzakereleri sonuna kadar zorlamaktan, Erbakan’ın ise diplomasiye yaslanmadan müdahaleden yana olduğunu göstermektedir. Hatta Ecevit son kez Londra ziyaretinde bulunduğunda Başbakanlığa vekâlet eden Erbakan genel kurmay başkanı Semih Sancar ve kuvvet komutanları ile yaptığı görüşmede son hazırlıkların tamamlanması yönünde emir verecektir. Dolayısıyla Ecevit Londra’dan döndüğünde uçaklar ve gemiler kalkışa hazırdır. Erbakan sonraları bu konuyla ilişkili olarak zaman kazanmak istediğinden söz eder. Ecevit İngiltere dönüşü müdahaleyi kabul etmez ve onaylamazsa harekâta hazır olmak bir olumsuzluk teşkil etmeyecek ancak başbakanla mutabakata varıldığı takdirde kalkışa hazır olunması artı teşkil edecektir.
Peki Ecevit’in müzakerelere önem vermesi uluslararası sistemle beraber hareket etmeyi arzu etmesi mutlak bir olumsuzluk mudur? Diplomasi kanallarının kullanılması ve hatta tüketilmesi Kıbrıs’a müdahalemiz noktasında batılı devletlerin söz hakkını ortadan kaldırmadı mı? Tamam sonrasında ülkemize ambargo konulur Amerika tarafından. Şu kadar ki, ambargo bizim diplomatik imkânları kullanmadığımız anlamına gelmediği gibi batı dünyasının hakkaniyeti hiçe sayması ve eşkiyaca tutum takınması anlamına ancak gelecektir.
Öte yandan Erbakan Londra’ya son ziyaretle ilişkili olarak müzakerelerden sonuç alamadığı takdirde Ecevit’in adanın İngiliz bölgesine çıkartma yapılmasını düşündüğünden de bahsedecektir. Bu açıdan alırsak Ecevit’in de müdahaleye muhakkak karşı olduğu veya soğuk baktığı söylenemez. Kanımca olasılıklar ve riskleri hesaba katmaktadır.
Bunun ötesinde harekatı, özellikle ilk harekatı Ecevit yurt dışındayken, Erbakan hocanın şüphesiz ülkemizin ve Kıbrıs Türk’ünün lehine oldubittiye getirdiği, başbakanın ise durumdan haberinin olmadığı, günler sonra yurda döndüğünde harekatı durdurduğu yönündeki bahisler fevkalade yanılgılı ve yanıltıcıdır. Bilakis başbakan Ecevit 19 temmuz gecesi Ankara’da bulunmakta. Üstte de arz ettiğim üzere Londra günlerinde başbakanlığa vekalet eden başbakan yardımcısı Erbakan’ın da belirttiği gibi harekat hazırlıkları tamamlanmış vaziyette, Ecevit’in askerlerle beraber hava alanında karşılandığı, son bir durum değerlendirmesi yapılmak suretiyle Bakanlar Kuruluna geçildiği ve harekat kararının alındığını belirtmek durumundayız.
Buna karşın, rahmetli hocadan ziyade Milli Görüş camiasında öteden beri Ecevit ve Halk partisinin emeği olmadığı, ne yapıldıysa biz yaptık tavrı görülmektedir. Şu kadar ki, bu durum yine yukarıda vurguladığım gibi nedensiz ve temelsiz cereyan etmemekte. CHP kesiminin bir Kıbrıs Fatihi Karaoğlan sloganı icat edip, Erbakan ve MSP kesimini değerlendirmelerde pekte dillendirmemesinin bir ekşime doğurduğu anlaşılmaktadır. Zaten ideolojik politik yapı zıddiyet arz etmekte. Öyle ki, koalisyonun kurulması dahi adeta s... zoruna bağlıdır. Hatta, bin bir müşkülle kurulması patlama noktasına gelen Kıbrıs probleminin çözümü noktasında bir derin devlet arka planını akla getirebilir de.
Tabi tabi, yine şu komplo teorisi diyenlere bir tahterevalli hükumetinin özellikle dış dünyayı uyutarak harekatın gerçekleştirilmesi bağlamında ne kadar katkı sağladığı hususunda ideolojiye sapmadan serinkanlı düşünmelerini öneririm. Soralım öyleyse, bu koalisyon nasıl kurulur? Taraflar olumsuz, tabanlar olumsuz, medya çevreleri olumsuz. Hükumette iken dahi İslami şair, edip, gazeteciler Erbakan’ı çimdiklerken, Kemalist medya Ecevit’e balta olmakta. İslami fikir çevrelerinde nasıl küffarın liderliğinde hükumet olursun sorgulamaları, Kemalist kesimde de senin liderliğinde laikliğin altını oyuyorlar şeklinde makas almalar. Efendim! İnceleyin arzu ederseniz. Öyleyse tüm ihtilaflarına karşın CHP-MSP hükumetinin bir devlet hükumeti olduğu o kadar ortada ki.
Tüm bunların ışığında bir koalisyon hükûmetinin siyasi, diplomatik, askeri boyutları dairesinde emeği karşımızdadır.
Nihai kertede ise zafer elbette Türk Silahlı Kuvvetlerine ait olmaktadır.
Nihayet şehadet şerbetini içmiş askerlerimize rahmet diler, gazilik mertebesine ermiş ya da harpte vuruşmuş kahraman evlatlarımıza ise şükranlarımı sunarım...
L.T.