- 973 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
481 – HÜZÜN ÇİÇEĞİ
Onur BİLGE
“Hüzün Çiçeği,
Hassas bir ruha sahibim, senin gibi. O yönümle ben de bir gelinciğim, Küçük Gelincik! Bembeyaz gelinliğinin üstüne o al duvağı örttüler ya! İşte o zaman öldüm ben!.. Yerinden sökülen gelinciklere döndüm, kısa sürede sararıp soldum! Kendimi içkiye verdim. Perişanım!
Hani o parlak kırmızının ortasında simsiyah tohumlar ve yaprak diplerinde kapkara yerler var ya… Onlar, yüreğime oturan acılar ve tohumları… O tohumlar da acılarıma acıların ekleneceğinin belirtisi… Gelecekte güzel günler beklemiyor beni. Yalnızca dışına bakma o çiçeğin, içine de bak! Bak, sana neler anlatacak!
Onlar, birbirlerine yakın olmazlar, diğer birçok çiçek gibi. Seninle benim gibi ayrı yerlerde biterler nedense. Bu halleriyle de aşkın ve kavuşamamanın açtığı derin yaranın simgesi olarak kabul edilmişlerdir. Onlar gibiyim şimdi ben de. Ummuş, beklemiş, direnmiş, en sonunda dayanacak gücü kalmamış, kavuşamayacağımı anladığımdan beri, boynumu bükmüş, kaderine razı olmuş, ilgisizlikten hayatını kaybetme raddesine gelmiş vaziyetteyim.
Hiç mi hiç değerim yokmuş senin gözünde! Gelincik gibi koparıp attın beni! İnsan bir arar, bir sorar, iki satır yazar ya da bir selam gönderir! Hiç mi hukukumuz yoktu bizim?
Sevinci ve hüznü aynı anda yaşattın bana, muhteşem varlığınla. Zarafetin ve güzelliğinle ilham kaynağım oldun. Torosların doruklarına götürmek isterdim seni, tüm kem gözlerden korumak için. Feslikan Yaylası’na dikmek isterdim! Yol kenarları olmamalıydı senin yerin yurdun. Çorak topraklar olmamalıydı. Ayaklar altında ezilip kana bulanmamalıydın! Şiirlere ilham kaynağı olarak kalmalıydın, şarkılarda türkülerde yerini almalıydın!
“Memleketime çoktan bahar gelmiştir
Başakları şimdiden göğe ermiştir
Dağlarını gelincik basmıştır
Yer, gök ve yürek çiçek açmıştır” denmeliydi senden bahsedilirken.
Ey, Rainer Maria Rilke’nin öyküsüne konu olan Bahtsız Gelincik! Küçük Antje’nin talihsiz hayatının tekrarı olmamalıydı yaşantın. Ey, seher vakitlerinde gelincik tarlası önünde örgü ören Hüzün Çiçeği, sana refakat edecek kırmızılı nedimelere bile sahip olamayışın ne kadar acı! O gelincik tarlasında, o savaş alanında, o örgü şişi, anlatılması imkânsız güzellikteki bedenine saplanacağına, yüreğime saplansaydı da seve seve canımı feda etmiş olsaydım uğruna!
“Küçük Antje ölmüştü.
Kırmızı gelinciklerse, küçük arkadaşlarının çevresine doğru eğilmiş, akşam esintisinde sessizce, kendi aralarında fısıldaşıyorlardı…”
Sen ihtilaller yarattın dünyamda! Nasıl barışacağım ben kara talihim, kem bahtımla, vatanım düşman çizmesi altında ezilmekte, hayat kaynağım, yaşama sebebim bir zalimin boyunduruğu altında inim inim inlemekteyken!
“Ordular kaldırıp ellerini, yakardılar tanrılara. Her Akhalı, her Troyalı şöyle dedi: “Zeus baba, İda Dağı’ndan hükmeden ulu tanrı, kim doladıysa başımıza bu işleri, Hades’in evine gitsin, bırak ant içelim dost olalım biz de.” diyor, Homeros, İlyada’da.
Ta uzaklardan bile yabani güzelliğinden kuvvet alarak ayakta kalmaya çalışıyorum. “Belki yine döner bana Küçük Gelincik! Üç bin yıllık Mısır lahitlerini süslediği gibi tekrar süsler, harabeye dönmüş binamı.” diye teselli etmeye çalışıyorum kendimi.
Eski Yunan ve Roma mitolojisindeki yerinden çıkar da gelir! O uyduruk alçak ve zalim tanrısını terk eder de gelir! Uyanır artık bin yıllık uykusundan, açar gözlerini de gerçeği görür! Uyku tanrısı Hypnos’un üç bin çocuğundan biri olan Morpheus, gaflet uykusundaki insanlara nasıl çeşitli biçimlerde düşler gösterdiyse, seni de gelincikten yaptığı taçlardan birini vererek uyutmuş ve sana o haini seni mutluluklar ülkesine götürmek için gelen beyaz atlı prens olarak göstermiş olmalı!
Morpheus için yapılan tapınakları süslemekten vazgeç artık, kazındığın yerlerden silinerek gel! Romalıların kara sevdaya düşen âşıklara içirdikleri gelincikten yapılan içecekler olarak gel de çekmekte olduğum aşk acısını dindir!
Al ve yeşil yaprakların, tohumların ne çok yarar sağlarmış eskiden. Çiçeklerinden mürekkep ve sakinleştirici yapılırmış. Şurubum ol, şerbetim ol, tat ol damağıma eskisi gibi. Doğma büyüme İstanbul çocuğum ben, iyi bilirim ben Küçük Gelincik şerbetinin tadını lezzetini…
Homeros’un İlyada’sını okuyanlar bilirler içinde gelincik çiçekleri geçen Truva hikâyesini! Ölen savaşçılar gelinciklere benzetilmiştir. Çanakkale savaşlarında hayatlarını kaybeden Anzak askerlerinin anısına Anzak Köyü’ndeki mezarlıktaki mezar taşlarının hepsinin başında bir gelincik açarmış. Gelincik o askerleri, al yapraklarıysa döktükleri kanı temsil edermiş. Benim kanlı gözyaşlarımı gelincik şuruplarından mı seyrediyorsun? Neden merhamet etmiyor, ardına hiç bakmıyorsun?
Cengiz Han’ın yaptığı zaferle sonuçlanan savaştan sonra kan gölüne dönen savaş meydanının çevresini nasıl doldurduysa gelincikler, gel de mağlubiyetimle biten gizli ve sessiz savaş sonrasında al kanlara bulanan gönlümün çevresini güzelliğinle süsle!
Kafkasya’da, 1918 de Azerbaycan halkını Ermeni zulmünden kurtarmak için Osmanlı Ordusu Gence’ye girerken, binlerce askerin fesleri ve feslerinden sarkan püslüller laleye, o görünüm de gelincik tarlasına benzetilmiş. Azeriler gelincik demezler, lale derler. Telman Haciyev bahsettiğim olayı şiirine konu etmiş, Laleler isimli bir şiir yazmış ki o şiir zamanla türkü olmuş.
“Yazin evvelinde Gence colunde
Cixiblar yene de dize laleler
Yagisdan islanan yarpaqlar
Seribler dereye duze laleler”
Gelincik tarlasının kenarında karşılamak isterdim seni. Fakat o kadar geç kalmamalısın. Daha fazla tahammülüm kalmadı beklemeye. Yine bir şubat ortasında gelmelisin, en geç! Erken bir bahar getirmelisin dünyama, ilk gelişinde olduğu gibi. Bahar ayları savaş aylarıdır. Gelincikler de savaşlar da baharın gelmesini beklerler. Bahar geldiğine yurdumuzun hemen hemen her yerinde, papatyalar arasında açan gelincikler, şahadet arzusuyla yanan vatan sevdalılarını sembolize ederler.
Ey, aşkın naif simgesi! Ey, gelişiyle gönlüme bahar getiren, dünyamı gelincik tarlasına çeviren, gidişiyle kanlı savaş alanına döndüren güzeller güzeli zarif çiçek! Sen mi gerçeksin, aşkım mı gerçek?
Ey, Azerbaycan lalesi! Ne zaman geleceksin? Ne zaman dolacak bu garibin çilesi?
Sabır Taşı”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 481
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.