- 720 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
479 - ZEYTİN AĞACI
Onur BİLGE
“Bahar Gözlüm,
Sevda ağacıyım ben, bahar gözlüm. Kaderimde var sana âşık olmak, seni yazmak… Gün, bir eliyle hayat verirken bir eliyle canımı almakta…
Gelişinle dallar yürüdü gövdemden dört bir yana, dallara yapraklar, çiçekler… Dokunduğun ağaçlar yeşerir, çiçekler açar. Ayak bastığın topraklar çimle kaplanır.
Emek emek büyüttüm o şahane varlığını sayemde, dallarımda salladım. Zeytin ağacıydım ben, dallarım kırılgan, yapraklarım acı, mahsulüm acı… Belki ondandır hiç ayrılmaz acı benden. Sararan yaprakların nasıl döküldüklerini görür, rüzgârların önünde sürüm sürüm sürüklendiklerini seyreder, ayaklar altında ezilirken sızım sızım sızlandıklarını işitir, irkilirim! Bütün ağaçlar yapraklarını dökerler, ben dökemem kimselere derdimi! Acı, yaz kış uzaklaşmaz benden, bedenimden, ruhumdan…
Kaleiçi’ndeki bilmem kaç asırlık metruk bir evin bahçesinin canlı kalan yarım asırlık eğri büğrü, kamburlu urlu tek acı ağacıyım ben. Notre Dame’ın Kamburu gibiyim. Kimsenin yüzüne bakmadığı, beğenmediği, yerin göğün kabul etmediği suratsız herifin biriyim. İzbelikte kıt kanaat yaşamaya ve yalnız kalmaya mahkûmun.
Başka bahçelerdeki ya da ormanlardaki ağaçlar, birbirleriyle ayakta kalırlar. Bir arada, dayanışma içindedirler. Yaşama ve yarar sağlama gücünü birbirlerinden alırlar.. Birinin döküntüsü diğerini besler. Ağaçlar, yalnız kaldıklarında kurumaya, eğilmeye, yok olmaya mahkûmdurlar. Hiç kimse hallerini hatırlarını sormak istemez. Kuşlar bile konmaz olur dallarına. Gövdelerine kediler bile sürtünmez. Diplerine köpekler dahi yatmaz. Ne çiçek açabilirler, ne de arılarla kelebekleri davet edebilirler, hoş kokular saçarak. Istırap iliklerine kemiklerine kadar işler, acı ciğerlerini yakar, keder heder eder, gam kasavet kabuklaşır, kırışık buruşuk bedenlerinde. Her hayal kırıklığı bir ur olarak yer alır vücutlarında, sonları çoğunlukla kanserdir, uzun yaşasalar da.
Her ağacın bir kurdu vardır. Bende hemen hemen her iyilik ettiğim bir kurt halinde yerini almış, görevine başlamış vaziyette… El birliğiyle, dört bir yandan içimi kemirmekteler… En sonuncusu, en büyüğü, en azılısı, en şerlisi ne yazık ki sensin!
Biz, aynı ormanda yaşayan, yalnızca bakışan ve fısıl fısıl konuşan çok yakın iki ağaçtık seninle. Ne dallarımız değebilirdi birbirine, ne de yapraklarımız… En şiddetli fırtınalar bile sağlayamazdı, bir anlık olsun birbirimize temas etmemizi. Ancak benim gölgem düşerdi sabahları üzerine, akşamüstleriyse senin gölgen üzerime… O bile ruhuma acayip bir ferahlık yayardı. Kışsa, soğuk bahar günleriyse içimi ısıtırdı o gölgesel yakınlık, yazsa serinletir, her iki halde de bariz bir huzur artışı meydana getirirdi bende.
Havadan sudan konuşurduk genelde. Gençlerle genç olurdu ruhum benim de. Boş şeyler konuşuyor gibi olsak bile, birbirimize hiç bir şey kazandırmıyormuş gibi görünsek de en azından arkadaşlık, dostluk, sevgi, yaşama sevinci gibi kolay bulunamayacak şeyler veriyorduk.
Hemen hemen her gün buluşuyorduk. Bir araya geldiğimizde sevinçle doluyor, beraber olduğumuz sürece gülüyor, eğleniyorduk. Bazı günler dertleşiyor ağlıyor söylüyorduk. Fakat son derece yararlı oluyorduk. Ayrıldığımızda, yüreklerimizde bir burukluk hissetsek de içimizde mutluluk ve huzur oluyordu. Farkında olduğunu sanmıyorum ama sen bana ilham veriyordun. Bir sözün, bir gülüşün veya ağlayışınla gönül telimi titretiyordun, bana şiirler yazdırtıyordun. Derken tek ilham kaynağım haline geldin. Dükkâna her gelişinde bende bir yazı veya şiir ortaya çıkarma arzusu yaratıyordun. Hayatımın anlamı olmuştun.
Hayatı anlamlandıran, sevgidir, aşktır! İnsanın diğer canlılardan bir farkı olmalıdır! Yeme içme uyuma ve cinsellik, alt tabaka canlılarında da vardır.
Ağaçlar ayakta kaldıkça yaşarlar, yıkıldıkları zaman, ayaktakileri beslerler. Sabittirler ama yararları çok uzaklara ulaşır. Üstelik bir değil birçok yarar sağlarlar. Biri diğerini gölgeler, sarar, korur, besler. Hareketli hareketsiz canlılara barınak olur, gıda sağlarlar. Havayı temizler, yağmur çeker, görüntüleriyle ruha huzur ve ferahlık, çiçekleriyle sevinç ve yaşama arzusu verir, ikram ettikleri yemişleriyle gıda sağlar, çeşitli yerlerinin farklı kullanımıyla dertlere deva, hastalara şifa olurlar. Öldükten sonra bile insanlığa ve doğaya büyük katkı sağlarlar. İnsan hayatının her safhasında kullanılırlar. Bebeğe beşikten, ölüye tabuta kadar… Hiç bir işe yaramasalar bile yanarak aydınlatırlar, ısıtırlar. Bazıları keresteyi sunarken reçineyi de eşantiyon olarak verirler. Hâsılı, yaratılışlarında pek çok hayır vardır. Hele zeytinin… Kur’an’da Nur-ün Nur olarak bahsi geçer.
Yıllarca insanlarla uğraştım. Dokuma tezgâhındaki çıraklığımdan ustalığıma kadar yüzlerce kişiyle muhatap oldum. Farklı işlerde de çalıştım. Çok insan tanıdım. Kimi beni aydınlattı mum gibi, kimini de ben... Bazılarına sanatımı öğrettim, meslek sahibi ettim, bazılarına da ticareti… Mum, dibine kör yanar. Herkese faydam oldu da kendime olamadı.
Çocuklarım gelir giderlerken arkadaşları da başladı onlarla birlikte gelmeye, giderek dükkân almaz oldu gençleri! Çevrem kalabalıklaştı da kalabalıklaştı! Karşı arsaya taşmak zorunda kaldık, çarnaçar. Onlar da tecrübelerimden istifade ettiler. Öğretmenlik yapamasam da eğitmenlik ettim onlara, meselelerini halletmeye çalıştım karınca kararınca, yol gösterdim, akıl öğrettim. Mum gibi eridim, ışık saçmak için. Şimdi ben karanlıklardayım. Bilmem hangi mum ışır benim için.
“İnsan mı kendini tüketir, onu Yaratan mı eksiltir?” diye sordum, Kaptan Mustafa’ya. Bir süre durdu, düşündü. Galiba beyninin arşivine indi, hıfzettiği bilgilere ulaştı ve onları mantıki bir sıraya koydu. Çünkü epey bir duraladı, sonra aynen söyle bir şey anlattı:
“Allah, insanı yoktan yaratır. İki hücrenin bir araya gelmesiyle başlayan yaratılış, o ikisinin birleşip katlana katlana çoğalmasıyla kemale erer. İnsan güç kuvvet sahibi olur, sonra rampayı döner, yavaş yavaş kazandırılmış olanlar ondan geri alınır, nihayet canını teslim eder Yaratan’a, bedeni de toprağa teslim edilir. Orada şişme, patlama, parçalanma, ayrışma ve dönüşme başlar, sırayla. Okuduklarımdan öğrendiğime göre, bedenlerdeki artışların da eksilmelerin de nasıl olacağı İlahi Âlemdeki büyük bir kitapta yazılıymış. Nasıl kaydedilmişse, zerrece şaşmadan bedenler arttırıldığı gibi eksiltilirmiş. Sonra da aynı şekilde tekrar var edilecekmiş. Karıncalar gibi topraktan çıkacakmışız ve O’na doğru koşacakmışız. Hem de genç bir bedenle…”
“Nasıl bir kitapmış ki yaratılıştan bugüne kadar onca insanın yaratılış, yok ediliş ve tekrar yaratılışları birer birer kaydedilebilmiş ona?” diye sordum bu defa. Ben pek anlamam dini konulardan, bilirsin. O iyi anlar. Cami hocalarından iyi anlar desem, yalan olmaz!
“Ümmül Kitap... Her canlının genetik yapısının kaydedildiği, her insanın oluşumundan yok oluşuna kadar geçirdiği geçireceği her safhanın milimi milimine yazıldığı bir ana kitaptır o! Hatta parçacıkların tekrar bir araya ne şekilde getirileceği, parmak uçlarına, yani parmak izlerine kadar nasıl düzeltilerek eski halini alıncaya, yaşayacağı ahiret hayatına göre ne şekilde bir beden verilmesi gerekiyorsa o şekilde hazırlanıncaya kadar uğrayacağı bütün çoğalım ve azalımların kayıtlı olduğundan bahsediliyor. Bilmem anlatabildim mi!”
“Nasıl, ne şekilde? Hayal edemedim, gözümün önünde canlandıramadım da nasıl olabileceğini…” dedim. Bu defa şöyle bir örnek verdi:
“Bir motosikleti nasıl imal edildiyse o şekilde sökme sırası ve numaralanan parçaların üstlerine yazılan sayılar bir yere kaydedilirse, onu tekrar toplamak ne kadar kolaydır! Öyle değil mi? İşte aynı bunun gibi Allah da o Ayet-i Kerimede insanın yaratılışındaki çoğaltma ve yapılandırma gibi dünyada ya da kabirlerdeki eksiltilmelerinin bile Ümmül Kitap’ta kayıtlı olduğundan söz ediyor, insanların tekrar nasıl dirilltileceklerini bu tür bir ifadeyle, ispatlarcasına tekrarlıyor.”
“Bir avuç denir tozunu kumsala döküp sonra mıknatısla toplar gibi yani…” dedim.
“İşte öyle toplanacağız!” dedi. “Çoğaldığını görenin azalacağını bilenin, tekrar çoğalacağına inanamaması ne kadar aptalca! Allah’a inanıyor, yeniden diriltileceğine inanmıyor! O zaman aciz bir tanrı inancına mı sahip yoksa! Yalancı bir tanrısı mı var! Haşa!.. Boşa inanıyor. Kendisi kendisine tanrı olmuş, muvakkat gücüyle şımarmış, emanet verilen kuvveti ve kıt aklıyla ahkâm kesiyor!”
Bunları buraya neden mi yazdım? Nasıl olsa adressiz mektuplar bunlar. Eline asla geçmeyecekler. Yeniden diriltileceğime iyice inanmak istedim. Çünkü sen değil hiç kimse beni bu halimle beğenmez artık! Bu dünyada olmadı, olmayacak, belki öbür dünyada, tekrar genç ve dinç olarak yaratıldığımda belki beni beğenirsin diye heveslendim. O zamanı tahayyül ederek de yaşamak istedim.
O zaman aynı yaşta olacağız ya! Acaba beni o halimle görseydin beğenir, sever miydin?
Seni çok sevdim Bahar Gözlüm! Bir daha yaratılırsam yine seni bu kadar çok, yani çılgınca seveceğim!
Zeytin Ağacı”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 479
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.