- 799 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Konuşankuş
Kümesin eskimiş tahtalarının çatlaklarından giren yeni doğan güneşin yatay sütunlar halindeki ışık süzmeleri kümesi aydınlatıyordu. Dışardan, pek de uzak olmayan bir gölden akşamcı kurbağaların sesleri de geliyordu. Kümes sakinleri her zamanki gibi çoktan uyanmış, koruyucularının (çiftçi Sinan’a bu adla hitap ederler) kümese gelip yumurtaları toplama veya yemlerini verme gibi rütin işleri yapması için bekliyorlardı. Havaya akşamdan kalan bi serinlik hakimdi. Kimse yerinden kıpırdamak istemiyordu; çiftler,varsa yavrularıyla, birbirlerine içgüdüsel olarak sokulmuş, yanlarında karşı cinsin sıcaklığını verecek bedenlere sahip olmayanlar ise oldukları yerde iyice iki büklüm olmuşlardı.
İlk ayaklanan her zamanki gibi Başhoroz oldu. Sabahları kümeste bi ileri bi geri denetim yaparcasına turlamak adetiydi. Kümesin 3. katında Aktavuk (en yaşlıları ) baygın ve uykusunu alamamış hissi uyandıran gözlerle Başhorozu izliyordu. Üçüzgıdaklar da yerlerinden çıkmış, kümesin zemininde bir araya gelmişlerdi. Kafaları çok iyi uyuştuğundan ve bitmek tükenmeyen dedikodularından ötürü bu isimle anılırlardı. Kümesin asıl çoğunluğunu oluşturan Toykanatlar da (henüz erişkin olmayanlar) yavaş yavaş analarının yanlarından ayrılıp bir kısmı Yılmazkanat’ı - bitmek bilmeyen çalışma isteği ve güçlü vücudundan ötürü bu lakabı almıştı - sabah sporunu yaparken izlemeye dalmıştı. Yılmazkanat da Toyların ilgisini seviyordu zaten, hiçbir şey olamadığı bu dünyada kendisini bir şey sanmasına yarıyordu bu ilgi. Konuşankuş da (aralarında en konuşkan olanı ) gündelik rutini bozmamak adına gagasını şakırdatmaya başlamıştı. Ara sıra Feyloroz’un (feylosof horoz) yanına gider, o sakin sessizce düşünürken kafasını şişirir ağzından bir iki özlü söz duyar sonra tüm kümeste bilmiş bilmiş bu sözleri gezdirirdi. Bu kümes sakinleri dışında bir de Yalakçı ( en yalaka olan ) vardı ki onunla konuşmak neredeyse imkansızdı. Sadece koruyucusuna karşı bir söz söylendiğinde lafa karışır onun dışında her zaman burnu dik, kendini beğenmiş tavırlarla ortalarda dolaşırdı.
Koruyucu her zamanki vaktinde kümese girdi, önceki akşam hiç uyumamış gibi uzunca esnedikten sonra zoraki bir şekilde yerdeki sepeti aldı. Tüm kümes halkı yerlerine geçti. Hanımlar, koruyucu onların yumurtalarını alıyorken rahatsız olmuyormuş gibi gözükmeye çalışıyorlardı. Sonuçta koruyucu onlara kalıcak yer, yiyecek yem, içecek su verip onları koruyordu, buna karşılık yapmış oldukları ufak bir bedelden rahatsız olmak, hoşnutsuzluk çıkarmak kümes halkınca hor görülebilirdi. Tek tek ve aynı sıradanlıkla tüm yumurtaları topladı koruyucu bey. Tam çıkacakken bir şey onu rahatsız etmiş gibi arkasını döndü. Konuşankuş’a baktı. Hoşuna gitmeyen bir şey arıyormuş gibi baştan sona kaldığı yeri süzdü. Beklenmeyen bir hareketle Konuşankuş’u devasa, nasırlı sağ eliyle tuttu ardından zemine biraz da atarcasına bıraktı. Konuşankuş nolduğunu başta anlamadı. Koruyucu Konuşankuş’dan geriye kalanları, eşini ve iki yavrusunu kaptı. Kirli bir torbaya geçirdi. Artık herkes neyin ne olduğunu anlamıştı. Konuşankuş sessizce olanları izliyordu. Gerçekleşen olayı öncesinde diğer kümes sakinlerinde de gördüğünden kabullenmesi çok zor olmadı. İsyan etme veya kaçma hakkı yoktu .Sonuçta Koruyucu Bey onları kurtlardan çakallardan koruyordu. Bu kümes olmasa bir gün bile hayatta kalamazdı. Hem bir bedel de ödemek lazımdı. Karşılıksız Koruyucu Bey onlara bakamazdı ki .
Koruyucu bey kümesin ahşap kapısını çekip süngüledikten sonra gittikçe azalan ayak sesleriye uzaklaştı. Yalakçı hemen Konuşankuş’un yanına atladı. Bilmiş bir tavırla ’ Umarım üzülmüyorsundur Konuşkan, kümesin devamlılığı için bir fedakarlık yapıp Kanatsızların(aile yakınlarını feda edenlere verilen soylu bir lakap) arasına girdin. Onur duymalısın bence.’ dedi. Öbür taraftan Yılmazkanat destek çıktı: ’ Doğru söylüyor. Hem bir toprak kanla şereflendirilmedikçe orda yaşamanın ne anlamı var ki ? Gel, gidenler bizler için gidiyor. Üzülme . ’ Toylar bir anda onaylar biçimde cikciklemeye başladılar. Feyloroz ve Aktavuk böyle durumlarda asla konuşmazdı. Başhoroz ise baş sağlığı diler ardından elde etmiş olduğu onurlu ünvan için söz konusu olan kişiyi tebrik ederdi. Nitekim de yine öyle oldu. Tabi olayı bir de Konuşankuş’un gözünden bakmak lazımdı; acaba o az önce yaşadığı olayı bir gurur kaynağı olarak görüyor muydu ? Bu iş böyle olmak zorunda mıydı, daha iyisi yok muydu , en azından daha acısızı ? Bu sorular ne yazık ki kafasınını içinden başka yerde nefes alamıyacak sorulardı. Kümes halkı bu tarz sorgulayıcı-yıkıcı eleştirilere hayatta tahammül edemezdi. O kim ki yıllardan beri süregelen bu düzeni milletin keyfini rahatını bozacak şekilde eleştirsin !
Nitekim Konuşankuş bu olaydan sonra çok değişti.
Mevsimlik göç eden Gezginkanatlılar ara sıra çiftliklere uğrarlar, görüp gezdikleri yerlerdeki düzenleri, yaşamları çiflik halklarına anlatırlardı. Tabi halk bunlar sanki şehir efsaneleriymiş gibi dinler, bazen imrenir bazen de yok canım o kadarı da abartıdır diyerek dinlerlerdi. Yine tam da göç zamanlarından biriydi ve Kuşankuş bu sefer Gezginlerin anlattıklarını can kulağıyla dinliyordu. Hatta bununla da yetinmeyip Gezginci Başı ile bile özel sohbet etti. Bazı yerlerde çiftliklerin etcil çakallar ve kurtlar tarafından efendi-köle sistemiyle yönetildiğini öğrendi. Bazı çiftliklerde ise çiftlik halkının yönetimi eline almış olduğunu, sosyal-çiftlik yapısıyla yönetildiğini öğrenmişti. Diğer yönetimse kendi çiftliğindekiydi. Bir koruyucu himayesinde sözde birlik sistemiyle yönetiliyolardı. ’hmm, demek bizimkinin de ismi buymuş ’ dedi. Sohbetlerine birkaç gün daha devam ettiler.
Gezginler gittikten sonra da Konuşankuş bir köşeye çekilip kendince düşünmeye başladı. Öğrendiğine göre sosyal-çiftlik yapısında iş dağılımları varmış; mesela büyükbaşlar savunmadan sorumluymuş, çiftliğin kendilerini geliştirmiş olan hayvanları ise türlerine bakılmadan yönetime girebiliyormuş, üretim yine düzenli olarak ihtiyaca göre yapılıyormuş ve en önemlisi de kafasına estikçe onları alıp götüren bir koruyucuları yokmuş vs vs.
Düşündü; kendimizi koruyabildikten sonra ne gerek vardı koruyucuya ! Hem birbirimizi korur hem de keyfimizce iş yaparız dedi. Peki, ama önce bu fikri başta kümes olmak üzere tüm çiftliğe yayması lazımdı. İlk önce Feyloroz ile konuştu, fikirlerini açtı. Feyloroz’un bu tarz şeyler hakkında bilgisine şaşırmıştı. Konuşankuş konuyu açtığı gibi Feyloroz gagasından bal damlarcasına konuşmaya başlıyordu. Ama bir şey eksikti Feylorozda, gerekli ruh ve inancı yoktu. Konuşankuş bir yerden sonra karşısında bir köşeye çekilmiş ihtiyar bir bilmiş gördü. Konuyu Aktavukla da paylaştı. Aktavuk sakince ’kimler geldi kimler gitti, herkes bir şeyler dedi, denilen şeyler de hep uçtu gitti ’ dedi. Morali bozulan Konuşankuş daha da hırslandı. Bu işi öyle ya da böyle yapacaktı.
Bundan sonraki dönemde her bulduğu Kanatsızla, veya Kanatsızlara yeni katılan kişilerle düşüncelerini ağırdan hissettirerek konuştu. Acısı taze olanlar Konuşankuş’un dediklerini benimsiyorlardı. Kanatsızlardan başka günlük zamanda da rastgeldikçe diğer çiftlik hayvanlarıyla iletişim kuruyor, kimin neye yatkın olduğunu tespit edip düşüncelerini açıyordu. En rahat kendi tarafına çekebildikleri arasında koyunlar, kazlar, hindiler, sahiplerinden bıkmış atlar, kanatsızlar, kümestekiler dışındaki türlerin ileri gelenleri yer alıyordu. Elinden geldiğince anlatıyordu: ’ Böyle olmak zorunda değil - bak Koruyucuyu kandırabiliriz - sıradakinin sen olmayacağını nerden biliyorsun - sıra sana gelince anlıyacaksın -başka yerlerde daha iyi yaşayanlar varken biz neden buna katlanalım - daha ne kadar fedakarlık yapıcaz ’ gibi cümleler kullanıyordu. Bir yerden sonra da bu sözler çiftlikte gezinmeye başlamıştı . Sonuçta düşünceler hastalıklı hücreler gibidir, uygun ortamı bulduğu zaman hemen yayılırlar. Konuşankuş bu düşüne harekatına isim de koydu : Ütopya
Çiftlik resmen ikiye ayrılmıştı: Değişiklik isteyen Ütopyacılar ve geleneksel düzenden vazgeçemeyen, daha doğrusu vazgeçmekten korkan Ütopya karşıtları.
Kümesteki Yalakçı dışında diğer türler arasında da yalakçılar vardı ve bunlar sayesinde Ütopik hareketi Koruyucunun kulağına kadar gitmişti. Koruyucu tas kafalı, dar görüşlü, düşünmeyi pek sevmeyen, bilinçsizce hayatını rütin işleri yaparak geçiren biriydi. Fazla umursamadı. Hala gündelik işlerini devam ettiriyordu.
Konuşkankuş artık rahatlıkla çiftlik halkına nutuklar çekiyor, onları gaza getiriyordu. Onun düşünceleri artık rahatlıkla ağızlarda dolanıp tartışılabiliyordu. Sonunda, diğer türlerin reisleriyle bir araya geldi, artık zamanın geldiğini bu işi yarın yapmaları gerektiğini söyledi. Karşı çıkan bir iki tane reis olsa da onlara ’ Daha ne kadar arkadaşımızı , emeğimizi koruyucu artığına feda edicez ha ! ’ gibi sözlerle cevaplar verdi. Anlaştılar: yarın toplayabildikleri kadar hayvanı Koruyucunun evinin önünde toplayacaklardı. Sonra şartlarını Koruyucu’ya iletecekler kabul etmezse zor kullanacaklardı.
Devrim gününden önceki günün akşamında Konuşankuş Feyloroz ile son kez konuşmak için yanına çıktı. Yaptıklarını, yapacaklarını, düşüncelerini bir bir Feyloroz’a anlattı. Karşılık olarak da bir canlanma, bir umut , inanç belirtisi görmek istedi. Ama hayır. Feylosof sadece dinledi, dinledi ve dinledi. Tek dediği şey, ’Bilirsin Konuşankuş, her koyun kendi bacağından asıldığı gibi...’ devamını getirmedi. Konuşankuş da diretmedi , ayrıldı.
Büyük gün gelmişti. Öğlen vakti tüm çiftlik halkı(ütopyacılar ve kalabalığın gazına gelen diğerleri) Koruyucunun evinin önünde toplandılar. Herkes çıkarabildiği tüm sesleri ellerinden geldiğince gür şekilde çıkarmaya başladı. Büyük başlar yerleri dövüyordu, koyunların birbirine girmiş mee lemeleri , kazların gakları her şey birbirine girmişti. Evin bekçi köpekleri hemen koruma pozisyonuna geçtiler. Koruyucu şaşkın bir şekilde kapıyı açtı. İrkti, olayı anlayamadı başta, yavaşa basamakları indi. Bekçi köpeklerinin yanına iliştiği zaman az önceki ses kalabalığı bir anda kesildi. Koruyucu etrafına baktı, büyük küçük, kanatlı kanatsız birçok hayvan karşısındaydı. Sağına soluna baktı. Evin etrafı da büyük başlar tarafından çevrelenmişti.
Kalabalığın arasından Konuşankuş boynu dik şekilde öne çıktı. Açtı gagasını yumdu gözünü; bunca zamandır neler çektiklerinden, istemedikleri halde yaptıkları işlerden, kanlı fedakarlıklardan ve Koruyucunun devrinin son bulduğundan bahsetti. Koruyucu yarı öfke ve yarı korkuyla dinliyordu. Demek zamanı gelmişti ha, demek ki bayağı ciddilermiş ha. Şartlarını sordu Konuşankuş’a. Konuşankuş gür sesiyle bağıra bağıra konuşmaya başaldı : Bundan böyle biz senin değil, sen bizim malımızsız; bir yerde insan işi gerekirse(tamir, imar gibi) sen yapacaksın. Bu çiftlikte hiçbir söz hakkın olmayacak. Kendi kurucağımız bir kurulla biz yöneticez ! Hiçbir şekilde et ürünü yemeyecek, bizim yeterli gördüğümüz miktarda süt ve sebze ürünleriyle besleneceksin. Çiftlikten dışarı çıkman söz konusu bile olmayacak. Eğer bunları kabul edersen evin sana bırakılacak ve saydığım koşullar altında çiftlikteki yaşamına devam edebileceksin. ’ Bir sessizlik çöktü. Kimseden çıt çıkmıyordu. Koruyucu şaşkın ve boş bakışlarla Konuşankuş’a bakıyordu. ’ Ama sizler hayvansınız, böyle bişi olamaz ! ’ dedi. Konuşankuş ’ Bizi aşağılıyor, görüyor musunuz ? ’ diye bağırdı topluluğa. Kalabalıktan kısa süreli uğultular yükseldi. Büyük başlar Koruyucu ve köpeklerinin üzerine yürür gibi yaptı. Tekrar sessizlik olunca koruyucu düşündü: Çiftlikten başka yerde yapamazdı, şehir nedir bilmezdi, başka çiftlikte de başkasının emrinde çalışacağına burda kendi yerinde kalsa daha iyi olur herhalde. ’Peki’ dedi. Ama sessizlik sürmeye devam etti. Konuşankuş bağırarak ’ Dizlerinin üstüne çök ve kabul ediyorum de !’ dedi. Koruyucu’ya dokunan ilk hamleydi bu. Eğildi ve kabul etti. Tüm çiftlik halkı bayram etti. Yeni bir düzen başlıyordu...
Devrimin ilk günü çiftliğin ileri gelenleri başkanlığını Konuşankuş’un yaptığı 10 kişilik kurulu kurdular. İş dağılımlarını, ihtiyaçları, yapılcakları, savunmanın nasıl olacağını, her şeyi tartışmaya başladılar.
Yeni düzene geçiş aşamasında en çok zorlanan Koruyucu oldu. Hayvanlar ne derse yapıyor, hatta onlardan gelen aşağılamalara, hakaretlere katlanıyordu. İçin için büyüyen bir öfkesi vardı. Günler geçtikçe dişlerini ve yumruklarını daha çok sıkıyor ’ Bu aptallara mı kul oldum’ diyordu .
Birkaç hafta geçmişti. Çiftliğin düzenini oturtmakta zorlanıyorlardı ama en azından artık kanlı fedalarda bulunmak zorunda kalmamışlardı. Herkesin en büyük avuntusu buydu .
Konuşankuş. Kümesten hala onu sevmeyenler vardı, Yılmazkanat ve Yalakçı gibi. İkisi de efendileri gittiği için üzülmüş, yeni düzenin getireceklerinden korkuyorlardı. Konuşankuş da eskisinden daha çok konuşuyordu. Liderlik özelliği yavaştan gevezeliğe dönüşmekteydi. Herkesten çok da o Koruyucu’yu gördüğü yerde aşağılıyor, tartaklıyordu. Herkese bilmişçe bir şeyler anlatıyor veya devrimi nasıl gerçekleştirdiklerini böbürlene böbürlene anlatıyordu. Bazen seveni bile bıktırır hale gelse de kimse bir şey demezdi, sonuçta devrimden ve liderliğinden önce de Konuşankuş gevezenin, bilmişin tekiydi. Buna kızılamazdı çünkü herkes olağanüstü şartlar altında başka, normal şartlar altında başka olur.
Konuşankuş devrimden sonra Feyloroz’dan bir tebrik beklemişti. Ama hayır. Feyloroz sanki yönetim hiç değişmemiş gibi yaşamına devam ediyordu. Konuşankuş Feyloroz’un duvarlarını aşamayacağını anlamaya başlamıştı.
Bir gün, devrimden bir kaç ay, Koruyucunun iyice dolup taşdığı birçok gün, Konuşankuş’un konuştuğu sayılması olanaksız dakikalardan sonraki bir gün, kümese Koruyucu girdi. Kümesteki pislikleri temizlemeye başladı. Konuşankuş yine hakaretlere başladı. ’Pişt, taş kafa, iyi temizle ! Pişt yağ fıçısı , ömrünün sonuna kadar et yemesen bile veremezsin bu kiloları ! Hadisene lan, hızlı ol keyfini mi beklicez ! ’ Bugün apayrı bir hırsla yükleniyordu koruyucuya. Kümeste gülüşmeler başlamış, kümes halkı dikkatini iyice Konuşankuş’a vermiş, uğraşlarını bırakıp göteriyi izlemeye başlamıştı.’ Ah seni kabul ettiğimiz güne lanet olsun ! Ne aptallık ! Bir işe yaramaz anca ürünlerimizi yer ! iş yaptığı da yok ! Tipe bak çirkin şey ! ’. Koruyucu kıpkırmızı olmuştu. Elleri de titremeye başladı . Dişlerini sıkmaktan dişleri kırılacaktı. Yavaşça ayağa kalktı. Konuşankuş’a baktı. Konuşankuş ’ ne bakıyorsun tipsiz, eğil de işini bitir , seni burda görmek istemiyoruz ! ’ dedi. Herkes gülmeye devam ediyordu. Feyloroz hariç herkes.
Koruyucu çevik bir hamleyle nasırlı koca elleriyle Konuşankuş’u kaptı. İri kollarında damarlar fışkırmıştı. Herkes irkildi. Koruyucu sağ eliyle Konuşankuş’un boynunu, sol koltuk altına da vücudunu koydu. Güçlü bir hamleyle kuşun boynunu eğdi, büktü ve en sonunda boynunu çekip, kuşun başıyla bedenini birbirinden ayırdı. Kuştan ’ GAAK’ diye anlık cıyak bir ses çıktı. Üstü başı kan olmuştu . Suratı kıpkırmızı, şakakları damarla doluydu. Kuşun bedenini ve başını yere fırlattı. Başsız beden düştüğü yerde kendi kanı içinde tepinmeye devam ediyordu. Herkes şaşmış, korkmuş, şokun etkisi altındaydı. Eli kanlı Koruyucu yüksek bir sesle bağırdı : ’ VAR MI BAŞKA KONUŞACAK OLAN ?! ’ kimse bir şey diyemedi. Kümes halkı korkudan bayılmak üzereydi. ’ Yettiniz ulan ! Ama merak etmeyin, her şey öncekinden daha güzel olacak ! ’ . Yerde yatan Başsızkuş’a baktı. Üstüne dolgun bir tükürük attı. Ağır adımlarla kümesten çıktı ve kapıyı sürgüledi. Tüm kümes halkı kendi yaratmış oldukları canavarın ağır ağır çıkışını izlemişti.
Feyloroz kendi kendine mırıldandı ’Her koyun kendi bacağından asılır, her konuşansa kendi aklından ’.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.