- 868 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
SÜREYYA BERFE ÜZERİNE
Bu yıl edebiyat dergileri yine şiirle doluydu. Kimi bir şairi, kimi bir duyguyu, kimi bir ustalığı yineleyen, oluşturan, pekiştiren şiirler. Kimiyse yıllardır niçin yazıldığı bilinmeden yazılan, yazılır yazılmaz da kaybolan şiirler.
Ben bir tanesinin üzerinde duracağım,. Hem şairinin kişiliğindeki değişimi, gelişimi hem de son yıllarda şiirimizin nereye doğru gittiğini, göstermesi yönünden önemli göründüğü için bana.
Süreyya Berfe’nın Yazı adlı şirinden söz etmek istiyorum.
Süreyya Berfe, son yıllarda ilgiyle izlenen bir şair. Bu ilgi, daha çok, şiirini her gün biraz daha geliştirmesinden, okuyucunun karşısına değişik, ama daha önceki şiirlerini aşanbir ustalıkla çıkmasından doğuyor. Şiirinde gereksiz gördüğü ağırlıkları hiç acımadan atıyor Berfe, yerine yeni birşeyler koyuyor. Bakıyorsunuz, bir sonraki şiirinde o yeni şeyi de değiştirmiş, geliştirmiş ya da atmış. İlk kitabı olan Gün Ola’ya giren şiirleriyle son şiirleri arasında, derinde, yüzeyden görülmeyen bir şey var.
Bir şirin büyüklüğü, çağdaşlığı, önemi, toplumsal duygulanıma yaklaştığı ölçüde artar. Şair kendi ’ben’ini dünyayla, toplumsal ’ben’le birleştirdiği onun içinde erittiği ölçüde gerçek şiire yaklaşır.
Böylece, Süreyya Berfe’nin Gün Ola’daki şiirleriyle Yazı şiiri arasındaki gizli ilişkiyi de yakalamış oluruz. İlk şiirlerindeki ’ben’ gelişerek ortak ’ben’i olmuştur. Örneğin. Köye Giderken’ deki, ’Ey İstanbul şehri / Senden ayrıldığım için üzgün değilim / Sahtekar ışıklarından / Alık güneşinden..’dizeleri, okuyana fazla bir şey veremeyen öznel bir duygulanımdan öteye gitmezken. Yazı’ da, ’güzel’ ’sözcüğüyle birbirine bağlanan dizelerle, kara güldürüden yararlanarak verdiği İstanbul görünümü somutlaşıyor, ortak bir duyguya dönüşüyor: ’Hastane güzel / Güzel güzel doktorlar hemşireler var / Her kliniğin önünde güzel kuyruklar var / Anasının kucağında ölen çocuk güzel / Yıl 1973, ülke Türkiye, rejim hür ve demokratik çok güzel ’
Bir başka yerde,’ biz’ derken, bir kuşağın: kendi kuşağının koşullarından söz ederken tüm kuşakların hiç duraksamadan kabul edeceği bir yargıya ulaşıyor: ’ Yüzümün rengi / Özgürlüğün yüzünün rengi / Kim gördü öagürlüğün yüzünü / Herhalde biz görmedik ’
Ve bu türlü yoğunlaştırmalarla şaire en son dizelerde, vurucu, öfkeli fakat güvenli bir yargıya varınca yadırgatmıyor insanı; inamdırıcı bir rahatlıkla ’Hep aynı insanlarla dolmaz mapusaneler Ve hiçbir yerde görülmemiştir kuruduğu aradaki kanın’ , diiyor, ’Hep aynı insanlarla dolmaz mapusaneler’ dizesinden, kaynağını- son yılların bir çok şirinde olduğu gibi- bireyci coşku ve öfkeden, delikanlılıktan değil toplumsal bir acıdan, tarihi gelişime inanmışlıktan alan bir rahatlık ve kendine güven vardır.
Bu rahatlık, bütün şiir boyunca şairin, ayaklarını yerden kesmeyişinden gelmektedir. Uzamış sakalından başlayıp, bir evin ihtiyaçlarından, çocuğun isteklerinden, sokaklara caddelere dağılarak ; dolmuşların içine, hastanelere, ’bazı arkadaşların’ yattığı kışlalara, ’ ucuz, yakın ve dahi sanatçıların geleceği’ meyhanelere girerek; dünyanın bütün güzel ve çirkin şeylerine vuran gökyüzünün mavisini seyrederek; dolmuştaki, duraklardaki, meyhanelerdeki konuşmaları, radyodaki haberleri dinleyerek bize hiç yabancı olmayan, yaşamımızdan gerçekçi kesitler veren şairin dünyaya bakışından geliyor bu rahatlık. Bu bakışta ayakları havada hiçbir yan bulamıyoruz. Tersine, gerçekliğe sımsıkı bağlı olmanın verdiği sağlamlık var. İnsanları, dünyayı, koşulları olduğu gibi kabul etmenin inandırıcılığı ve sıcaklığı var:
Kendi devrimcilikleri yolunda son hızla seyreden
bazı arkadaşlara duyururum
Malzeme olur eleştirilerinde
Her akşam olmasa bile sık sık çekiyorum pırnayı
Bu akşam da çekeceğim şimdiden belli oluyor
Bu dizeler, biraz önce sözünü ettiği ’devrimlerin büyük ustası’ nın sözlerine bir başkaldırı, bir inat değil, onların doğrulanması , gerçekçi bir planda saptanmasıdır: ’Böyle dönemlerde en yakın tehlikeler alkol, seks ve intihardır.’
Bu eleştirel gözle saptayıştan toplumun hiç bir kesimi kurtulamıyor: iş adamlarından, patronlardan, onların şımarık çocuklarına; ’kürkler, japoneler, şallar’ la İstanbul Festivali’ nde Köroğlu Operası’nı seyretmeye gidenlere; kendilerini ’sittin sene şiir yazmak zorunda’ hissedenlerden, dergilere, ödüllere, ödül jürilerine, jüri üyelerine, ’ana dilini bilmeyen hikayecilere, yazdıklarını görmemek için gözlerine mil çeken romancılar’ a kadar hiç kimse.
Şiir boyunca, gücünün de, güçsüzlüğününde bilincinde olan ’ben’ için bütün bunlar ’güzel’ dir, Çünkü gerçektir, gerçek olan her şey gibi doğurgandır. Güzel olmayan bir şey vardır yalnız: ’Bir şey güzel değil / Milyonlarca ayağıyla vakitli vakitsiz damarlarımda gezinen / Ve adına entellektüel literatürde sıkıntı denilen hayvan’
Ve bir çığlıkla, güçlü bir ’final ’ le bitiyor şiir:
Çığlık oluyor bütün duyduklarım
Ağzım, gözlerim, yüzüm ellerim, kollarım
Gücüm güçsüzlüğüm
Umudum umutsuzluğum
Bilincim bilinçsizliğim
Hüznüm acımsevincim
Beklediğim beklemediğim
İnandığım imanmadığım
Sevdiğim sevmediğim
Hayatım geleceğim ölümüm
Beni ben yapan ne varsa
Bir araya gelip haykırıyor
Hep aynı insanlarla dolmaz mapusaneler
Ve hiçbir yerde görülmemiştir kuruduğu aradaki kanın.