NE ŞEHİT NE GAZİ NİYAZİ
İstanbul’un gecekondu mahallesi Çeliktepe’de yan yana iki komşudur. Niyazi ve Sevil. İkisi de ilkokuldan beri arkadaştır.
Niyazi çocukluğundan beri Sevil’e tutkuludur. Sevil ise Niyazi’yi hep komşu çocuğu olarak görür. Çünkü Niyazi’ye komşuluk dışında yan yana gelmeleri bile çok zor. Niyazi çocukluğundan beri çok çirkin bir çocuktur. İri burnu en çok onu çirkin gösteren özelliğidir. Kıvırcık saçları şekil vermeye müsait değil. Üstelik ergenlik çağında yüzü sivilceli bir hal aldı. İçine kapandı. Toplum içine çıkmaz bir tip oldu.
Sevil ise oldukça güzel, bir bakan bir daha bakası gelen bir kız. Güzelliği ile hafızalara kazınıyor. Üstelik derslerinde oldukça başarılı bir öğrencidir. Bu nedenle çevresinde ilgi odağı bir kız. Birçokları gibi Niyazi’yi göstererek bu “tipsiz de kim” diye sormakta. Sevil “komşumuz ve ilkokuldan beri arkadaşım” demekle yetinirdi.
Sevil’in anne ve babası da Niyazi’yi Sevil’i koruması, kollaması karşısında oldukça memnundur. Niyazi’nin Sevil’e karşı sevgisini bir abi kardeş ilişkisine benzetirler. Üstelik son yıllarda sağ sol gibi kutuplaşmaların yaşandığı bir dönemde bu hamilik anne ve babayı sevindiriyordu…
Yıllar çok çabuk geçmişti. Sevil çalışkan bir öğrenci olarak lise sona gelmişti. Niyazi ise lise birden terk etmişti. Ama sanki okula gider gibi her sabah Sevil’e okula kadar eşlik etmek bir alışkanlığı olmuştu. Çevredeki insanlar bile bu ilişkiye bir anlam veremiyordu. Meraklı bir bakışla gözleseler de. Bu iki genci birbirine yakıştırmasalar da bu iki genci pek yadırgamıyorlar. Komşuluk ilişkisine yoruyordu. Niyazi ve Sevil gibi mahalle arkadaşlığı yapan çok genç vardı.
Neyse ki, Sevil’in üniversiteyi kazanmasıyla birlikte biraz olsun mahalleden uzaklaşmak meraklı bakışları da uzaklaştırmıştı. Sevil İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesinin kazanmıştı. Artık Niyazi’nin işi Sevil’i Yıldırım Beyazıt’a kadar eşlik etmekti. O civarda oyalanıp, dönüşte birlikte dönmekti. Niyazi bütün bu eşlik etmelere “iş arıyorum” bahanesiyle örtüyordu.
Üniversitenin ilk yılında Sevil birçok öğrenci gibi kendisine kucak açan örgüte girdi. Artık o örgütün sempatizanı olarak derslerin yanında örgütün etkinliklerine katılıyordu. Niyazi de hiç istemediği bu durama uymak zorunda kaldı. O da örgütün önce sempatizanı oldu. Sonra da Sevil’in gözüne girmek için azınlı bir militan olmuştur. Artık kendine bir iş bulmuştu. Nerede bir etkinlik var Niyazi orada gece gündüz demeden etkinliklerde kendini gösteriyordu. Ama Sevil’i hiç ihmal etmiyordu.
Bir süre sonra Sevil örgütün liderlerinden biri ile gönül ilişkisi gelişti. Niyazi’ye ne olduysa o günlerden sonra oldu. O örgüt militanı elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi oldu. Hırçınlaştı. Hırçınlaştıkça, daha çok hırpalanmaya başlandı. Örgüt arkadaşları sürekli eleştiriyor. Davranışlarını bir anlam vermeye başlıyordu. Bazı sezgili arkadaşları onun hırçınlığının nedeni Sevil olduğunu anlamıştı. Bunun karşılığı olmadığını da bildiklerinden Niyazi’ye acıyorlardı…
Niyazi, Sevil’i kendi hakkı olarak görüyordu. Ama gözü o kadar kör olmuştu ki, karşılıksız olduğunu görmüyordu. Ya da kabullenmek istemiyordu. Bu durumu Sevil çok sonraları fark etti. Fark ettiğinde de aldırmadı. Çünkü artık kendi sevdiği vardı. Niyazi eninde sonunda yanlışını anlayacaktı. Hatta diğer kızlar da bu durumu fark ederek Sevil’i uyardılar. Sevil ne yapacağını şaşırdı. Hiçbir zaman umut vermemişti. Niyazi kendi kendine umut vermişti.
Niyazi, Sevil ilişkisi o kadar dal budak sardı ki, Sevil’in sevgilisi de haberdar oldu. Hemen arkadaşlarına Niyazi’nin başka bir teşkilata gönderilmesini önerdi. Niyazi’nin bir süre uzaklaşmasıyla bu durumun düzeleceğini sandılar. Oysa Niyazi de Sevil bir saplantı olmuştu. Başka bir teşkilatta görevli olduğu halde artık mahallede Sevil’i rahatsız eden tacizlere başlamıştı…
Bunu haber alan örgüt arkadaşları Niyazi’yi başka bir şehir’e göndermeyi çare olarak buldu. Niyazi buna “annem babam ve kardeşlerim bana bakıyor. Onları terk edemem” diye direndi. Oysa gerçek öyle değildi. Niyazi, Sevil’den çok aileyi rahatsız ediyordu. Okumamış, okulu terk etmiş ve yıllarca işsiz güçsüz dolaşmış. Hatta onlarda Sevil’in ona yar olmayacağını bildiğinden. “Sevil’e kuyruk olmuşsun” diyerek sitem etmişlerdi.
Niyazi başka bir şehir’e gitmeyi red ederek pasif bir duruma geçti. Ama Sevil’i tacizleri devam ediyordu. Sevil nerede ise o da orada olmaya çalışıyordu. Sevil ise kaçmaktan bıkmıştı.
Bir gün mahallede karşı örgütten biri öldürüldü. Bunu takiben Sevil’in örgütünden misilleme yapıldı. Bu durum üzerine örgüt toplantı yaptı. Durum değerlendirmesi yapıldı. Yedi sekiz kişilik bir toplantıdan iki kişi kaldı. Bu iki kişi aralarında şu konuşma geçti. Öneriyi ortaya atan kişi, “bu işi iki kişinin konuşması daha hayırlı” dedi. Diğeri merak kesildi. Karşısındaki kişi bunun bir infaz işi olduğunu ve bire karşı iki olacağını düşündü. Fakat düşündüğü gibi olmadı. Öneri sahibi Niyazi’den nasıl kurtulacaklarını anlattı. “Bu Niyazi bugün olmazsa ileride önerdiğimden daha çok baş belası olacak. Çünkü bu adam sürekli silah taşıyan biri” biraz soluklandı ve devam etti. “halk arasında ne şehit ne gazi bok yoluna gitti Niyazi” diye bir deyim var. Dedi ve devam etti “Niyazi’yi bok yoluna göndereceğiz. Öyle bir göndereceğiz ki, bizimkiler bile bilmeyecek senden benden başka kimse bilmeyecek. Başkan bile bilmeyecek.”
Plan yapıldı. Temiz bir silah bulundu. Niyazi vuruldu. Örgüt Niyazi’ye Şehit saydı. “Bire karşı iki şehit verdik” diyerek yoğun bir propaganda yaptılar. Cenaze töreni düzenlendi. Hiçbir şehit’e gösterilmeyen ilgisizlik, Niyazi’nin başa bela oluşuna bağlandı. Sevil bile pek üzülmedi…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.