- 755 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
478 – SEN VARSIN
Onur BİLGE
“Güzeller Güzeli,
En çabuk geçen, nasıl geçtiği anlaşılamayan bir çağdır gençlik çağı… Yıllar, teklifsizce gelir gider. Kâh gençlik dağlarında deli rüzgârlar olur eser, kâh seller olur akar, kâh heyelan… Zamanla siler süpürür onda ne varsa güzellikten, dinçlikten, sağlıktan yana… Acımasız yıllara inat yaşlanmayan olmaz ama belki sağlıklı ve zinde kalmayı başarabilir insanlar. Güzellik, Allah vergisidir kula. Verilenlere mübarek ola! Ne yazık ki o da gençlikte sahip olunan diğer nimetler gibi rüzgârlarla savrulanlardan, sellere kapılanlardan, heyelanla akanlardandır. Hem de diğerlerinden de erken…
Her şey gibi güzellik de emanettir. Çabuk teslim edilen emanetlerden yani… “Ne kadar da güzelleştim!” ya da “Ne kadar da yakışıklıyım!” derken, saçlarda aklarla başlar, hüsran… Sonra yüzde kırışıklıklar, vücutta sarkmalar… Gerçi sende olmaz böyle şeyler. Olsa da seni etkilemez. O muhteşem güzelliğin altyapısı oldukça sağlam görünüyor. Cami yıkılsa da mihrabı yerinde kalır.
Güzelliğini anlatmaya kalktığımda dağarcığımdaki sözcükler kifayet etmiyor. İltifat etmeye kalksam, o güneş misali ışık saçan güzelliğine mum tutmuş gibi olacağım! Güneş ışığı karşısında mum ışığının ne ehemmiyeti olabilir ki!
“Güzeller zevk-ü sefa için yaratılmıştır!” diyecek oluyorum, içinde bulunduğun durumu düşünüyorum da hiç de öyle değil! Ancak o güzel bedeninin içindeki güzel ruhunun ıstırap çekmekte olduğu acı bir gerçek.
“Güzelin talihi ayağının altındadır, çirkinin talihi alnının ortasındadır!” derdi analığım. Güzel bir kadıncağızmış vaktinde. Sık sık yakınırdı yazgısından. “Gül gibi gelin geldim bu eve, acımadan soldurdu bu adam!” diye söylenirdi çoğu kadın gibi kendi kendine.
Analar babalar kızlarının tahtlarını yapabilirlermiş de bahtlarını yapamazlarmış. Aklıma geldiğinde çektiklerin, içim paramparça oluyor! “Nasıl olur!..” diyorum! Çıldırıyorum!.. Benim gözümden esirgediğim.. Bakmaya kıyamadığım… Seyretmeye doyamadığım… Yerine kimseyi koyamadığım… Hasretiyle yandığım! Çaresizlik içinde deliler gibi dolandığım! Bir soysuzun elinde! Nasıl olur!..
Nagâhan’ın dediğine göre o hain, o sadist adam seni hırpalamakla kalmamış, dışarıya çıkmayasın diye kıskançlıktan elbiselerini parçalamış, saçlarını oyuk oyuk kesmiş. Hırsından ayakkabılarını bile tabanlarından ayırmış! Eğer dedikleri doğruysa hiç üzülme! Bir yolunu bulup seni oradan kurtarmaya çalışacağım. Sabret! Sabret Dünya’m! Evren’im, sabret!
Güzel, her halde güzeldir. Kendisine güvenen film yıldızları, mankenler saçlarını kazıtırlar. O halleriyle de ne kadar güzel olduklarının ispatıdır bu! Saç, her şey değil ki! Kökü sende… Yine çıkar. Bayanlar için sorun değil. Hatlar fevkalade... Öyle de çok güzeldin, mutlaka böyle de… Giyeceklerse… Çıplak gezdirecek değil ya! Kesesine zarar! Yenisini alacak nasıl olsa. Akınla turp suyu sıkayım onun! Yasaklar, arzuları kamçılar! Sıktıkça fışkırır insan! Aciz, budala!..
Bu kadar eziyet edilen kadın bunu onun yanına bırakır mı! İntikamları acı olur onların! Bin kere bin pişman ederler adamı yaptığına yapacağına!..
Bu zamana kadar kıskanç kocaların yaptıklarını ettiklerini duydum ama böylesine sadistçe çılgınlıklar yapanını hiç duymamıştım! O da sana nasip olmuş!
Ben belki onun verdiklerini veremezdim sana ama baş tacı ederdim seni! Başımın üstünde gezdirirdim! Ne kendim ezmeye kalkardım ne de başkalarına ezdirirdim! Bir âlime bir zalim… Allah’ın türlü türlü işleri var! Akıl sır ermez işleri…
Elmas küpeyi kulaksıza, sırma tarağı kele nasip edermiş. Seni de ele nasip etti. Ne olduğu belirsiz bir soysuza!.. Uğursuza!..
Bir kadına el kaldıran erkek, erkek değildir! Zavallıdır, acizdir! Acınacak kadar zayıf, sümsük ve kişiliksizdir! Dışarıda kimseye “Höt!..” diyemeyendir. Erkeklerden dayak yiyendir! Zerre kadar kendine özgüveni olmayan, dışarıdaki ezikliğinin farkında olan, o açığını evin içindeki güçsüzlere galip gelmek suretiyle kapatmaya çalışan, ev içinde tahakküm kurarak aslan olduğunu sanan kedi yavrusundan başka bir şey değildir.
Ne kadar mutluydun dallarımda uçuşurken! Seslerin en tatlısıyla, en güzeliyle, en etkilisiyle şakırken… Şarkılar söyleyip, espriler yapıp, kahkahalar atarken… Mutluluğa hazırlanırken mutsuzluğun kucağına düşeceğin hiç aklına gelir miydi? Çok uyardım seni, hiç kulak asmadın sözlerime! “Çek şimdi çileni! Oh! İyi oldu! Müstahak sana!..” demek geliyor dilimin ucuna ama yine kıyamıyorum! Dilim varmıyor! Diyemiyorum!
“O dallarda ökse var, güzelim!” demiştim sana. Şimdi çırpınma boşuna, uçamazsın, kaçamazsın! Yakalanmışsın bir kere, bir parça yem uğruna. Ağlaman sızlanman nafile! Bari kimseye söyleme, afişe etme aranızda olup bitenleri boş yere! Telefonumu biliyorsun, bir ara, bir sor halimi, derdini bana anlat! Birlikte düşünelim neler yapabileceğimizi.
Sırrını söyleme dostuna! Dostunun da dostu vardır, söyler dostuna! Söz, ağzından çıkıncaya kadar sana köledir, çıktıktan sonra sana hükmetmeye başlar! Sır da öyle… İki kişinin bildiği, sır değildir! Sırdaş olarak seçtiğine de Maşallah!.. Tam adamına anlatmışsın, ailevi sırlarını! Sana en yakın olduğumu sanıyordum. Öyle demiştin ama dilinin ucuyla söylemişsin demek ki! Oysa ben kendimden eminim. Sana en yakın dost benim! Her zaman da öyle olmaya kararlıyım!
Seni o zalimin elinden ancak gerçek dostun kurtarabilir.. Sen hatırlamıyor veya artık güvenmiyor olsan bile gerçek dostun benim! İlk gözyaşını gördüm, ikincisini yakalamaya ve üçüncüsünü durdurmaya hazırım! Senin için yapamayacağım hiçbir şey yok! Neyim varsa yoluna seve seve harcamaktan kaçınmam! Gerekirse senin için canımı bile veririm! Bunu böyle bilmelisin!
“Hani kimin kimsen var mı sana arka olacak? Bir akraban, yakının, dostun…” diye sormuştum da hiç düşünmeden: “Sen varsın!..” demiştin de gönlüm güllük gülistanlık oluvermişti ya… Buradan gidinceye kadar mıydı hepsi hepsi? Gözden uzak olanlar, gönülden de mi uzak oluyorlar? Bir zamanlar dallarımda şakıyan kuşlar, neden uçup gidiyorlar da arkalarına bile bakmıyorlar? Ne bir haber ne bir selam…
İstesem hemen alırım adresini, telefonunu o kızdan ama neye yarar ki yazamadıktan, arayamadıktan sonra! Sana ulaşabilmem için önce sen hazır olmalısın buna! Bir dert de ben açmak ister miyim senin başına!
Bu mektupları, sırf sana hitap edebilme mutluluğunu yaşamak için yazıyorum. Bazen şiir gibi oluyor, dolu kafayla yazdıklarım. Müsveddelerden çıkarıp, saklıyorum. Ne bu yazdıklarım ulaşacak sana ne de o şiirleri okuyabileceksin! Seni ne kadar ve nasıl sevdiğimi asla bilmeyeceksin! Beni hep yaşlı bir dost olarak bileceksin! Böylesi daha iyi!
Bu geceler benim, bu aşk benim, bu şarap benim! Harap olan da benim, kahrolan da kahrolacak olan da… Bu ateş benim, bu yangın benim! İsteyerek ya da istemeyerek kalmışım alevlerin arasında… Mesuliyet tamamıyla benim!
Senin başına gelenlerde de öyle ama sen bir yavru kuştun, mutluluk umarak uçtun dallarımdan. Bir içimlik suydun avuçlarımda, kayıp gittin parmaklarımın arasından. Acı acı tebessüm ederek: “Kader!..” demekten başka bir söz gelmiyor dilime.
“Armudun iyisini ayı yer!” derdi analığım. “Hangi ayının armudusun, kim bilir!” diyordum ben de arada sırada sana. Önceleri anlamıyordun. İri iri açılmış şaşkın gözlerle sorarcasına bakıyor, tebessüm ediyordun. Bir gün anlamını açıkladım. Şaka gibi geldi sana. O ayının armuduymuşsun işte!
“Olacak olan olur, ölecek olan ölür. Nasibinse seni bulur, nasibin değilse elin olur!” diyor, kader kısmet konusunda Mustafa Kaptan. Olacak olan olur, ölecek olan ölür. Nasibinse seni bulur, nasibin değilse elin olur!
Yapacak bir şey yok. Kalem yazmış, mürekkep kurumuş!
Sabret Güzeller Güzeli! Sabret İnci Tanesi! Deniz Kızı sabret! Kara gün kararıp kalmaz! Her karanlık gecenin nurlu bir sabahı vardır! Geceler sabahlara gebe… Gün doğmadan neler doğar!
Sabırlar… Sevgiler…
Gerçek Dost”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 478
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.