- 618 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TAHTEREVALLİ
TAHTEREVALLİ
Kapalı gökyüzünün kasvetini boşalttığı yağmurlu bir gündü. Elindeki kırık uçurtmasının kuyruğunu elinde toplamaya çalışan bir çocuk pencerenin tam gerisinden dışarıyı izlemekteydi. Aynı saatlerde üstü başı kirli olan bir kız çocuğu bir kitapçı dükkanının önünde mendil açmış oturuyordu. Yere bıraktığı bezden bebek akıp giden çamurlu suda kirlenmiş, otobüs durağının gerisinde durakta duran otobüsün içinden başka başka çocuk yüzleri onu sobeler gibi izliyordu. Kitapçı dükkanının yanı başında önünde şövale ve karakalem çizim yapılan bir tual ve hemen gerisinde bir ressam vardı. Ressam sakalları kıvırcık ve sakal aralarında beyazlıklarla kırklı yaşlarında, gözlüklü, şapkasını ters yatırmış biriydi. Dükkanın içinden sesler yükseliyordu o ara. Dükkan sahibi adam önünde mendille oturan kızın gitmesi için çalışanına emrediyordu. Genç çalışan, çocuğun yanına gelmesine ramak kala çocuk hızlı bir şekilde kaçmayı seçmişti. Ressamın eli kalemi tutmaya ve çizmeye devam ederken bakışları giden çocuktaydı.
Öksürerek acımaklı bir sesle – Kovulmadığımız her yer sığınak demek ki… Yazık! Diyebilmişti.
Kaçan kız çocuğu yağmurun şiddetini arttırması üzerine bir apartmanın boşluğuna daha az ıslanabileceği bir yere sığınmıştı. Evin balkonuna astığı uçurtmasıyla uğraşan karşı apartmandaki çocuk ise onun ürkek bir vaziyette titreyen duruşunu izleyip sesini yükseltiyordu.
– Hey kız bakar mısın?
Dilenci kız sesi duymuştu fakat geldiği yönü tayin edemiyordu. Balkondaki çocuk ısrarına devam etti.
– Hey oradaki ıslanan kız diye tekrar seslendi.
Kız sesi ve geldiği yönü anlamasına rağmen ürkmüştü.
Çocuk kendisini kızın algılayabileceği dilde konuşmaya mecbur hissetmişti
– Dilenci kız bakar mısın?
Dilenci kız başını yukarı kaldırıp kendisine seslenen çocuğa baktı. Balkondaki çocuk ise
elindeki uçurtmayı göstererek:
– Tamir etmeme yardım edersen arkadaş olabiliriz diyordu.
Dilenci kız başını evet anlamında sallarken balkondaki çocuk odasında yüklükte bulunan bir
battaniyeyi kıza götürmenin yolunu düşünürken , alttan battaniyeyi çekmiş ve o hışımla üzerine devrilmişti yorganlar. Çocuğun telaşla haykırmasına içeriden babası ve annesi yetişmişti.
Anne Hüzzam Hanım telaşlı yapıda biriydi.
–“Ömer ne oluyor burda? Neden devirdin yüklüğü? ”
– Hem ayrıca bu battaniyeyle işin ne hava gayet iyi deyip sorusuna yanıt arıyordu.
Baba Refik Bey ise daha fevri bir halde:
– “Ne duruyorsun öyle konuşsana! “ Sözleriyle tepkili bir şekilde Ömer’in yüzüne bakıyordu.
Ömer kabahatliydim diyordu iç sesiyle ama cevabı doğru kişiye vermediğini düşünüyordu.
Refik Bey o arada annesini kızdırmaması gerektiğini Ömer’e söyleyip uçurtmanı tamir edecektik deyip Ömer’e uçurtmanın yerini soruyordu. Çocuk kaşı gözüyle uçurtmanın asılı olduğu balkon demirliklerini gösteriyordu. Bir yandan korkuyordu o dilenci kızla göz göze gelmekten öyle ya o bir oyunbozan, umut bozandı. Ve küçük bir kız çocuğu bu kadar ıslanamazdı, farkındaydı. Bir süre sonra evin kapısının zili çalınmıştı. Ömer, panik bir halde gözlerini açmış kapıya geldiğini düşünmüştü küçük kızın. Anne kapının deliğinden bakıyor kimseyi göremiyordu yine de açmıştı kapıyı merakından. Refik Bey’in kim olduğunu sorması üzerine Hüzzam Hanım, – Kimse değil, yalnızca kirli bir bez bebek bırakılmış kapıya diyebildi. Ömer’in babası her ne kadar at gitsin o zaman demesine rağmen çocuk ani hareketle kolunu uzattı oyuncağa ebeveynlerinin şaşkın bakışları arasında. Annesi tiksinmiş bir ifadeyle bebeği uzattı Ömer’e. O zaman anlamıştı Ömer bazen kelimelerin yerine geçen davranışların da ruhta izler bırakabileceğini.
Dilenci kız ise o esnada ayağındaki plastik terliklerle ilerliyordu. Yağmur dinmiş ve otobüs durağının yanından geçerken ressam amcasına gülümsüyordu kendisine uzattığı simit parçasından birini ağzına götürerek…
***
Vicdanın sesini dinleyerek ve iyi bir eğitim alarak ayakları yere basan bir genç olduğunda Ömer, eşiyle olan kavgası sonucu sakat kalıp yürümeyen arkadaşı Nilgün’ü ve 6 yaşındaki oğlunu gezdirmek üzere bir piknik alanına götürmüştü. Ömer, küçük Taylan’a karıncaların hareketlerini ve çalışmalarını bir karınca yuvası bulup anlatmaktaydı. Nilgün uzaktan onları gülümseyerek izlerkentekerlekli sandalyesini hareket ettirerek yanlarına yaklaşmıştı.
Görüyor musun Taylan karıncayı? Bir çekirdek kabuğunu sırtlanmış gidiyor bir karınca.
İşte bu gördüğün canlılar hep beraber çalışır ve destek olurlar birbirine ayrı yaşayamazlar.
Ömer hareketlerini sistemli çalışmalarını aktarıyordu küçük Taylan’a.
Taylan ise Ömer abi, karınca küçücük, çekirdek kabuğu kocaman derken içindeki coşkuyu durduramıyordu. Bir ara suratı asıldı Taylan’ın ve ‘’keşke karınca olsaydım’’ dedi. Ömer nedenini sorduğunda Taylan annesini taşımak istediğini ve ne zaman isterse buraya gelebileceklerini anlatıyordu kendince. Nilgün “Taylan bak ne buldum cebimde savaşçı kahramanların kartları” Bu söze oley sözüyle karşılık veren Taylan bir ağaç altında yer bulmuştu kendine. Nilgün ise bu kartları sakladığını fakat böyle kötü günler için ona vermek zorunda olduğunu söyledi. Ömer bazen bir çocuk yetişkini bile etkileyebiliyor derken. Nilgün yıllar önce senin etkilendiğin o dilenci kız gibi mi? Sorusunu soruyordu Ömer’e. Ömer o günden sonra görmedim eminim bir saçak altı bulmuştur ama ben vicdanımı koyacak yer bulamamıştım diyebildi sadece. Evlerine dönerken tekerlekli sandalyeyi yokuş aşağı indiren Ömer’e baktı Nilgün. Sağ ol arkadaşım Allah umarım vicdanının ödülünü verir sana diyebilmişti.
Tam bir hafta sonra Ömer’in annesi bir sanat evinin düzenlediği Resim sergisine Ömer’in de katılması için ısrar ediyordu. Yakın bir arkadaşından aldığı bu davete annesinin icap etmesi gerekiyordu. Fakat Ömer ben sıkılırım orada dese de Hüzzam Hanım Ömer’in babasıyla gitmesi telkinine karşı uyuması için eşinin oraya kadar gelmesine gerek olmadığını söylüyordu. Ömer odasında uzanmış kapı ardındaki annesinin yakarmalarına dayanamadı. Tamam anne izin ver hazırlanıp geleceğim diyordu.
Aracıyla serginin yapılacağı mekana gelen Ömer, annesinin heyecanlı hallerine bakıp gülüyordu. Anne ne bu hal sanki senin resimlerin sergilenecek dedi. Annesi ise basında bu sergiden sıkça söz edildiği için böyle olduğunu açıkladı. Kapıda onları sanat evinin halkla ilişkiler müdiresi Seval hanım -Kimsesizler yararına yapılan sergimize hoş geldiniz diyerek karşılamıştı. Gecenin ilerleyen vakitlerinde Natürmort, fresk, karakalem, portreler, sürrealist çalışmalar arasında geziyordu Ömer. Hüzzam Hanım bir kelebeği gösterip resmin sahiciliği hakkında fikirler öne sürüyordu. Ömer, Hüzzam Hanım ve arkadaşları arasındaki sohbetten sıkılmış yakasındaki kravatı gevşetiyordu. O esnada yüksek gürültüyle konuşan iki yaşlı adam dikkatini çekti. Adamlardan biri ”Fevkalade yapıt görüyor musun moncher?’’ diyordu. Karşılıklı beğenilerini ifade ederlerken tabloyu görememekten yakınan Ömer yaklaşmıştı onlara. Gördüğü manzara onu şaşırtmıştı. Bir balkonda uçurtmasını tutan bir çocuk ve hemen karşısında yağmur altında bekleyen bir kız çocuğu vardı tabloda. Bu nasıl olur sözleriyle etrafına da bakınan Ömer tablo önünden ayrılan iki adamın peşine takılıp bu resmin sahibini soruyordu fakat yanıt alamıyordu. Bir süre kafa karışıklığıyla annesinin arkadaşlarıyla konuşan Ömer annesinin çıkarken kimsesiz çocuklar yararına yapılan bir sergide olmaktan yaşadığı keyfinden memnun fakat dalgındı. Ömer son kez tabloya bakmak için izin istedi Seval Hanım’dan. Seval Hanım yanına gelip: “O tablo asla satılmayacak “dedi gülümseyerek. Ömer hayatında tesadüflere yer olmadığını söylerken – ‘’Beni nasıl tanıdınız?’’ dedi.
Seval Hanım ise siz o kahramanın kendiniz olduğunu nasıl anladıysanız diyerek yanıt verdi. Bir süre gülüştüler. Seval, zor bir çocukluk geçirdiğini kendisine sahip çıkan ressamın bu eserin sahibi yani manevi babası olduğunu, ölümünün anısına böyle bir geceyi tertiplediğini ve kendisine vasiyeti olduğunu söyledi. Büyük duyguların yüklendiği şey her ne olursa olsun o duygulara sahip insanları bir gün mutlaka buluşturur dedi Seval Ömer’in elini tutarak. Ömer’in gözleri dolmuştu. Ömer rahatlamıştı adeta. Seval tabloya bakarak konuşuyordu. ”Kızım her şeye sahip her türlü oyuncak ama biliyor musun bir kirli bez bebek kadar mutlu etmiyor. “
Ömer’in ne diyeceğimi bilemiyorum sözlerine Seval’in önümüzdeki hafta uçurtma festivali davetine icap ederse ödeşiriz sözü eşlik etti. Tokalaşıp ayrılmışlardı. Ömer aracının direksiyonu başında annesini dikiz aynasından izliyordu. Seni de yordum ama evlatlar bugünler içindir Ömer, sözüne karşılık-Ödeşiriz anne uçurtma festivali var daha önümüzde diyordu. Annesinin ona sarıldığı esnada cep telefonunun ışığı yanıyordu Ömer’in arayan Nilgün idi. Nilgün oğlunun Ömer abisiyle ısrarla konuşmak istediğini söyledi. Telefonu alan Taylan merakla sordu. “Ömer abi bugün karınca duası okudum sana tuttu mu duam? “Ömer kahkahayla ’’tuttu Taylancığım tuttu “diyordu.
Gece sona ermiş Seval hüzünle tablodaki resme dokunuyordu, yanına küçük kızı geldi ve sarıldı. Nilgün ise oğlu Taylan’ın uyuyakaldığı yatağındaki bez bebeği başından alıp rafa kaldırmıştı. Ömer ise odasındaydı. Günlüğüne karalıyordu, sonunda tahterevalli misali olan duygularının dengeye geldiği günü. Son olarak gözüne ilişen ajandasını aldı ve yüzündeki tebessümle uçurtma festivalinin tarihini not edip işaretledi…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.