- 670 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
465 - ISLAK GÜNEŞ
Onur BİLGE
Hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyordum. Vakit kaybetmemek için hızla yukarıya çıktım, çantamı alıp geldim. Dede, nazik adamdı. Ben gelinceye kadar beklemiş. Hemen küçük not defterimle kalemimi çıkardım, hazırlandım not tutmaya. Dedenin sohbetine doyum olmuyordu! Her şeyi ağzından çıktığı gibi kaydetmek için olağanüstü gayret sarf etmek gerekiyordu. Belki o da her fani gibi günün birinde bu dünyaya veda edecek, Rabbine dönecekti ama Define ölümsüzleşecek, kaydettiğim anlatılar yıllarca, belki de asırlarca kalacak, okunacak okunacaktı. Kulak kesildim.
“Elime hep sünger geliyordu, derinlere daldığımda, okyanusun dibinde vurgun yemeden inci bulmak çok zordu Nihayet olanlar oldu. Gömüyü buldum derken, vurgun darbeyi vurdu!..
O kadar derin de değildi Aşkdeniz kıyıları. Ne zaman daldım aşkın derinlerine, nasıl yedim ben o vurgunu, daha hâlâ anlayamadım! Onlarca baş dayandı, teselli aradı da varlığımda, başımı dayayıp ağlayacak bir omuz bulamadım! Bir diz bulamadım başımı koyacak, hülyalara dalarak sükûn bulacak.
“Elliye az kaldı yaşın!” diyordu, aynalar. Başımdaki viraneyi, yüzümdeki harabeyi gösteriyorlar da gönlümdeki gülistanı gösteremiyorlardı. O aynalar bir zamanlar bana gençliği gösterirdi. Dökülen saçlarımın yerine yenileri gelirdi. Ben mi yaşlanıyordum yoksa o mu delirmişti!
Aşk, benim en tatlı uykumdu. O ise en doyulmaz düşüm… Gerçekse inadına acımasız! Zaman hain, riyakâr… Hep: “Daha sonra…” dedi bana hayat. Hep: “Daha sonra…” Sonra oldu işte ama bak, neler oldu bana! Yüzümde kırışıklıklar, saçlarımda aklar… Neye yararım artık ben! Bundan sonra beni ancak teneşir paklar!
O Vivaldi dinlerdi, bense şarkı türkü, uzun hava… Mozart diye biri de varmış, duyuyoruz da anlayamıyoruz. Gıy gıy da gıy gıy… Guy guy da guy guy… Biz bu toprakların çamurundan yaratılmışız, onlarla huzur duyamayız. Aramızda nesil farkı var. Zaten en çok onun için uyum yapamadık. Annesiyle bile anlaşamazdık belki ama anneannesiyle iyi anlaşırdık.
Küçükken: “Yıldızlar da yağar mı acaba?” derdim, yağmur yağarken. “Bir yağsalar da toplasam, avuç avuç! Toplasam da koynuma doldursam, kimse alamasa!”
Bir sabah, ıslak bir güneş gibi doğdu, güzeller güzeli sevgili! Yüzü ay parçası, kaşları yay… Gözleri kendinden sürmeli, kirpikler upuzun, kıvrık… Bakınca kaşlarına değiyor. Ben öyle bir yüz, görmedim hayatımda! Görmedim ömrümce kimsenin o kadar güzel güldüğünü… Fakat gördüm günün ilk saatlerinde yıldızların nasıl gözlerimin önüne döküldüğünü!
Bir yıldız yağmuruydu, Islak Kız’ın aşkı. O ki bir mavi gökyüzü, lacivert deniz… Dükkânın karşısında küçük bir badem ağacı, altında aksak bir tahta masa, hasır iskemleler… Onlar da mavi renkteler…
Gözlerimi alamam gözlerinden. Ellerinden bir nebze sıcaklık umamam. Okuyamam bildiğim şiirleri ona. “Bunlar benim duygularım!” diyemem. Söyleyemem yanan kalbimin acısını, damar damar yayılan sancısını, utanırım. Utanırım çökmekte olan omuzlarımdan, boyumdan bosumdan, utanırım yaşımdan başımdan, aşk her yaşta aşk olsa da! Diyemem!
Dizlerinde bir lahza hayale dalsam! Geri saysam zamanı, çok değil, yirmi yılcık… “Yirmi yaş farka rağmen…” şarkısını söylesem ya da!
Yaşam izin vermedi, doyasıya yaşamaya. Aşk fırsat tanımadı mutluluğa, ancak yakmaya yaradı. Yıllar yılı aradı da gönlüm, giderayak ona rastladı, yandı!
Dayamışım başımı cama, gözlerim dalmış ufuklara… Ne var ki bakışlarım, uzaklarda? Neye yarar kollarım uzanamadıktan sonra ona! Tutamam ki güneşi, uzansam da! Yıldızları alamam, koynuma dolduramam! Yüzü ay olmuş, neye yarar, mehtabı seyredemedikten sonra!
Yağmur oldu yaşlarım. Yağmur olsam da yağsam penceresine ben de! Tıpır tıpır vursam da sesimi duyursam! Camı açıp gözyaşlarıma dokunamasa da en azından yakın olsam ona! Uzaktan da olsa görsem yüzünü! Ne kadar hasretim ona!
Ben eprimiş bir halıyım, ayaklarının altında. Yarım asırlık bir hayatın karmaşık deseni işlenmiş varlığıma, ilmek ilmek… Düğüm düğüm sırlarım, sıra sıra dizilmiş. Sayısız kilit darbesi yiyerek güçlenmişim. Ne heveslerle çiçeklenmiş, renklenmiş, desenlenmişim! Yne yazık ki duvar halısı olarak dokunmamışım. Asılmayı umarken ayaklar altına yayılmışım. İşte o zaman ayılmışım ama neye yarar!
Yıldızlarını kaybetmiş gece gibi kapkaranlık, nadasa bırakılmış toprak kadar sessiz ve durgun, bekliyordum dönmesini.” diyerek sigarasını kül tablasında ezerek söndürdü. Elindeki meşin kaplı defterin sararmış yapraklarını araladı, bir yer aradı, bulunca:
“Bakın, ne yazmıştım o zamanlar!” diyerek o kısa notu okudu:
“Islak Güneş, sapını dalımdan alan, kalbime kalbime vuran balta! Bu nasıl bir ihanet, nasıl bir zulüm! Ölüm bile bundan daha iyidir! Düşman ondan iyidir. En azından niyeti bellidir.”
Sonra defteri kapatıp, sol eline aldı ve ön kapağını göğsüne, tam kalbinin üstüne dayadı. Sağ eliyle işaretler yaparak sözlerine anlam katmaya çalışarak, kaldığı yerden anlatmaya devam etti:
“Sanki yıllar önce değil de az önce gülüş cümbüş geçip gitti önümden, Islak Güneş. Sadece gülümsedim ben, gençliğine verdim. “Belki bir gün ney çalarken döner gelir, durur da yanımda, dinler benimle birlikte, bambaşka biri olur!” diye düşündüm hep ama nafile!..
Gün gelir yapayalnız bırakır ya ağaçları kuşlar. Dallarına konup şakımaz olurlar ya… Hani sadece sararan yaprakların hışırtısı kalır ya geride. İşte öyle bir şeydi.
İşte o gün bugündür büyük bir tevekkül ve sükûnetle bir köşede oturur, Yaşlı Çınar, gelene geçene gençliğini sorar. Yıldızlarla söyleşir, ayla dertleşir, rüzgârlarla sevişir. Sabırla. Anka Kuşu’nun gelmesini, gençliğini geri getirmesini bekler.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 465
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.