- 557 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
463 – BEKLENEN AN
Onur BİLGE
“Kim giderse gider, dilediği yere! Islak Martı mı gitmiş? Gitsin! Selametle... Ruhunda, gönlünde bin bir bere olacaktı, nasıl olsa… Yol o yolsa… İstese de istemese de… Hoyrat ellerde yıpranacaktı, bin kere bin pişman olacaktı! Kurtulmak istedikçe, çırpındıkça daha da batacaktı batağa!
Karnında bir can olacaktı, canından bezse de… Umarsızca gezse de kucağında ondan bir parça… Bir parça nefes almak istedikçe elinde minik, minicik bir el… Bırakamayacaktı! Yakacaktı yaklaştığı, güneş sandığı varlık. Yaklaştıkça yakacaktı! Nasıl mahzun mahzun bakacaktı dört bir yanına! Kimselere açamayacaktı derdini, içine atacaktı. Yaşayacaktı tercih ettiği hayatı mecburen. Yaşamaktıysa yaşadığı… Canından bıkacaktı!..
Arkası görünmeye başlamıştı bile tırmanmaya başladığı dağın. Bin kere bin pişman dönecekti, saç baş darmadağın, ruh darmadağın…
Ölen için ağıt yakılırdı oralarda, gidene yakılmazdı ama bana bakma! Uğundum içimin yangınından!.. Derinden yaralandım! Günlerce, gecelerle yummadım gözlerimi! Tavandaki tahtaları saydım! Ölecektim eğer kana kana ağlamasaydım, doyasıya kadar ağıt yakmasaydım!
Biliyordum, o yanlıştı, benim için. Yaşım ona göre hayli geçkindi ama seçtiği kişi de yanlıştı. Neredeyse benim kadardı. Yalnızca laf yapan ağzı ve göz boyamalık bir miktar parası vardı. Olsa olsa benden dört beş yaş küçüktü. Annesine uyardı. Zaten onun için gelmemiş miydi! Ona kur yaparken kızına dönmüştü. Neticede babası yaşında değil miydi!
Aldanışlarla alıp başını gitti. Neler umdu kim bilir neler neler... Ne güzellikler… Gerçekle yüzleştiğinde çok şeyler kaybettiğini idrak etmiştir.
Sevgisizlikten üşüyecekti, donacaktı. Uçup konmak isteyecekti omzuma buzdan yapılmış bir kuş gibi. Şakımak isteyecekti eskisi gibi… Sesi çıkmayacaktı. Omzumu yakmayacaktı sıcaklığı… Buz kesmiş bir gülle gibi, camdan bir biblo gibi olacaktı. Cansız, soğuk ve kaskatı… Ölü katılığında… Bıraktığı gibi bulamayacaktı beni. Ne yaparsam yapayım, eskisi gibi olamayacaktım. Görünüş olarak belki… Hiçbir şey olmamış gibi rol yapacaktım ama içsel dünyamda buzlar ülkesinde olacaktım.
Aptallığına doymasın!.. O kadar dil döktüm, açık açık anlattım olacakları, ikna etmek için bin dereden su getirdim, Nuh dedi de Peygamber demedi! Burnunun dikine gitti! Kendi düşen ağlamaz. İki gözden olur.
Ne olur, bir adam daha çok düşünür, daha fazla yazar olur. Deste deste adressiz mektup, deste deste şiir… Kolay kabul edilir değil! Öldürmez ya süründürür!”
Mektuplar, şiirler… Tam sırasıydı. Onlar mutlaka sandıktaydı. Sohbet de tam kıvamındaydı. Kessem mi sussam mı? Dayanamadım, Rus Radyosu gibi araya girdim:
“Dede! Hani bize sözün vardı, senin şu asırlık sandığı açacaktın ya bir gün… O gün ne gün?”
“Açacağım dediysem, açacağım demektir. Hiç sözümü yediğimi gördünüz mü!”
“Görmedik de o gün bir türlü gelemedi nedense! Ne zaman açacaksın Define sandığını?”
“Canım o da öyle bohçacı bohçası değil ya öyle önüne gelenin önüne açılacak! Bir söz çıktı ağzımdan o zamanlar ama gittikçe kalabalıklaştık. Eski nesiliz biz. Bizi anlayan var, anlayamayan var! Benim için çok değerli olan hatıralar, onlar için alay konusu olabilir. Şiirlere ve mektuplara gelince… En mahrem duygularımızdır onlar bizim. İhtiva ettikleri sırlarımızdır, herkese açılmaz. Hususi hayatımıza mahsusturlar, uluorta etrafa saçılmaz.”
“Ne olacak onlar orda ne zamana kadar kalacak?”
“Ben ölünceye kadar… Zaten ne kaldı şunun şurasında!”
“Ağzından yel alsın! Allah gecinden versin! Allah sana uzun ömürler versin, dede! Biliyorsun, ben edebiyata meraklıyım…”
“Biliyorum biliyorum! Sen her şeye meraklısın! Çatlıyorsundur şimdi onların merakından!”
“Bak nasıl bildin! Çatlıyorum ya! Bana daha fazla işkence etmesen, yani diyorum ki bugün burada kimseler yokken… Duygu’yla Ahmet de yabancı değil. Onlardan da sakınacak değilsin ya… Öz çocukların gibi oldular artık. Hadi dede! Sandık da sandık!..”
“Hadi bakayım, sen git evine artık! Yeter bugünlük bu kadar! A! Bak, annen çağırıyor! Geliyor geliyor!.. Hadi, anneni bekletme!”
“Dede… Yani şimdi yapılır mı bu bana! İnsanın hevesini kursağında koyuyorsun! Ne annesi? Ne çağırması? Dede! Dedeciğim!.. Sandık sandık… Biz de açacak sandık!”
“Öyle bir şey mi dedim?”
“Dedin dede, dedin!”
“Şimdi mi dedim?”
“Duygu! Koş, gel! Dede Define sandığını açacak!..”
“Bağırma kız! Milleti başıma toplama!.. Yüz ver deliye, kalksın çıksın halıya!.. Allah Allah ya!.. Tövbe tövbe!..”
Duygu, ellerini önlüğüne silerek geldi, saçlarını savura savura. Merdivenleri zapır zapır, bir solukta çıkmıştı. Yüz ifadesi değişivermiş, yorgunluk belirtilerinin yerini merak ve sevinç almıştı. Yanakları al al, heyecandan dudaklarını ısırarak:
“Sai mi dede? Açacan mı sandıı?” Cevap beklemeden pencereye yöneldi. O da çoktandır merak içindeydi. Camı açtığı gibi bahçeyi temizlemekte olan nişanlısına seslendi: “Amed Amed! Gel buraya be ya! Dede sandıı açacak!”
“İyi mi yaptın şimdi Semiray yahu! Durduk yerden başıma iş açtın! Kabahat bende! Çok yüz verdim sana! Coştum da coştum, anlattım da anlattım… Hak ettim ben bunu! Bana müstahak!”
“Dede…”
“Tamam kız, tamam! Oldu olacak kırıldı kör nacak! Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!.. Çingene coştuğu zaman çadırı madırı yakarmış!.. Gelmesin Ahmet! Ne yapacak burada? Haydi biz aşağıya!..”
Merdivenleri paldır küldür indik. Onca yıl saklamıştı ya belki o da yorulmuştu onları saklamaktan. Belki çoktandır birileriyle paylaşmak istiyordu da ya çekiniyordu ya da cesaret edemiyordu. Hem durduk yerden birine: “Gel, sana hatıralarımı göstereyim! Al, hatıra defterimi oku! Şiirlerime bak!” falan denir miydi! Israrımla cesaretlenmişti. Nasıl karşılanacağını bilmiyordu ama kabul ettiğine göre, aldığı kararla olacakları peşinen kabullenmiş görünüyordu.
Sabırla beklenen an nihayet gelmişti!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 463
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.