- 1558 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
HUZUR-SUZ YAŞLI BAKIM EVLERİ!!..
Son yıllarda biz de de yaşlılarımızın kaldığı yerlere durmadan ardı ardına yenileri eklenmeye başladı.
Şehrin uzak bir yerinde doğayla iç içe dağ orman manzaralı binalarda yaşlılarımıza bakılmakta onu çok seven yavrularının istekleri yerine getirilmekte..
Hepsinin birer hikayesi olan beş on çocuk onlarca torun sahibi yaşlı güçten kuvvetten kesilmiş emeklisi olan dede ve ebelerimiz kendilerine bakan Devletten maaşlı ya da özel sektörden beslenen sevgi dolu bakıcı personellerin hamasetli ellerine teslim edilmekte..
Uğur Dündar’ın yıllar öncesinde televizyonda hazırladığı belgesel benzeri Arena adlı proğramda görmüştük ilk defa buraları..
Meşhur bir bayan film oyuncusu da Aliye Rona gibi bir çok ünlü de en son kimi kimsesi olmadığı için buralarda son nefesini vermişti.
O günlerde buralarda bakım yoktu Devletin işlettiği bakım evlerinde Devletten maaşlı bakıcılar her yerde olduğu gibi maaşını alıp yan gelip yatmaya gününü gün etmeye bir dönüm bostan yan gel yat Osman oynamaya devam ediyorlardı.
Yaşlılarımızın günlerdir alt temizlikleri yapılmadığı için adeta her yer her oda kokudan geçilmiyordu.Üzerlerine örtülen çarşafın altında gıkını çıkartmadan yatıyordu yaşlı bir amcamız..
Meşhur Aliye Rona idi ilaç vurularak teskin edilen yaşlı film artisti teyzemizin adı zamanında ne de güzel konaklarda kalıyor ne de güzel geziyordu.
Kapitalist sistem onu da işe yaramaz hale geldiği zaman layık olduğu Huzurevine göndermişti.Komunist sistem bundan daha beterdi.Orada yaşlılar sabun fabrikalarında eritilerek halkların hizmetine yeniden sunulmakta faydasız olarak bir embesil yaratık misali Devlete yük olmasına izin verilmemekteydi..
Ülkemizde o yıllarda sadece azınlıkların yaşlılarına husisi bakıcılar hizmet vermekteydi.Huzurevi adı verilen bakım evleri Avrupada yaygın olarak işletilmekteydi.Bizde bu türden yerlerin açılmasına nerdeyse imkansız olarak bakılmaktaydı. Geçen yıllar bizi ne hallere getirdi görüyor musunuz?
Ona orada çok güzel bakılacak bir dediği iki edilmeyecekti.Gerçekte böyle değildi.Hem kim görecekti bakılmadığını kim gelip soracaktı.Çoğunun hiç bir kimsesi yoktu.
O yıllarda kimsesizlerin yurduydu buraları henüz insanlık ölmemişti.Yakını olanların ana babalarını Huzurevine göndermeleri ayıptı yapanlar kınanırdı.
***
Sonra ne olduysa yerden mantar biter gibi Huzurevleri açılmaya başlandı.O bir zamanlar ana babalarına bakan evlatlar çoktan yerin altına girmişlerdi.
Onların yerini yeni nesilller çoktan almıştı.Namazdan Oruçtan Hacdan nasipsiz materyalist,kapitalist, komunist sistemlerin yanlısı bu evlatcıklar sözde diplomalı okur yazarlar elit tabakaya mensup enteller yaşlılarına bakar mıydı?Tabii ki hayır.Ne işi vardı bu yaşlıların evlerinde.Huzuru bozmanın alemi var mıydı?
Kim onların ağız kokularını koklayacak kim onların altlarını alacaktı?.Bu olacak iş miydi?Öyle bir şey olabilir miydi?Hem anne ve babalarından böyle bir şey görmemişlerdi ki.Üç gün yatak sonra ölüm diyenler onlar değil miydi?Kim bakacaktı hergün yatan altı ve üstü temizlenmesi gereken ebeye dedeye.
Ne yapalım diye kafa yoran mekteplilerimiz önce hususi bakıcılarla işe başladılar.Kendilerinin yerine parayı verdiği zaman çok itina ile bakan bu hususi bakıcılar dolgun ücretler almakta idiler.
Gün geldi çoğaldı bakıma muhtaç yaşlıları olanlar buna da çözüm buldular.Osmanlıda Darulaceze vardı bizde neden olmasın diyerek her şehire Huzurevi denilen ucubeleri bir bir açmaya başladılar.
Evlat denilen gerçek evlatlık vazifesini yapmayan embesiller işine gücüne bakarken gününü gün ederken yaşlı ana babalar oralarda Devletin ve bakıcıların insafına terkedildiler.
Alzeimer diye bir hastalık tanısı gündeme bomba gibi düştü .Ne yaptığını bilmiyor evden uzaklaşıyor,bize huzur vermiyor evi kirletiyor dedikleri yaşlılar evlerde artık istenmeyen kişiler olmuşlardı.Yeni mi çıkmıştı bu hastalık bunun adı unutkanlık,bunama, yaşlı hastalığı değil miydi?
İlla gavur adı olunca mı önemsenecekti.Kanser eskiden de vardı.Şimdi kanser demiyorlarda onkoloji hastası diyorlar.Lanet olası Batılılaşma sevdası bizi ne hallere getirdi görüyor musunuz?
İşyerlerine gavurca adlar vermekle satılan malın garantili olduğu sağlam olduğu mesajı mı veriliyordu acaba?Alman malı sağlamda niye Türk malı sağlam değil,biz malımıza güvenmeyecek olursak elin gavuru güvenirde alır mı?
Aşağıda Huzurevinde beş senedir kalmakta olan yaşlı bir annemizin duygularını okuyacaksınız.Yorum sizin Huzurevleri açılmalı mı yaşlılarımıza evlerde çocukları mı bakmalı.
Allah bakan evlatlara sabırlar versin kolaylıklar ihsan eylesin.Bakmak zor da olsa en güzeli evlerde çocuklarının yanında bakılmalarıdır diye düşünüyorum..
***
’’Off Yeter artık anne ya Yine mi yatağı ıslattın.
Yeminle vereceğim seni sonunda huzur evine. Sen de kurtulacaksın, ben de diye söylendi kadın.
Annesi uzun zamandır yatalaktı ve konuşamıyordu. Kızının sözleri üzerine kalp atışları hızlandı. Elleri terledi. Dudaklarını kımıldattı. Güzel kızım özür dilerim. İnan bilerek yapmadım.
Vallahi farkında bile değilim. Çok özür dilerim diyecekti, diyemedi... Yatağın ucunda duran ve öfkeyle kendisine bakan kızıyla göz göze geldi. İki damla yaş daha fazla kirpiklere tutanamayıp, önce yanaklara, sonra da göğsüne damladı.
Hah Şimdi de ağla.Yahu asıl ağlaması gereken benim anne ben. Senin yüzünden Hayri’yle ayrılma noktasına geldik. Adam da haklı. Evinde bile rahat edemiyor.
Sen ne güzel ağlıyorsun da söylesene ben kime ağlayayım. Aylardır sana bakıyorum, altını temizliyorum, Bıktım yeminle bıktım...
Araya kızgın bir demir gibi sessizlik girdi. Kadın söylene söylene yatak çarşaflarını değiştirdi. Annesi kızını daha fazla kızdırmamak için gözlerini kapattı. Biliyordu çocukcaydı ama sanki gözlerini kapatınca orada yokmuş gibi oluyordu..
Son zamanlarda bulmuştu bu oyunu. Ne zaman evdekiler ona söylense, sitem etse, çemkirse, kötü davransa, o hemen gözlerini kapatıyordu.
Kadın hışımla yerdeki ıslak çarşafı alıp odadan çıktı. Annesi yine yalnızlığıyla başbaşa kalmıştı. Derin bir nefes aldı. Aldığı nefes göğsüne saplandı.Başını usulca pencereye doğru çevirdi. Pencerenin önünde duran ve ha kurudu ha kuruyacak bir tek kırmızı güle baktı.
Bu odada yattığı zamanda, gül ona arkadaşlık etmişti. Sırlarını onunla paylaşmıştı. Ama gül de bakımsızlıktan önce yapraklarını dökmeye başlamış, sonra da boynunu eğerek dalından kopmuştu.
Gidiyoruz galiba ikimizde. dedi. Vakit geldi değil mi?Gül cevap vermedi. Kadın da onu zorlamadı. Sen de haklısın. Öleceğimizi bilmek kolay değil ama inan böyle ben burada yatağın ucunda, sen orada dalın ucunda yaşamakla ölüm arasında sallanıyoruz ya, inan bu da hiç kolay değil.
Düşünsene ne ölebiliyoruz, ne yaşayabiliyoruz. Fazlayız dünyaya. Yük oluyoruz sevdiklerimize. En iyisi gitmek biran önce. Ah! Bak ne diyeceğim sana. Mesele çok yaşamak değilmiş, iyi yaşamakmış. Baksana halimize, çok yaşadık da ne oldu. Azaar, hakaret, kötü bakışlar..
Gül biraz daha koptu dalından.Kadının kalbi sıkıştı..Karanlık çöktü kente.Sokak lambaları yandı..
Oturma odasından kahkaha sesleri geliyordu.
Çocukların yine misafirleri vardı demek. Ne güzeL eğleniyorlar diye iç geçirdi anne. Gülümsedi. Kuzum benim, gül elbette, ben seni çok üzüyorum, yoruyorum, haklısın. Kurban olurum sana
Gül dalından kopup pervazın üstüne yuvarlandı.Kadının kalbi durdu.Karanlık çöktü odaya.
Kadın elinde çorba tabağıyla odaya girdi. Yüzü asıktı. Biraz önce dışarda kahkahalar atan kadın gitmiş yerine suratsız sinirli biri gelmişti.
Kadın tabağı yatağın yanındaki sehpanın üstüne koydu. Annesine bakmadan, yorganı kaldırıp, yine yatağı ıslatıp ısLatmadiğına baktı. Ve İnanmıyorum sana anne ya! daha biraz önce değiştirdim senin altını.
Sen inadıma yapıyorsun değil mi bunu? Demin içerde birazcık güldüğümü duydun, sırf ben üzüleyim diye yine yatağı ıslattın de mi. Ah anne ah!
Başını kaldırdı. Annesinin gözLeri kapalıydı. Eli annesinin bacağına değdi. Annesi soğuktu. Hem de buz gibi. Kadın irkildi ve korkuyla geri çekildi. Anne diyebildi sadece. Gerisini getiremedi.
Saksı dünyada kaldı.Yatak da dünyada kaldı.Diğer eşyalar gibi, toprak gibi, hava, su, ateş gibi, her şey dünyada kaldı.Giden gül oldu, giden anne odu.
Sonra kadın çok ağladı. Dayanamadı, ara sıra gidip annesinin mezar taşına sarıldı. Mezar taşı soğuktu, hatta buz gibiydi.
Mezar taşları yaşayan anneler gibi sıcak olmuyor.
Yaşarken sevdiklerine sarılmayanlar, onlar öldükten sonra mezar taşlarına sarılıyorlar. Geç oluyor.
Kadın da yaşlanacak bir gün. O da çocuklarına muhtaç kalacak belki. Belki onu da bir odaya yatıracaklar ve oda da bir gül olacak.
Sonra gül dalından kopacak, kadın ölecek. Ve onun kızı da onun mezar taşına sarılıp ağlayacak.
Bu hikaye hep böyle devam edecek.Saksı bu dünyada kalacak..Yatak bu dünyada kalacak..
İlk ölen, erken ölen hep insan olacak..Yüreğini hatırla insanoğlu. Senin bir yüreğin var, hatırla.’Alıntı
***
HUZUR EVİ..
Annesi öldükten sonra, biz karı koca çalışıyoruz seninle ilgilenemeyiz bahanesiyle seksen yaşındaki hasta babasını huzur evine yatıran oğlu çok seyrek de olsa onu ziyarete gidiyordu.
Yaşlı adam oğlu dünyaya geldiğinde kırk yaşındaydı. Bundan önceki çocukları yaşamamış bu oğlunu da kurbanlar keserek büyütmüştü.
Tek evlatlarıydı, bir şey olacak diye içleri titremişti. Oğlu o gün huzur evinden bir telefon aldı. Telefondaki ses baban çok hasta her an ölebilir seni görmek istiyor diyordu.
Oğlu arabasına binip oraya gittiğinde babası zor nefes alıyordu. Oğlu babasının ölmek üzere olduğunu anlamıştı.
Babasının ellerini tutup "Baba senin için ne yapabilirim?" “Senin için ne yapmamı istiyorsun?” diye sordu.
Babası feri sönmüş gözleriyle uzun uzun oğlunun gözlerinin içine bakıp;zor duyulur bir sesle
"Artık çok geç ama isteseydin çok şey yapabilirdin... Ama yapmadın" dedi ve devam etti."Çoğu akşam yemek yetişmediği için aç yattım. Klimayı açmadılar sıcaktan fenalaştım.
Buzdolabım yoktu bir bardak soğuk su içemedim. Sıkıldığımda temiz havaya çıkaranım olmadı.,
Altımı ıslattım diye tokat attılar.
Ayda bir kere banyo yaptırdılar;kirden vücudumda yaralar oluştu.
Bana bu yapılanlar arkası kuvvetli olanlara yapamadılar çünkü onların ilgilenenleri vardı ve ben ise kimsesizdim.
Biliyor musun?En çok da sevgisizlik acı verdi.Kimse saçımı taramadı, yüzümü okşamadı. Sen terk edilmişlik nedir bilir misin oğlum?
Terk edilmişlik, ölmeden mezara konmaktır bunu unutma olur mu.
İşte böyle artık her şey için çok geç senin benim için yapacağın hiç bir şey kalmadı.
Ben her şeye alıştım da sadece senin özlemine alışamadım." derken feri sönmüş gözlerinden iki damla yaş yuvarlanıp yanaklarında dondu.
Oğlu şok olmuştu."Bana bunları neden şimdi söylüyorsun, neden daha önce söylemedin?"Babası, "Nasıl söylerdim ki sen beni koskocaman evinde bir köşeye sığdıramamış, bana burayı layık görmüştün. Seni rahatsız etmek istemedim oğlum.
Benim için artık çok geç de ben asıl senin için üzülüyorum çünkü sen yaşlandığında çocukların seni buraya bırakırlarsa benim dayandıklarıma sen dayanamazsın.
Unutma ki ne verirsen onu alırsın oğlum" dedi ve gözlerini kapattı. Belli ki bu konuşma onun son kalan gücünü de tüketmişti.
Bir saat sonra sıkı sıkı tuttuğu oğlunun eli ellerinden kayıp düştü. Evet, bir baba daha içi acıyarak hayata veda etmişti.
Rabbim hayırlı evlatlar nasip etsin Cümlemize İnşALLAH!
***
Huzurevine yatırılan yaşlı bir kadının yazdığı Acı dolu bir mektup.
Bu mektup şimdiki hayatımızın gerçeklerini anlatıyor..??82 yaşındayım, 4 çocuk, 11 torun, 2 büyük torun sahibiyim.
Şimdi ise 12 metrekarelik bir odada yalnız başımayım.
Artık bir evim, hatta sevdiklerim bile yok. Etrafımda sadece odamı toplayan, yemek yapan, yatağımı havalandıran, tansiyonumu kontrol eden vazifeli insanlar var.
Torunlarımın kahkahaları yok artık, büyümelerini, sarılıp öpmelerini, didişip kavga etmelerini izleyemiyorum. Bazıları 15 günde bir, bazıları üç dört ayda bir beni görmeye geliyor bazıları ise hiç gelmiyor. Oysa ben onları bir gün görmesem bile çok özlüyorum.
Artık nugget, sahanda yumurta, etli börek yapamıyorum. Tek bir eğlencem var bulmaca çözmek, işte bununla biraz vakit geçiriyorum.
Ne kadar ömrüm kaldı bilmiyorum ama bu yalnızlığa alışmam lazım. Elimden geldiğince benden daha kötü durumda olanlara yardım ediyorum. Sık sık ölenler oluyor çok bağlanmak istemesem de yine de onlardan ayrıldığıma çok üzülüyorum. Çünkü bir gün sıranın bana da geleceğini biliyorum.
Yalnızken ailemin resimlerine ve evden getirdiğim bazı eşyalara bakıp anıları tazeliyorum. Bana ait olan tek şey işte bu hatıralar. En çok da ölürken yanımda kimsenin olmayacağı, son kez evlatlarımın yüzünü göremeyecek olmak beni üzüyor.
Umarım gelecek nesiller ailelerinin kıymetini bilir ve anne babalarına onları yetiştirmek için verdikleri emeğin, harcadıkları zamanın karşılığını fazlasıyla verirler.
Anne babanızı çok sevin ve saygı anlayış gösterin çünkü anne babanın yedeği yok...!!!
HER YAŞLI İNSAN BİR ANNE BABADIR...DEĞERLERİNİ BİLELİM.
***
(Beş senedir huzurevinde yaşayan bir annemizin kaleminden duygusal bir hikaye..)
’’Buz gibi odalarla dolu kocaman binalar diktiler ülkeme. İçine ömürlerinin son demlerinde olan anneleri, babaları doldurdular. Adına huzur evi dediler. Oysa huzur hiç uğramadı oraya. Eskiden yaşlılarımızı kapatmazdık başka yerlere. Onların yüzü suyu hürmetine belalar def oluyor der, onları nimet bilirdik. Boyunlarını bükük bırakmazdık.
Dışarıdan huzurlu gibi görünen, bu sessiz sakin binalarda, ne fırtınalar kopuyor kimbilir. Kaç anne anlatmak, haykırmak istedi duygularını, kaç anne yazmak istedi bilinmez. O annelerin adına yazdım bu satırları. Bu mektup huzursuz odalardaki yüreği yorgun annelerin sessiz çığlıklarıdır….
Takvime baktım da beş sene olmuş buraya geleli. Nasıl geçti o beş sene bir de bana sor. Çok bakmıyorum takvimlere. İçim sıkılıyor, zaman geçmiyor.
Eskiden su gibi akıp geçiyor zaman derdim. Şimdi öyle düşünmüyorum. Demek insan mutluyken çabuk geçermiş zaman.
Hapishanedekileri şimdi daha iyi anlıyorum. Beni buraya bıraktığın gün anneler günüydü hatırlıyor musun? O günden beri anneler günü denen gün benim için daha da bir anlamsızlaştı. Her sene bugün anne olmak ayrı bir acı veriyor bana…
Sen küçük bir çocuktun daha. Hiç bir yere bırakmazdım ben seni, öyle savunmasız, öyle masumdun ki, kimselere güvenip yollamazdım. Yanımdan hiç ayırmazdım. Şimdi beni nasıl olupta tanımadığın insanlara teslim ettiğini düşünüyorum. Gözden çıkarılmış eski bir eşya gibi hissediyorum kendimi. Yıpranmış, işe yaramaz. Kırgınlık mı? Belki, kırgınım biraz…
Geçen gün eski komşumuz Mevlüde teyzenin kızı Şükran geldi. Yolda görmüş seni. “Neden bıraktın anneni” diye sormuş sana. “Kendisi istedi” demişsin. “Maaşıda var bakıyorlar, yeri sıcak, her işi görülüyor içim rahat” demişsin.
Kendim istemiştim evet, bazen naz yapma kabilinden ” Yaşlanınca huzurevine gönderin beni, kimseye yük olmak istemem” derdim. Ama içten içe hiç konduramazdım bu durumu, ne kendime, ne sana. “Bırakmaz beni bir yere” derdim. Tıpkı küçükken benim seni bırakmadığım gibi, beni hiç bırakmazsın sanırdım.
Yaramaz bir çocuktun sen. Yerinde duramayan serseri bir mayın gibiydin.Kaç kez ısırdım dudaklarımı sana bağırmamak için, kaç kez sıktım yumruğumu vurmayayım diye.
Ama hiç vurmadım sana, hiç kırmadım kalbini… Komşulardan biri sana “çok yaramaz” dedi diye aylarca onun yüzüne bakmamıştım. Kimse laf söylemesin, incitmesin isterdim. Tahammül edemezdim sana dikilen sert bir bakışa bile…
Geçen gün bana “bunak kadın” dedi bakıcının biri. Hasta bezini lavaboda unutmuşum. Arada oluyor tutamıyorum diye vermişlerdi. Diğerleride duydu ya, nasıl utandım bir bilsen…
Daha ne laflar söylüyorlarda dilim varmıyor söylemeye. Kırar mıyım, incitir miyim diye kim düşünüyor ki? Çok hassastım eskiden bilirsin, çabuk alınırdım.
Hem benden titizi mi vardı? Kimselerin işini beğenmezdim. Şimdi yemek yerken bile yoruluyorum,üstüme döküyorum. Bazen yatarak kılıyorum namazlarımı. Secdeye başımı koyup uzun uzun öylece kalmayı ne çok özledim…
Yaşlansam da geleceğe dair umutlar besliyordum buraya gelmeden evvel. Evladımı büyüttüm nasıl olsa, artık yorgunluklar biter, ben rahat otururum torunlarımı severim, sen sorarsın “anne ilacını getireyim mi, bir şeye ihtiyacın var mı?” diye. arkama yastık koyarsın, kesemediğim tırnaklarımı sen kesersin sanıyordum. Şimdi çoğu kez tırnaklarımı keserken kanattıklarını bilmezsin tabi…
Gerçi benden daha beterleri de var burada. Emine Bacı vardı mesela. Köyden gelmişti. Bir ay kadar oldu öleli. Bir sene evvelde Alzheimer hastası olan kocası ölmüştü.
Çok çekti zavallı. Üç oğlu varmış Emine Bacı’nın. Aslan gibiymiş hepsi. Ben görmedim, gelmezlerdi hiç. Üç adam bir anayı sığdıramamışlar evlerine. Bağ bahçe gezmeye alışmış kadın. Hiç oturup kalmamış yerinde.
Burada nasıl zorlandı, neler çekti Allah biliyor. Her yaz köyüne gidecek diye umut ederdi. Haber göndermiş oğlu, “Annemin ancak ölüsü çıkar oradan” demiş. Köylülerden çıkarıp bakmak isteyenler olmuş, ona da izin vermemişler.
Bir keresinde pencereden atlamaya kalktı da zor tuttu bakıcılar. En son oğlu bayramlık göndermişti, “zıkkım olsun ondan gelen” dedi, giymedi elbiseyi.
Hiç oğlum, yavrum demedi. “Köyüm” dedi, “evim” dedi durdu gariban. Bir sabah yatağında ölü buldular. Ölümü bile yalnız oldu Emine Bacı’nın.() Ooof off hangisini anlatsam, daha neler var neler…
Şu bakıcı kadını sevemedim bir türlü. Sanki özel olarak seçmişler. Bu kadar mı merhametsiz olur bir insan ? Hiç mi gülmez yüzü ya hu? Her gün odaya gelince burnunu tutuyor. Pis kokuyormuş.
Pencereyi sonuna kadar açıyor. Mutlaka yarım saat açık tutuyor. Çok üşüyorum. Zaten parmaklarımda da can kalmamış sanki, kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi…
Hatırlar mısın ilkokula gittiğin o yılları. Kışın kuzine sobayı yakardım. Sen gelmeden yemeği hazır eder, sobanın üzerine koyardım. Sen seviyorsun diye sobanın fırınında bir kaç tane küçük patatesi pişirirdim muhakkak.
Okuldan gelir gelmez sobanın yanına koşardın. İlk işin tencereye bakmak olurdu. Genelde sevdiğin yemekleri yapardım. Ellerin üşümüş diye avuçlarımın içine ellerini alır ısıtırdım, öperdim öperdim…
Sık sık uğrarım demiştin. Tam 8 ay olmuş uğramayalı. İşlerin yoğunmuş, zamanın yokmuş. Torunlarımda sormuyorlar demek. Yeni eve taşınmışsın aldım haberini.
Arkadaşın Zehra söyledi. Vefalı kızdır, arada geliyor sağolsun. Annesi de babası da yanında vefat etmiş. Hiç bırakmamış bir yere, yanından ayırmamış. İmrenmedim desem yalan söylerim… “Evi çok büyük” dedi.
Kocaman odaları, geniş bir balkonu varmış evinin. Yeni mobilyalar almışsın, eskileri elden çıkarmışsın.Tıpkı beni çıkardığın gibi… Herşeyi sığdırdın da evine, bir beni sığdıramadın a kuzum.
Hadi onu da geçtim. Bir kere “Anne gel evimi gör, bir kaç gün kal” bile demedin… Zehra’ya “Anneler gününde görmeye gideceğim” demişsin…
Ben anneler gününü hiç beklemiyorum biliyor musun? Anne olmak acı verir mi insana? O gün bana acı veriyor yavrum. Artık kendimi bir anne gibi hissedemediğim için belkide… Bir evlat bir torun sevemezsen, çevrende anne diyen olmazsa sana, ne anlamı var anne olmanın?
Ölene imrenilir mi hiç? İmreniyorum işte. Kimin öldüğünü duysam “darısı başıma” diyorum. Hayaller umutlar, mutlu zamanlarmış insanı ayakta tutan. Onlar yoksa yaşamak zulüm olurmuş meğer…
Kim icat etmiş bu huzursuz evleri? Rahat yüzü görmesin deyip her gün beddua ediyorum. Huzur eviymiş. Hergün ölüp ölüp diriliyorum bu huzursuz odada. Hiç tanımadığım, mizacımın uymadığı insanlarla yatıp kalkıyorum. Hiç bir şey bana ait değil. Söz hakkım yok, elbiselerim bile benim değil sanki. “Allahım al emanetini ne olur, bu yükü taşıyamıyorum…”
Bu huzursuz evleri icat edenler mi çıkarmış anneler günü denen yalancı günü?
İnsanlar yaşlı annelerini bu evlere kapatsın da sonra anneler günü olunca ziyaret etsinler diye öyle mi?
Bak yine geldi o uğursuz gün. Zehra geleceğini söylemişti. Gelsen de bir, gelmesen de artık. Ben anneler gününü hiç sevemedim biliyor musun?
Dünyalara sığmayan anne yüreğim huzursuz bir odaya hapsedildi. Ne sevmenin, ne anneliğimin bir anlamı yok artık…
Çok üşüyorum. Hem parmaklarımda da can kalmamış sanki, kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi..’
alıntı
15.07.2017//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
değerli hocam güzel bir konuya parmak basmış Allah razı olsun
güzel çalışmanızı inanın gözlük takarak okudum hemde gece karanlığında.....
içler acısı bir durum sergilenen manzara onun için insanlar ailesine be büyüklerine sahib çıkmalı diyorum ...ne ekersek onu biçeriz....mesela ben kendimden örnek verecek olursam benimde iki tane yaşlı babam birisi gayın babam (86) biride kendi babam..(89) bizler onlara sıra ile bakıyoruz 15 er gün....
elimizden gelen saygıyı hürmeti göstermeye çalışıyoruz...onlarda bize alışıyor zamanla bizde onlara
zamanlarını iyi geçirmelerine elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalıyoruz...(https://www.youtube.com/watch?v=LAJlIG-CUkI )sultan süleyman adlı videoda babam söylüyor benim sayfamdan izleyebilirsiniz....ilgi ve alaka nasılmış millet görsün diyorum...yutube kanalımdan ( https://www.youtube.com/channel/UChok-0AzIWZJ-jq8q1iaz_w ) benim vebabamın videolarını izleyebirsiniz.)
selam ve dua ile...
Anneannem ve dedem oğluyla gelininin yanında yaşadı vefat etti
Babaannem keza öyle sanırım mutluydular.Babaannem hayattayken ne kadar uzak yerlerde olursak olalım bayramlarda mutlaka onunla başlardık güne annem babam hayatta çok şükür sağlıklılar da ama yarın ne olur bilmiyorum.Çocukluk yıllarımda yaşlı bakımevinin nesini biliyordım ne diye cazip buluýordumsa ben evlenmeyeceğim emekli ikramiyemi veririm orada kalırım diye konuştuğumu hatırlıyorum
şimdi yazınızı okudum da aslında taa sabah okumuştum ancak yorum şu saate nasip oldu.Yaşlanmaktan korktuğumu farkettim.Allah elden ayağa düşürmeden kimselere yük ve muhtaç etmeden göçmeyi nasip etsin. Anne baba olmak bebeğe çocuğa bakmak yetiştirmek evet zor ama yaşlıya bakmak zannımca çook daha zor. Evet torun büyütmeyi isterim de ya annesi o çağa göre bulmazsa o zamanki beni! Hasılı gönül çok çabuk kırılıyor bu bile tek başına yeterli bir sebep. Fena olur benim yaşlılığım şimdi demodeyim o vakitler nicolurum fena çok fena...
sağlıkla kalın.
Yazınızı okumadan önce:
-"Kendi aklım ve ayaklarımla huzur evine giderim diyordum."
Yazınızı okuduktan sonra;
"Ey yaratan koyma beni el eline,
Sağlıklı iken kabul et cennetine" dedim.
Mektubu seyahat otobüslerinin ekranında yayınlansa sektöre zarar mı verir acaba?
Yazınızı okumak güzeldi sayın Doğan.Saygılar.
eyüp uysal tarafından 7/17/2017 10:42:05 PM zamanında düzenlenmiştir.
Evim huzur evinin yanında. Arada bir sokağa, parka çıkan yaşlıları görüyorum, bir gün bizlerin de bu hale düşeceğimizi düşünmeden. İlk okul öğretmenim ve eşi son günlerini burada yaşadı ve öldüler. Kardeşlerim ve ben kimse bakmazsa nasıl olsa evimizin yanında oraya gider yatarız ya da eve bakıcı çağırırız diyoruz.
Gerçekten huzur evinde sana hiç uymayan insanlarla, ve acımasız bakıcılarla yaşamak zor. Öyküden bunu anladım.
Allah yardımcımız olsun..
Tebrikler,
Selâmlar..