- 783 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
457 - DEĞİRMEN
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
Heyecanla gelirdik fırsat buldukça Virane’ye… En eski müdavimlerindendik zaten. Bizim çekirdek grup… Orçun, Mahir, İhsan, Neşe, Işıl ve ben… Arkası Yarın gibi akıp giden olayları kaçırmak istemezdik hiç. Pek çoğuna şahittik, kaçırdıklarımızı da birilerinden dinlerdik.
Bazen girift sorunlar da gelirdi Makro Paşa’ya. Olayları dinler, anlar, bir yerinden başlardı sorunları sökmeye. Dikkatle takip ederdik, beyinlerimizde bir yerlere kaydederdik. Bilirdik, gün gelip de lazım olacağını.
Neşeyle yarenlik ediyorduk. Sıcak bir ortamımız vardı. Birimizin eksiğini diğeri tamamlıyordu. Ne kadar eğleniyorduk!
Kıran kırana tartışmalar da vardı ama kalp kırma yoktu. Nezaket vardı. Olgunlukla çocukluğun harmanlanması... Sınıftaki çocuklar gibiydik. Küçücük sıralara üçer kişi oturmuşuz sanki. O yıllarına gidivermişiz yeniden.
Ne kadar mutluyduk! Arada çatlak sesler de çıkıyor, tartışmalar sınırları aşıyordu ama onlar da ayrı bir renk katıyordu hayatımıza. Çünkü akabinde sorun hallediliyor, barış sağlanıyor, yavaş yavaş önceki hale dönülüyordu.
Biliyorduk ki bir gün gelir de bu zamanımızı hasretle anımsar, geriye dönüşün mümkün olmayışına hayıflanırız.
Define de mutluydu bizimle birlikte… O hengâme içinde şikâyetsiz, o meşhur rahat minderli sandalyesine kurulmuş, ayaklarını uzatmış, birbirinin üstüne koymuş, keyfinden parmaklarını oynata oynata piposunu tüttürmekteydi çoğu zaman. Bazen de sanat değeri taşıyan ahşap oyma işleri veya yine tahtadan basit çocuk oyuncakları, araç gereçleri yapmaktaydı.
Bir gün, cami arkadaşlarından Hacı Hasan Efendi ziyaretine geldi. Ortamı fazla gürültülü bulmuş olacak ki elindeki tespihi sallayarak ciddi ciddi:
“Allah size kolaylık versin, mübarek! Burada, bunca gelip gidenin arasında huzurla ibadet edebiliyor musunuz? Kafanızı dinleyebiliyor musunuz? Bana biraz, nasıl söylesem… Biraz gürültülü patırtılı geldi de…” dedi. Dede mutlu mesut gülümseyerek:
“Hasan Beyciğim! Onların sesleri, tıkırtıları bana ninni gibi geliyor. Burada kestiriyorum bazen. Cıvıltıları rüyalarıma fon müziği olarak eşlik ediyor. Hele ikindi vakitleri öyle güzel şekerleme yapılıyor ki!” diye cevapladı.
“Bilmem ki nasıl rahat ediyorsunuz, mübarek! Ben istirahatıma pek düşkünümdür. Dayanamam, yemeği fazlaca kaçırırım çoğu zaman. Bir rehavet basar üstüme, sofradan kalkınca! Odama çekilir, şöyle bir güzel uyurum, dinlenirim. Sonra da zinde bir şekilde ibadetimi yaparım.”
Dede sakin ve mutlu bir şekilde, yaşanmış ya da yaşanmamış bir olay aktardı:
“Delikanlının biri, buğdayını öğüttürmek için değirmene gitmiş ve o gürültüde, un çuvallarına başını koyup horul horul uyuyan değirmenciyi görmüş. Başka bir zaman yine onun o vaziyette uyumakta olduğunu görünce dayanamayıp sormuş:
“Dayı, bu gürültüde nasıl uyuyabiliyorsun? Ben olsam asla uyuyamam! Şu gürültüye bak!”
”Ne bileyim evlat!” demiş, kalkıp işine bakmış ama aklına takılmış bu soru. Farkında değilmiş. O zamana kadar su hiç kesilmemiş, değirmen hiç durmamış ki!
Aradan epey bir zaman geçmiş. Bir gün su kesilivermiş. Değirmen durmuş. Nasılsa yapılacak iş yok ya şöyle biraz şekerleme yapmak istemiş. O yana dönmüş olmamış, bu yana dönmüş olmamış. Kalkmış oturmuş.
“Yahu, birkaç dakikacık bile kestiremedim! Bu nasıl iş?” demiş kendi kendine. Meğer ninni gibi geliyormuş o sesler ona. O sesle uyumaya alışıkmış. Ses kesilince garipsemiş. Uykusu kaçmış. Ben de bu cıvıltı kesilirse kendimi huzursuz ve mutsuz hissederim. Alışmışım bir kere. Onların gürültüleri bana ninni gibi geliyor. Sanki su sesi gibi, değirmen gümbürtüsü gibi…
Anladım ki ortama alışılmadık bir sükûnet hâkimse, herkes suspussa, yani mekân ölü evine dönmüş gibiyse onun için: “Ne oluyor yahu? Bu ne sessizlik? Ortalık suyu çekilmiş değirmene dönmüş!” deniyor. Bu değim buradan gelmiş. Dede devam etti:
”Muhterem, az önce: “Uykum kaçar. Asla uyuyamam! Tahammül edemem!” falan dediniz ya… Aklıma başka bir hikâye geldi. Müsaade ederseniz onu da nakledivereyim’”
“Müsaade sizin, efendim. Rica ederim. Anlatınız. Dinliyoruz efendim.”
”Yaşlı adamcağızın birisinin upuzun sakalı varmış. Bir akşam köy kahvesinde gencin biri ona bakarak:
“Amca, çok merak ettim. Sen bu sakalı, yatarken yorganın altına mı koyuyorsun, üstüne mi?” diye sormuş. Adamcağız düşünmüş taşınmış:
“Hiç fark etmemişim! Elli yıllık sakal… Nasıl oluyor? Bilmem ki oğlum! Bu gece yatarken dikkat edeyim de yarın söylerim sana.” demiş.
Evine gidip yattığında, sakalı yorganın üstüne koymuş, rahat edememiş, yorganın altına koymuş, olmamış. Bir üstüne, bir altına derken kan ter içinde kalmış. Uykusu kaçmış. Sabah da olmuş, o da olmuş! Kalkar kalkmaz sakalını bıyığını kökünden kesmiş, kurtulmuş. Muhterem, siz de bana saçı sakalı kökünden kazıtmayasınız!”
“Aman dede! Sakın ha!.. O zaman bir nereye gideriz? Nerde bir araya geliriz?” dedi, Neşe.
”Merak etme, güzel kız! Olmaz öyle bir şey. Siz benim evlatlarımsınız. Biz büyük bir aileyiz.”
Geniş bir aileydik. Birbirini ateşleyen odunlara benziyorduk. Bir aradaysak yanıyor, bir işe yarıyorduk. Tek odun yanar mı! Birkaçının en az ikisinin bir araya gelmesi lazım. Çalı çırpı da lazım. Onlar da olmalı, her ne kadar gözümüz tutmuyorsa da… Belki onlar bize, bizim onlara sağladığımızdan daha fazla fayda sağlıyorlardır. Onlarda gördüğümüz eksiklik ve aksaklıklar, bizim için kesinlikle olmaması gereken çirkinlikler olarak rahatça seyredilebiliyor, onlardan kendimize hisse çıkarıyorduk.
Bazen birimizin bir sözcüğü bir sohbet başlatıyor, bazen birimize ilham kaynağı oluyor, bir şeyler yazdırıyordu. Son zamanlardaki şiir furyası almış yürümüştü. Bir de dedenin aşkı gündeme gelmiş, muhabbetin tadına tat katmıştı. Zaten o ilginç aşk hikâyesi romanlaşmaya doğru yol almaya başlamıştı. Gerisini dinleyebilmek için yollar aramaya koyulmuştuk. Onu mazisine döndürebilmek için ne gerekirse yapıyorduk. O zamanların şarkılarının kasetlerini koyuyorduk teybe. “Ah aşk!..” diyerek iç çekiyorduk. Çok üstüne varamıyorduk, cayar falan da anlatmaz sonra diye de o değillikten dokundurmalar yapıyorduk. Merakla o anın gelmesini bekliyorduk.
Değirmen her zamanki gibi dönüyordu. Her taraf buğday, un... Değirmenci memnun, bizler memnun...
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 457