- 651 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YIRTIK SAYFALARIN GÜNAHI NE?
Yazmak... Yazabilmek... Kalemi eline alınca ya da klavyenin başına geçince ince tıkırtılarla ifade edebilmek duyguları... Kimi zaman ağır ağır, düşüne düşüne yazmak.. Merdivenden düşme korkusuyla yukarı çıkan bir çocuk gibi.. Yalın, içten, sonrasını düşünmeden, o anı yaşayarak... Bazen bastonuna yaslanmış bir ihtiyarın ağır, aksak, soluklanışlarını hissederek yazmak.Ağdalı ve tamlamalarla dolu, buram buram tecrübe kokan, öğütler veren... Her sözcüğü özenilerek seçilmişcesine, ahkam keserek... Bazen de piyano çalarken kendini ritme kaptırmış bir müzisyen gibi, daldan dala atlayıp potporiler yaparak yazmak...
Yazmanın kolay olduğunu sanırız. Her eli kalem tutan birşeyler yazabileceğini düşünür. Kolay meslek gibi gelir bize yazarlık.. Büyük bir hevesle, coşkuyla başlarız. Ama zamanla bu coşku dolu başlangıçlar yerini zoraki, görev icabı yazılan yazılara bırakır. O zevk için yazılan günlerdeki coşkuyu, tadı bulamaz olursunuz yazdıklarınızda. Asıl zorluk konu bulmakta olur. Elinize kalemi alıp yazmak için oturduğunuzda şiddetli esen bir kasırga alıp götürmüştür sanki dağarcığınızdaki tüm sözcükleri. Cümleler saklambaç oynar beyninizde ve siz ne kadar iyi ebe olursanız olun bir türlü sobeleyemezsiniz onları.. Yazmak için nafile çabalarsınız... Yazacağınız yazıdan çok okuyanların bu konuda ne düşüneceğini, eleştirmenlerin nasıl ahkam keseceğini düşününce gerilerek, özenerek yazma çabası içerisine girdiğinizden; buruşturulmuş sayfalar yığın oluşturur önünüzde... Duygularınız dumura uğramıştır sanki.. Bir anda kör, sağır, dilsiz oluverirsiniz... Kaleminiz yazmaz olur, siz hissetmez...
Ayağa kalkar ya bir sigara yakarsınız ya da bir fincan sıcak kahve molası verirsiniz. Muhtemelen beton yığınlarına bakan evinizin penceresindesinizdir o an. Birden sihirli bir çubuk dokunur sanki duygularınıza.. Beklediğiniz an gelmiş, sözcükler sobelenmeye başlamıştır. Koşarcasına uzanırsınız kaleme ve kağıda... Öyle seri, öyle çocukça bir tavırla yazmaya başlarsınız ki gülümsememek mümkün değildir görüp de bu halinizi.
Yırtıp yırtıp tekrar başlar; başarmanın verdiği heyecanla, kendinizi zafer kazanmış komutan edasıyla atarsınız yumuşacık koltuğa... Yazdım, başardım! ...Kim için yazdığın, ne için sevindiğin belli olmaz. Kendini rahatlatmak için mi, insanlar okusun; paye alayım diye mi? Egoistçe mi yazdın, toplumsal çıkarlar için mi, nedeni asla bilinmez...
Peki önemli olan bitirebilmek midir sadece? Dağları delip incecik akan bir su gibi süzüldü mü yazdıkların katılaşmış yüreklere yoksa Çin Seddi’nden daha zor aşılan duvarlar mı ördü araya, bilinmez.. Belki de senin için hiç bir şeyin önemi yoktur yazmış olmanın dışında... Okunamadan yazılıp yazılıp yakılanların alevinde ısınmaktır seni mutlu eden... Düşünüp; düşüncelerini özgürce dışa vurduğun için, hiç bir kaygı duymadan hoyratça karaladığın için o sözcükler anlam taşımıyordur nezdinde. Çoğu kez önemsemezsin oraya öylesine koyduğun bir üç noktanın okuyanı nerelere sürüklediğini... Bazen sadece laf olsun diye; hiç kimseyi, hiç bir olguyu düşünmeden; okunsa da olur okunmasa da, görevimi yapayım zihniyetiyle yazılan sözcükler neler hissettirir okuyucuya?Sözcüklere hiç bir his katmadan, özenmeden seçerek; sözcük oyunlarıyla renklendirerek yazdınsa bir de... İnanmadan ama inanıyormuş görünerek... Yalan duygularla... Yazdım demek için... Boş vaadlerle dolu, sahte sözcüklerle... Duymadan, hissetmeden, laf olsun diye..
Bittiğinde herkes hayran olduysa yazdıklarına, senin nezdinde yazılanların sıradanlığını düşünmeksizin.. Oysa bilmek gerekirdi o sözcüklerin belleklerde derin bir iz bırakıp yıllarca silinmeyeceğini; sahte duygular, boş vaadler, ümitsizlikler içerse de... Çoğu kez defalarca yazıp, çizip, karalayıp buruşturularak, içine bir damla his koymadan bitirip okuyucuya sunmuş olsan da...
"Gerçi biliyorum tümü yalancı sözcüklerin… Ama yırtık sayfaların günahı ne? ”
"Öylesine yazılmış yazılar, öylesine yaşanmış hayatları anlattığı sürece daha çok yazı yazan çıkar bu ülkede..."
HATİCE KUZU
28 Ocak 2002
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.