- 532 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Değişim
Hayatımızda hep örnek aldığımız insanlar olmuştur, şöyle olsaydım, onun gibi yaşasaydım dediğimiz anlar olmuştur. Ama bazı insanlar da var ki, hep o örnek aldığı insana benzemek istemiştir, onun yaptıklarını yapmaya çalışmış, onun gittiği yerlere gitmiş, onun gibi yaşamak istemiştir, onun resimlerini odasının her yerine asmıştır, telefonunda onun resmi vardır, şiirlerinde hep ondan bahsetmiştir, arkadaş sohbetlerinde hep onunla başlayan muhabbetler etmiştir. Bu yüzden iyice yalnızlaşmaya başlamıştır, kendi kabuğuna çekilmiştir ve artık paranoyaya benzer durumlar yaşamaya başlamıştır.
Sabahın erken saatleriydi. Uykuyla uyanıklık arasında o kısacık köprüde, uyanayım mı, yoksa biraz daha uyuyayım mı diye düşünürken geçen zaman çok uzun gibi gelir fakat çok kısadır. İki üç dakikadan ibarettir. Biraz sersemlemiş halde yatağında doğruldu, etrafına anlamsız gözlerle baktıktan sonra, gözü saate kaydı, aman tanrım dedi, geç kaldım, bu sefer de geç kalırsa işe, patronu kesinkes çıkaracaktı, defalarca uyarı almıştı. Ama bir türlü vazgeçememişti şu yatakta zaman geçirmekten, gözü tavana dikili dakikalarca öylece yatakta uzanır beklerdi.
Acele etmeliyim dedi kendi kendine, kendi kendine konuşma, onun için bir mutluluk demekti.
Ayağına çoraplarını geçirdikten sonra, ayaklarını sürüye sürüye lavaboya gitti, musluğu açıp suyu yüzüne çırparken bir anda gözü aynaya dikildi, kaldı. Dakikalarca aynaya baktı, sonra eğildi, aynadan uzaklaştı, tekrar aynaya baktı, gördüğü aynı yüzdü, fakat kendi yüzü değildi.
Aman Tanrım dedi, bu yüz, bu gözler benim değil…
Hızla odasına gitti, kapıyı kilitledi. Odasındaki aynaya tekrar baktı, korkuyla karışık bir endişeyle odanın içinde bir ileri bir geri volta atmaya başladı.
Ne oluyor bana, bir rüya mıydı bu, yoksa uyanamadım da, rüyamı görüyorum.
Bir anda kapı vurulmaya başladı, annesiydi seslenen, oğlum hadi uyan, işe geç kalıyorsun.
Bu sözü yıllardır duyuyordu, işe geç kalıyorsun, işe geç kalmak demek evin içinde hep bir huzursuzluk demekti. İşten çıkarılırsa kirayı kim ödeyecekti, faturaları kim ödeyecek, evi kim geçindirecekti, kara günler demekti.
Annesi tekrar seslendi, Suat oğlum, hasta mısın, neyin var, vakit geldi. Uyan artık.
Fakat içerden ses gelmeyince annesi, babasına söyledi.
Baba da büyük bir gürültüyle evin içinde bağırmaya başladı.
Bu saçmalığa bir son vermeliyim, odamdan hızla çıkıp kimseye görünmeden kendimi dışarı atmalıyım.
Fakat dışarıda bu yüzle, işime nasıl gidebilirim, kimse beni tanımaz ki, işe gitsem, anlatsam durumu, hiç kimsenin böyle bir durumu anlamayacağından emindi. İşten vazgeçtim, sokakta dolaşsam, herkes etrafımda toplanır, resim çekilmek için sıraya girerlerdi.
Sokağa çıktığını hayal ediyor, insanların nasıl ona şaşkınlıkla baktıklarını hayretle izliyor ve bundan büyük bir keyif alacağını düşünüyordu.
Ben Mustafa Kemal Atatürk’üm dedi.
Annesi tekrar kapıyı vurdu.
Oğlum ses ver orada mısın.
Buradayım anne, az işim var, hazırlanıp çıkıyorum dedi.
Fakat annesi bu sesi duyunca korkuyla, evin içinde çırpınmaya başladı, ses; oğlu Suat’a ait değil, bambaşka bir sesti, hani tanıdık ta bir sesti sanki, ama oğluna ait değildi.
Suat hızla eskiden iş görüşmelerine giderken giydiği takım elbiseyi giydi, kravatını taktı. Kokular süründü, ellerine kremler, saçına parlatıcılar, sonra kapıyı dinlemeye başladı. Annesinin mutfakta, babasının da başka bir odaya geçmelerini bekliyordu, geçer geçmez kendini sokağa atacaktı.
Sokağa çıktığında kim bilir neler olacaktı, heyecanla bu anın gelmesini bekliyordu, iş güç artık önemli değildi, hayatı boyunca en çok sevdiği insana dönüşmüştü.
Ben Mustafa Kemal Atatürk’üm dedi, sevinçle bağırdı odasının içinde.
Kulağını kapıya dayayıp içeride olup bitenleri dinliyor, bir fırsatını kollayıp kendini dışarı atmayı düşünüyordu, öyle heyecanlıydı ki, aynada yüzüne bakıp, kaşlarına, gözlerinin rengine ve saçlarına bakıp bakıp hayran kalıyordu. Mustafa Kemal Atatürk’e aşıktı, rüyalarında hep onu görmek istemişti, hep onun çevresinde yaşayan yada onun yaşadığı dönemi yaşayan insanlar arasında olmak istemişti.
Babası lavaboya girdiğinde odasından hızla koşup kapıya yöneldi, kapıyı hızla açıp ağır adımlarla merdivenlerden aşağıya iniyordu. Çok heyecanlıydı, hayatı boyunca hiç bu kadar heyecanlandığını hatırlamıyordu.
Ben Mustafa Kemal Atatürk’üm dedi apartman içerisinde kendinin duyabileceği bir sesle.
Dışarı da hava bahar havası gibiydi, onunda ömrüne bahar gelmişti sanki.
Ben Mustafa Kemal Atatürk’üm artık bu ülkeyi zehirli solucanlardan temizlemenin vakti geldi.
Yolda yürürken hayaller kuruyordu, insanlarda şaşkınlıkla ona bakıyor, kimisi elini alnına götürüyor, kimisi gözü yaşlı yanına geliyordu.
Sokağa çıktığı anda büyük bir kalabalık onun etrafında toplanmıştı, çoğu insanlar duygulanmış, gözleri yaşlı, Mustafa Kemal Atatürk’e bakıyorlardı.
Suat yaşananların bir rüya olduğunu düşünüyor, bu anın hiç bitmemesini istiyordu.
Suat’tan kilometrelerce uzakta, soğuk kış aylarının acımasızlığı ve bir yanda terör korkusu, bir yandan gelecek kaygısının yaşandığı Anadolu’nun bir köyünde, genç bir adam sabahın erken saatlerinde kalkıp, çalışacağı inşaata doğru gidiyordu.
Uzun yıllardır amelelik yapıyor, işini seviyordu. Hükümet politikaları ters yüz olunca evlerinin, sokaklarının, mahallelerinin hepsi savaş alanına dönmüştü.
Herkes göç etmişti büyük şehirlere, o kalmayı tercih etmişti. Ne olacaksa burada olmalıydı. İş varsa burada, yemek varsa burada, ölümde olsa burada olmalıydı diye düşünüyordu.
Siyasetçileri sevmiyordu, onlar sırf kendi çıkarları için çalışırdı, halk için kimse bir şey yapmazdı.
Oy istedikleri zaman onlar kadar yalancı bu dünyada kimse yoktur.
Arkadaş ortamında da siyasi konulara girildiğin de hemen oradan kalkar, başka bir masaya oturur, kimseyle konuşmazdı.
Arkadaşları onun bu durumunu psikolojik diye tabir ediyorlardı, fakat onun psikolojiyle uğraşacak vakti yoktu. Bir şeyler bozulmuşsa da artık aldırmıyordu olanlara, bazı zamanlar ses duyduğu oluyordu, fakat bu çok eskiden de oluyordu.
Bu sesler bazen emredici, bazen ezici ve bazen de hakaret edici olabiliyordu. Artık aldırmıyordu olanlara, bir gün nasıl olsa bitecek diyordu bu sesler, ömrü yettiğince söylensin dursunlar bakalım.
Kahvede oturmuş çayını içiyordu, ocakçı televizyonu açtığında cumhurbaşkanı Erdoğan canlı yayında miting yapıyordu, konuşmaya başladığında hızla masadan kalkıp kendini dışarıya attı.
Mahmut siyasetçileri hiç sevmiyor, onlardan nefret ediyordu.
Kahvedekiler de durumu farkedip yanına geliyor, şakayla karışık onu kızdırmaya çalışıyorlardı.
Kahveden çıktıktan sonra evine doğru yürümeye başladı. Tek katlı ahşap bir evde oturuyordu. Yakınında üç beş evden başka kimse yoktu, onlarda her zaman evde olmuyorlardı.
Bu köyde yapayalnız kalmıştı. Ama düşünceleri bambaşkaydı. Bir gün her şeyin güzel olacağına inancı tamdı. Bu yüzden bu inanca sıkıca sarılmıştı.
Bu aralar evde kendini çok huzursuz ve gergin hissediyordu.
Televizyon izlemezdi, radyoda türkü dinlemeyi çok severdi, haberler başlayınca kapatır, sonra yine açardı.
Bitkin bir şekilde kendini yatağa bıraktı. Biraz başı dönüyor, eli ayağı titriyordu, yorgunluktan olduğunu düşünüyordu ama sinirlerinin bozulduğunun farkında değildi.
Kabus dolu bir geceden sonra sabahın ilk ışıklarıyla uyandı. Üstünü giydikten sonra yüzü ayna da takıldı, kaldı.
Aman allahım dedi bağırarak, hızla kendini geri attı, kendini geri atarken kafasını hızla rafa vurup yere yığıldı.
Kendine gelmesi üç beş dakika sürmüştü.
Yavaş yavaş ayağa kalkarken bir yandan da kafasını tutuyordu. Ayağa kalktığında aynada yüzüne baktı.
Kafayı yemek üzereyim dedi kendi kendine, bu da kim, sen kimsin, bu hayal de nerden çıktı şimdi.
Ben Tayyip erdoğanım dedi, beni nasıl tanımazsın.
Seni tanımak mı?
Seni tanımak isteyen kim ki dedi uğursuz herif, çık git evimden, ne işin var benim evimde.
Asıl senin ne işin var benim evimde, defol git buradan, her tarafı pisletiyorsun.
Hızla lavabodan çıkıp, odasına gitti.
Kendini sokağa attı.
Sokakta herkes ona bakıyor, oda kimseye bakmamak için direniyordu. Fakat bütün bakışlar üstündeydi.
Aman allahım dedi, bir düş mü bu olanlar, rüya mı görüyorum, korkunç, dehşet verici bir rüya.
Kahveye girdiğin de herkes ayağa kalktı. Herkes şaşkındı.
Bu yüzü Tayyip, üstü işçi olan adam da kim diyorlardı birbirlerine, gürültüyle konuşmaya başladılar kahvenin içinde. Ocakçı Mahmut’un yanına gelip bir şey içermisiniz Tayyip bey diyince Mahmut çılgına döndü, çayında, seninde Allah belanı versin dedi, hızla kahveden çıkıp çalışacağı inşaata doğru koşmaya başladı.
Suat Mustafa Kemal Atatürk’e benzemenin sarhoşluğunu yaşıyor, bu rüyanın hiç bitmemesini diliyordu. Hayatı boyunca en çok sevdiği insana dönüşmüştü.
Mahmut’sa hayatı boyunca hiç sevmediği bir insana dönüşmüştü, kabus dolu geceler, iğne gibi sözler kulağının içinden değil de sanki dışarıdan duyuluyordu.
Buna bir son vermeliyim dedi. Bu sesler, bu yüz beni ele geçirdi, artık bundan kurtulmanın tek bir yolu var.
Ben bu yüzle yaşayamam, benim nefret ettiğim, çoğu insanın da nefret ettiği bir yüzle, hayatımı devam ettiremem.
Uzunca bir ip aldı inşaatın deposundan, sekizinci kata çıkıp, ipi sağlam bir yere bağladıktan sonra, kendini sekizinci kattan aşağıya bıraktı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.