- 1345 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YAHYA KEMÂL ÜZERİNE
YAHYA KEMÂL ÜZERİNE
Doğu ile Batı’nın edebî anlayışını sentezleyen, neo-klasik eserleriyle Türk edebiyatındaki tahtına oturan, yaşadığı süre zarfında hiçbir edebî topluluğa bağlılık göstermemiş olan Yahya Kemâl Beyatlı, yazmış olduğu şiirlerle de Osmanlı kültür ve medeniyetini muhafaza ederek o kültür ve medeniyetin muhafazakârı olmuştur. Sağlığında hiçbir kitabı yayınlanmayan şair, “Ok” şiiri hâricindeki bütün şiirlerini aruz vezniyle yazmıştır.
Aşk, ölüm, İstanbul ve Osmanlı üzerine şiir yazan Yahya Kemâl, II. Abdülhamit Han’a muhalif olarak gittiği Fransa’dan döndükten sonra Devlet-i Âli Osmaniye’nin medeniyetine olan hayranlığını dile getirerek muhafazakâr kesimin en çok beğenilen kalemlerinden biri olmaya muvaffak olmuştur. Bu muvaffakiyetin valsına ermesi mevzuunda haklıdır. Çünkü o yaptığı işin hakkını veren bir şairdir. Şiirlerinde parnasizm cereyânının te’siri mevcuttur. Şekle çok ehemmiyet veren bir san’atçıdır. Lâkin iş, şekle ehemmiyet vermekle nihâyet bulmaz. Şekil açısından cidden mükemmel eserlere vücut veren san’atçının şiirlerinde bir hayli duygusallık mevcuttur. Onun şiirlerinde biçim güzelliği ve duygu yoğunluğu âdetâ dans eder. “Sessiz Gemi” gibi ölümü en iyi şekilde sembolleştiren ve izâh eden bir başka şiirin mevcûdiyetine inanmamakla birlikte, “Atik Valde’den İnen Sokakta” şiiri gibi insanın, ait olduğu kültüre uzak kalmasının vermiş olduğu hüznü aksettiren bir şiir okumadım henüz. “Rindlerin Akşamı”nda âdetâ rindlik felsefesini yazar. “Süleymâniye’de Bayram Sabahı” adlı şiirinde, hayranlık duyduğu o yüce Osmanlı medeniyetinin maddeye olan akislerinden biri olan ‘Süleymâniye Camî’i her yönüyle, mükemmel bir söyleyişle anlatır. Aynı zamanda da Osmanlı’ya da değinir bu şiirinde. Belki de cihânın gelmiş geçmiş en medenî cemaati olan Osmanlı halkının ( Asr-ı Saadet’i saymazsak) torunlarının yaşadıkları o bayram sabahını anlatır. Mutludur Yahya Kemâl. Çünkü İstanbul’dadır. Osmanlı’nın timsâli olduğundan olacak ki; çok sever o İstanbul’u. Çünkü o çok sevdiği şehir, hasretiyle yaşadığı o nâdide medeniyeti kuranlara ev sâhipliği etmiştir. Analık etmiştir tâbiri câizse. Kutlu fethe şahit olmuştur. II. Mehmed Han Hazretleri’nin rüyalarının şehri olmuştur İstanbul. Kainatın efendisinin fethedileceğini müjdelediği şehir olmuştur İstanbul. Bağrında Kânûnîleri ve Yavuzları yetiştirmiştir. İstanbul görmüştür onun görmek isteyip de göremediklerini. Tevfik Fikret gibi İstanbul’a küfretmemiştir; bilâkis onun mânevîyatına ve şâheserliliğine destanlar yazmıştır.
Türk şiirinin kılıktan kılığa girdiği bir devirde o, şiirlerini yazarken hiçbir çelişki yaşamamış, biçim ve muhtevâ yönünden çok mükemmel eserler meydana getirmiştir. Bize ait olmadığı için o devirde pek rağbet görmeyen Aruz, Yahya Kemâl ile tekrar altın çağını yaşamıştır.
Günümüze gelindiğinde ise onun başarısı tartışma mevzuu edilmeyecek kadar yüce, eserleri de köhneleşmeyecek kadar klâsiktir. Şair denildiğinde akla ilk gelenlerdendir o. Tabii bu sözüm gerçek şiirden anlayan insanlar içindir. Yoksa Yahya Kemâl’i tanımayıp da, bir iki anlaşılması zor şeyleri yazdığı için kendini şairler zümresinden zanneden insanları yakından tâkip edenlerin sayısı bir hayli fazla şu günlerde.
İstanbul Osmanlıyı, onun şiirleri ise hem Osmanlı’yı hem de İstanbul’u aksettiriyor bizlere. Aynı zamanda gerçek bir şairin kalemindeki kudreti hissettiriyor ve bu kudrete mâlik olmanın rindliğini aksettiriyor şiirlerinde.
Mekânın Cennet olsun üstâdım! Muhafaza ettiğin medeniyetin muhafazakârları yaptığın hizmeti unutmayacaklar ve senin Fatihleri, Yavuzları, Kânûnîleri kısacası Devlet-i Âli Osmaniye’yi yücelttiğin gibi onlarda seni yüceltecekler, seni ve şiirlerini muhafaza edecekler. “Sis”i ve “ ‘Sis’te Söyleniş”i mukâyese edip doğruyu bulmaya çalışacaklar. Umarız ki; Cennet’te, hayranı olduğun medeniyete sultanlık etmiş o alperenlerle birlikte, arkanızdan gelecek akıncıları bekliyorsunuzdur.
Mustafâ KILIÇBAY
20.09.2008
AKİS GAZETESİ
KÜTAHYA