- 1634 Okunma
- 7 Yorum
- 3 Beğeni
Edebiyatın Yalancı Biyografyalarına
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Gece gece içim az çıldırdı. Ve telaffuz ile tekrarın ne denli eksik ve fazla olduğunu anladım. Fiziksel olarak bir yer kaplarız değil mi ? Ancak duygusal olarak bir hafızada yer ediniriz. Bir mekan ve zamanın hafızası içinde yaşadığımız ,iki deniz arasındaki bir ada gibi :birine geçmiş diyoruz diğerine de gelecek. Rotalarının anılarını alıkoymuş olan kişisel hafıza sayesinde yakın geçmişin denizinde dolaşabiliriz. Ancak çok uzak geçmişte dolaşmak için zamanda birikmiş anılardan yararlanmak zorundayız. Ben bu zaman gezisinde küçük bildiklerimle bir yazara varıyorum ve kendimce onu yazıyorum.
İlginç bir kişilik bu Sebahattin Ali. Kırk bir yaşında ve söylediğine göre bazı rahatsızlıkları var. Nobel ödülü alamasa da edebi alandaki ayrıcalığı sayesinde artık hiçbir şey yazmasa da olur. Çünkü okuyucuların mahrem hayatına girebilmiş, ’’içimizdeki Şeytanı’’ keşfederek bizimle kalmayı hak etmiş durumda. Canlanmaya başlayan edebiyatımızın en iyi titanları arasında ‘’Leylim Ley’’ diye bir şarkıyla geçiyor. Ama genelde yaşadığı çağda şuna buna çatıyor, polemikleri üzerine çekiyor, aforoz ediliyor, söylememesi gerektiği şeyleri söylediği için değil sözleri tartma konusunda zaman yitirmediği için ve olasılıkla bunu da özellikle yaparken diline yine bir parça dolanıyor ‘’Aldırma gönül aldırma’’
Sanmakla başlar her şey ! ‘’Aslında Yalancı Hayatla…’’Sanıyorum ki ağzımızdan çıkan her söz, yaptığımız tüm hareketler ve jestler ister tamamlanmış ,ister sadece taslak halinde olsun, her biri tek tek ve hepsi bir arada ,istem dışı olsa da, ya da bizzat o nedenle yazıya ve kağıda aktarılan bir yaşam hikayesinin en ayrıntısından daha az samimi ve gerçekçi olmayan, kasıtlı olmayan bir otobiyoğrafinin ayrık parçaları olarak anlaşılabilir.
Zaman içinde söylediğimiz ve yaptığımız her şeyin, anlamı ve önemi yokmuş gibi görünenlerde dahil, bir biyografi ifadesi olduğu yolundaki kanaat, bir gün ,ilk bakışta görünebileceğinden daha büyük bir ciddiyetle, bütün insanların yaşamlarını yazılı olarak bırakmaları gerektiğini ve bu milyarlarca cildin, dünyaya sığmaz olduklarında Ay’a götürülmesi fikri geldi aklıma.
YORUMLAR
70'lerde Nükhet Duru tarafından seslendirilen Melankoli'de söz yazarı Sabahattin Ali olan bir eser
Genç yaşta hayatını kaybetmesi muhakkak bir zaafiyet teşkil etmeyebilirdi
Çünkü, nicelik değil de nitelik önem arz eder kanımca
"insanların önemli bölümü yirmi beş yaşında ölürler, müşkül şu ki, yetmiş beşinde ancak defnedilirler" sözü de pek meşhurdur ya
Kısa sayılacak yaşam öyküsüne çok şey sığdıran yazarlar, edebiyatçılar, düşünce adamları hiç de az olmasa gerek. Ne ki, öldürülmek hatta yok edilmek apayrı bir durum kuşkusuz
Mussolini İtalya'sında savcının Gramsci için "“Bu beynin işlemesini yirmi yıl durdurmalıyız” demesi akla gelebilir. Maalesef bu kafa yapısı üretken insanların önünde bürokratik bir engeldir
Biraz daha uzun yaşasa nobel şansı olur muydu bilinmez de, Tolstoy'un da hayatta olduğu halde bu mükâfata hak kazanmaması ve hatta farklı bir planda Sartre'nin ödülü ret gerekçeleri düşünülürse pek önemli de olmasa gerek
Nihayet
Güne gelen yüreği, emeği, kalemi, kelamı kutlarım efendim
Saygı ve selamlarımla...
levent taner tarafından 6/23/2017 8:58:18 AM zamanında düzenlenmiştir.
Maria Puder
“Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanamadıktan sonra göğsümüzü doldurun hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?”
Hayatın bir anlamı varsa ,onu anlamlandıran çağına boyun eğmemektir. Bir kez boyun eğerseniz gelecek için susmanız anlamına gelir ki, Sabahattin Ali'nin öldürülme nedenini buna bağlıyorum. Susmadı ,susturulamadı .
Ah fraulein poder siz hayattaki şansınızı bi bilseydiniz. Bilebilseydiniz.
"hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. insanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar. halbuki mümkün olanla kanaat etseler, hayallerindekini hakikat zannetmekten vazgeçseler bu böyle olmaz. herkes tabii olanı kabul eder, ortada ne hayal sukutu, ne inkisar kalır... bu halimizle hepimiz acınmaya layığız; ama kendi kendimize acımalıyız. başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur!"
Kabul ediyor ve yalnız kendimize acıyoruz.
Maria Puder
Deriz ki kafası karışmışlara ,‘ Kendini bil’, sanki kendini bilmek beşinci ve en zor insan aritmetiği işlemi değilmiş gibi, Deriz ki iradesizler ,’’istemek yapabilmektir’’ ,sanki en acımasız gerçekleri her gün fiillerin görece pozisyonunu değiştirerek eğlenmezmiş gibi, Deriz ki kararsızlara, ‘’Baştan başla’’ sanki o başlangıç sadece yakalayıp çekiştirerek diğer uca, sonuna varılacak dolaşmış bir ipin hep görünen ucuymuş gibi ve sanki iki üç arasında hep sağlam ve ne düğümlerini çözmesi ne de gevşetmesi gereken kesintisiz bir ip varmış gibi, yaşam yumaklarında, ve, etkili bir cümle söylememize verilirse ,yumakların yaşamlarında olması olanaksız bir şey değil mi?