- 705 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BABALARIN BABASI!..
Güncem, her gün olduğu gibi bugün yine başbaşayız. Bugün; babalar günüymüş. Unutmuşum! Yani babamı unuttuğumdan değil de gününü şaşırmışım. Aslında belirlenen tarihlerdeki “özel günlere” oldum olasıya karşıyımdır. Neymiş efendim, o gün gelecek de o kişiye karşı sevgimi göstereceğim. Yok sevgililer, yok analar, yok babalar, yok bilmem ne günleriymiş. Eğer gerçekten seviyorsan sevgini yılın her gününe yayar, takiye yapmayacak şekilde gösterirsin.
Babacığım, bazen kamyonların arkasındaki yazılara dikkat ediyorum da her cümlesinde sanki bir yaşam özeti var gibi: Babam Sağ Olsun! Baba Yorgun Dalaşma! Baba Yorgun Sen Geç! V.s..
Sen bir kamyon şoförüydün. Bizi gece gündüz, uykusuz halinle direksiyon sallayarak okutmuştun. Mesleğini seviyordun sevmesine de bizi( ağabeylerim dahil) yirmi yaşlarımızdan önce şoför koltuğuna oturtmazdın ki heveslenip de bu mesleğe alışmasınlar diye. Her ne kadar direksiyon sallamak zevkli olsa da çilesi de yok değildi, hani!. O demir yığının parçalarıyla çocuk yaşta tanışmıştım sayende. Merdiven altlarına zulaladığın kamyonun bozulmuş parçalarıya gizliden gizliye dostluk kurmuş hâyâl dünyamı zenginleştirmiştim. Sübab, piston, aks, körük, şaft.v.s.. Büyüdükçe belleğimdeki kamyonun anotomisi sanki formatlanmıştı. Sen, okullu olmasan da alaylı olduğun halde çekirdekten yetişme tam bir şoför idin. Motorun vızıltısından halini hemen anlardın. Onun için o zamanlar aranan bir “ kaptan” dın.
Babacığım, tüm çıplaklığıyla hayatın içinde olduğun için bütün olguları varsayımlara dayanmadan birebir yaşamıştın. Eve geldiğinde karşılaştığın insanların hayat hikâyelerini anlatırdın. Bu anlattıkların, çocuksu belleğimde o denli yer etmişti ki elim kalem tutmaya başladığı zamanların ilk öykü denemelerinde hiç zorlanmadım. Kahramanlar, hep senin anlattıkların oldular. Hele de şu kol demiriyle önden çevirmeli kamyonlar yok mu! Hâlâ gözlerimin önünde. Arkasındaki borudan siyah dumanlar çıkararak homurdanarak çalışmaları..Yolda bozulduğu zamanlar, tam bir usta gibi arabanın altına yatıp tamir etmelerin, neydi be!
Babacığım, şimdi bunları anımsadıkça gözümde erişilmez oluyorsun. Bir sözün vardı ki hiç unutamam:
“ Hayatın içine tek başına atılacaksın. Başına gelenleri pişmiş tavuğun başına gelmeyecek şekilde yaşayacaksın ki dünyanın kaç bucak olduğunu öğrenesin.”
Çok haklıymışsın babacığım. Kendimi ölçüp biçiyorum da bu konuda senin tırnağın bile olamam.
Sen aşçıları aratmayacak şekilde yemek de yapar, iki dirhem bir çekirdek gezmesini de severdin, hani. Yakışıklıydın da üstelik. Demem o ki sen hayatı savsaklamaz dolu dizgin özümserdin. Yani o denli zorluklara rağmen kendinle de barışık biriydin. Yemek yapardın çünkü trafik kazalarından aynı zamanda mafya babalarıyla kavgalarından dolayı mapus damlarında yatmışlığın olurdu. O çocuksu halimle anacığımla birlikte seni ziyaret edişlerimiz belleğimde hâlâ tazeliğini korumakta. Demir parmaklıkların soğukluğu, gardiyanların hoyratlığı, kulede bekleyen silahlı jandarmaların bakışları... Yemek yapmayı orada bellemiştin. Diyordun ki:
“ Bir insan, yemek yapmayı bilmeli. İçeri düştüğünde her şeyini kendisi yapabilmeli. Zira içerde binbir çeşit insan var. Yemeğine zehir koyup öldürülme riskin her zaman olabilir. “
Hep bunları gördükçe; hayatın içinde farklı dünyaların da olabileceğini anlamaya çalışırdım.
Babacığım bazen eve öyle gelirdin ki kapının arkasına saklanır, senden kaçardım. Konuş derdin de konuşamazdım. Oysa kucağına atlayıp seninle hasret gidermeyi o kadar istiyordum ki. İşte o boşluğu hiçbir zaman dolduramadım. Ve ben hep konuşmaktan kaçar, okullarda sözlüden zayıf alan derdini anlatamaz bir öğrenci oldum. Böylece kendimi okumalara verip kitapların aralarında sana hasret kaldığım alâkanı gizlemeye çalıştım ama ne yazık ki o boşluğu dolduramadım. Şimdi düşünüyorum da sokaklarda kimbilir ne badireler atlatıyormuşundur, değil mi?
Babacığım, seninle kopmaz bağ iken bazen zıtlaştığımız anlar da olmuyor değildi. Hani bir veciz söz var ya: Babamdan ileri, oğlumdan geriyim, diye. Büyüdükçe sana ters düştüğüm taraflar da oluyordu ama sen bunu hazmedemiyor karşılıklı çatışıyorduk. Bir gün sonrasında ise kırk yıllık kanka gibi Niksar’ın içkili lokantasında kadeh kaldırıyor birbirimize sarılıp “baba ile evlat asla birbirlerine küs durmazlar” diyorduk. Toplumun statü kurallarına tınlamazdık. Aslında bize gıpta ederlerdi de bir türlü uygulayamazlardı.
Babacığım, bana ayakta durmasını belletin. Sana öyle minnettarım ki sağ olsaydın da hep seninle olsaydım. Seni ne kadar çok sevdiğimi içim sızlayarak şimdi daha iyi algılıyorum.
Şu anda çoluk çocuğa karışmış hatta torun sahibi biri olarak senin hasretinle yanıp kavrulmaktayım. Sen arkamda karlı bir dağ imişsin. Geçen akşam seni rüyamda görmüştüm de uyandığımda keşke rüyam devam etseydi, dedim
Yaşanılası hayatın acımasızlığını bana öğrettiğin için sana minnettarım ve de çok teşekkür ediyorum.
Cennet cehennemle pek barışık değildin ama Allah’ın seni mertliğinden ve de kul hakkı yemeyen, çocuklarını alın teriyle adam eden biri olarak ödüllendirdiğini umuyor, varsa günahlarının affını diliyorum.
Babacığım, bugün babalar günüymüş! Sen boşver bugünü. Her zaman içimdesin, her zaman seninleyim. Çocukluğumda olduğu gibi elele birlikte gururla dolaşmaktayız seninle.
(Güncemden. 18.6.2017 saat: 06:00)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.