- 569 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
bu gün okullu oldum
Okula başladığımız o ‘ilk gün’ insan yaşamında çok önemli ilklerden birisi. Belki de en önemlisi.
Okula gidebilme şansını ve olanağını elde etmiş olanlar o ilk günü anımsamıyor olabilir mi diye düşündüğüm zamanlar çok olmuştur. Bir çoklarına da sormuşumdur bunu. Sorduklarımın hemen hepsi o ilk günü hiç unutamamışlardı. Üstelik çok değişik anıları vardı o güne dair.
Unutamadıkları…
Cahit Sıtkı Tarancı’nın dizeleri ise yıllar öncesinden benim yüreğime çakılı kalanlar arasındaydı.
Affan dedeye para saydım
Sattı bana çocukluğumu
Artık ne yaşım var ne de adım
Bilmiyorum kim olduğumu
O, satın aldığı çocukluğuyla birlikte mutluluğu da alabildi mi bilinmez. Ama hayal bile olsa böyle bir olanağa sahip olabilseydik eğer...
Ben sen o hepimiz herkes çocukluğun o saf temiz masum günlerine yeniden geri dönmeyi ister miydik…
Nasıl ki o günlerde yaşanan sevinçler heyecanlar güzel tatlar yüreğimizde belleğimizde olanca tazeliğini koruyarsa yine o günlerde yaşanan incinmişliklerin acıların hüzünlerin izlerinin silinmiş olması olası mı...
Yine de hatırlamak istenilen o çocukluk günlerinin iyi ve güzel yanları oluyor hep nedense.
Çocukluğun o gizemli düşsel tadı da buradan geliyor olsa gerek.
Dünya yıkılsa kıyametler kopsa farkında olmayacaktı. Öylesine kendinden geçmişti. Eli yüzü saçları hatta kirpiklerine kadar çamura bulanmıştı her bir yanı.
Evlerinin önündeki çamurlu yolun kıyıcığında oturmuş çamurla oynuyordu.
Oynamak ne demek. Harikalar yaratıyordu. Yeryüzünün en büyük ustasıydı o şimdi.
Doğanın armağanı olan bu kırmızımtırak çamur nasıl da şekilleniyordu onun o minicik ellerinde. Ne yapmak istese o oluyordu bu sihirli çamur.
Ev sahipleri Keleş teyzesinin kara gözlü oğlağı bahçedeki kadife çiçeği İstanbul’ dan aldıkları uyuyan bebek tencere oluyordu bir anda. Annesinin yaptığı küçücük köfteler...
Suna ablasının yaptığı biraz acılı da olsa bayıla bayıla yediği halka simitlerden ve daha neler neler…
Ne kadar zamandır oradaydı hiç bilmiyordu.
Çömelerek başlamıştı işine önce. Bir süre sonra yoruldu bacakları. Koyuverdi kendini doğanın o yumuşacık doğal yaygısının üstüne olanca rahatlığıyla.
Annesi kim bilir kaç kez seslenmişti evlerinin yola bakan küçük penceresinden ona.
Yanı başına geldiğinde bile annesini ne görmüş ne de duymuştu. Ta ki ona dokununcaya kadar. “Hadi kalk çabuk. Okula gideceksin” dedi.
Ne diyordu annesi böyle? Ne okulu? Nasıl yani? Hem bütün bu yaptıkları ne olacaktı. Burada mı bırakacaktı onları? Çok yorulmuş ama ne güzel şeyler yapmıştı oysa. Öyle çok ağlamak geldi ki içinden...
Ama canı annesi onun içinden geçenleri anlamıştı sanki. “Hadi birazını sen al, birazını da ben. Bahçeye bırakalım onları. Kuruduklarında oynarsın” dedi. Ah! Ne kadar iyiydi annesi. Ne kadar iyi.
Gaz ocağında ısıttığı suyla çarçabuk yıkadı kızını annesi. İstanbul’dan aldıkları siyah önlüğünü giydirdi Beyaz çoraplarını siyah rugan ayakkabısını kırmızı çantasını hep bu gün için saklamıştı. Lüle saçlarını taradı. Kocaman bembeyaz bir gül gibi şekillendirdiği kurdelesini saçlarının tam ortasına taktı.
Okul evlerine çok yakındı. Bir elinde kırmızı çantası diğer eli annesinin sıcacık elinde ’okullu oldu’ o gün bu suskun sessiz kız. Okula gitme yaşını tam doldurmadan.
Okulun kapısında bıraktı annesi onu. Başka birisi tuttu elinden. Sınıfa götürdü ve bir sıraya oturttu. Tanıyordu onu. “Amca” diyordu ona. Ama şimdi öğretmeniydi. “Öğretmenim” diyecekti artık.
O da ona her şeyi öğretecekti.
Çünkü O bir Öğretmendi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.