- 656 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
D I G R I Ş
D I G R I Ş
Doğusu ve kuzeyini yüksek sırtlar yay gibi çevirir. Sırtın yamaçlarında verimli ekenek tarlaları ile bağ bah çe arasında kuzeyden güneye doğru akan dereler derin vadiler oluşturur. Batısı ise, göz menzilinde yüksek dağ la çevrili. Yazının orta yerinde oval bir tepe üzerinde kainatın en güzel köyü var. İnsanları çalışkan ve bilimsel gelişmeye çok önem veren bir kişilik. Hayvancılık ve çiftçilik işleri öncelikli geçim kaynağı. Yıllık geliri yetmese de, namerde muhtaç olmamak için sabreden asil bir gurur örneği gösterir.
Cumhuriyet ilan edileli çeyrek aşırı geçmişti. Ülke genelinde eğitim seferberliği başlar. Tarihsel süreçte eski bir yerleşim yeri olduğu halde köye okul çok geç yapılmış. Okuma yazma öğrenmek isteyen talebeler, coş kulu bir şevkle yedi kilometre uzaklıktaki nahiye merkezinde okula gidiyordu. Nahiye Müdürü teşvikiyle yıllar sonra köy odasında tek derslikli okul açılır. Öğretmen bile olmasa da Nahiye Müdürü, geçici olarak eğitmen görevlendirir ve İlkokul üçüncü sınıfa kadar çocukların okuması sağlanır.
Okur yazar olmayan çok insan var, köyde ve ülke genelinde. Konuştuğu ana dili güzel Türkçe’yle yazıp o kumak ve okuduğun yazarak anlatmak isteyenler, daha fazla olduğu için tek derslikli mektep köye yeterli gel mez. Muhtar Abdullah ağa, köye imece usulüyle üç derslikli ve içinde öğretmen evi de olan bir okul inşa ettirir köylüye. Yeni okulla birlikte hem öğretmen ataması yapılır, hem de eğitim beş yıla çıkar. Köy sakinleri çocuğun yaşını hesaplamadan elinden tutup okula şevkle götürür kız, erkek ayrımı yapmaksızın. Muallim beye; “-Kulun, kölen olayım, Allah’ın seversen benim çocuğu da okula kabul eder misin” istemini belirten vücut diliyle sabahın er vaktinde okulun kapısında bekler.
Evladını Muallime okulun kapısında teslim ederken veliler:
“-Muallim Bey, bu yavrumun eti senin, kemiği benim. Okuması için elinden geleni esirgeme, önce Allah’a sonra sana emanetim” diyerek ardına bakmadan ve bastığı yerin farkında olmadan sevinçle okuldan ayrılır.
Köy Enstitüsünden mezun olan Cumhuriyetin sesi, neferi ve kalbi Atatürk sevgisi, ilkesiyle atan idealist genç öğretmenler, ülkenin ücra köyüne kadar şimşek hızıyla ulaşır. Her biri, gittiği yerde devrim niteliğinde de ğişimi başlatıp ülke kalkınmasının lokomotifi konumuna geçer. On parmakda on bir marifet olan öğretmenler halkın içinde saygın bir yer edinir. Demirci, marangoz, semerci türü becerisi olanlar, Türk köylüsünün, kara sa banı için ihtiyaç duyduğu saban demiri, nal ve kazmanın kolay temin etmesin sağlar.
Okula şevkle gelen kız, erkek öğrenciler Türkçe okuyup yazma ve gü zel konuşma öğrendiği için çok heye canlı, sevinçli. Tüm öğrenciler büyük bir azim ve sonsuz bir aşkla kısa sürede Onuncu Yıl Marşını gönlünce teren nüm etmeye başlar. Türkçe okuyup konuşur, konuştuğu dille yazar. Hayatın gerçeklerinin öğrenimi okulda başlı yor.
Yeni Öğretmeni genç bir delikanlıydı. Yaşı ve gençliğin gereği öğrencilerinden ve köylülerden daha fazla heyecanlıydı. Köy Enstitüsünden öğret men olarak mezun olunca tayin olduğu ilk görev yeriydi bu köy. Köye i lim, irfan ışığı olup kandil gibi insanları aydınlatmayı çok istiyor ve bunu önemsiyordu. Eğitip öğreteceği öğrenci lerini cahillikten kurtaracak, onların bir an evvel aydın birer kişi olarak genç Türkiye Cumhuriyeti Devletine hiz met etmelerini sağlayacaktı. En önemlisi ailelerinin sosyal ve ekonomik yaşamla rını yönetecekti. Bu amaç için gece gündüz çok çalışıyor, mum gibi eriyip tükeniyordu. Görevi süresince mesai mevhumuna bakmadan gündüz okulda gece ise gaz lambası ışığında öğrencileri ile Türkçe okuma yazma öğrenmek isteyen ailelerine alfabe öğ retiyordu.
Okulun öğretmeni köy yaşamına yabancı birisi değildi. O’da hem bir köy çocuğu hem de Cumhuriyet öğ retmeniydi. Köy Enstitüsünden mezun olmuştu. Atatürk’ün Cumhuriyet ilkeleriyle teçhiz edilip yetiştirildiği ve donatıldığı için idealleri çok yüksekti. Elinden her iş gelirdi. Köylünün günlük işlerinde yol gösterip yardımcı olu yordu.
Kurtuluş savaşın kazanıp küllerinden yeniden doğan büyük Türk Milletinin bu cehaleti de çok çalışarak tez elden yeneceğine inanıyordu. İnancı; Türk Milletinin, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği çağdaş medeni yet seviyesine biran evvel ulaşacağı yönündeydi. Bundan asla şüphesi yoktu. Buna ulaşmak için herkesin birinci vazifesinin; “ Çalışmak, çok çalışmak olduğu ve millet; Çok çalışkan, üretken olduğu takdirde gururlanabilece ğin söylüyor, telkin ediyordu.”
Bu ülküyle haşır neşir olan öğretmen, köylülere çocukları kız erkek ayrımı yapmadan okula göndermeleri konusunda motive ediyordu. Bu istemin köylüler nezdinde karşılığın bulması üzerine tek derslikli okul ihtiyaca cevap vermez oldu. Öğretmen ve muhtar el ele vererek yeni bir okul yaptırmak için köylüleri ikna etti. Köye o kulu imece usulüyle yapacaklardı. İki yüz haneli köyün her hanesi okul yapılması için imkanı ölçüsünde madden , bedenen ve manen yardımcı olacak. Bu azim vardı onlarda ve de çocukları nın geleceğini kurtarmak, güvence ye almak istiyorlardı.
Cumhuriyet Bayramı kutladıkları bir günde üç derslikli, Başöğretmen odası ile öğretmen evi olan yeni ilk okul, kurban keserek dualar eşliğinde açılır. Köyde okula giden, gitmeyen büyük, küçük herkesin göz bebekle ri güler. Köy koruluğundan okula çocuklarının kullanımı için özel içme suyu getirilir. Çocukları daha rahat ve ko lay eğitim alması için marangozlara yeni sıralar ve tahta tabure, sandalye yaptırarak hizmete sunulur. Öğrenci velileri sırasıyla birer gün okulun hademe hizmetlerini yerine getirmeye ve okulun içi ve bahçesi temizlenmeye başlanır.
Bu hizmetleri yapan öğrenci velisi okur yazar değil. Askerde sılasına er mektubun parayla yazdıran bir kişi lik. Bir mektup için beş kuruş mektup yazma ücreti verir. Asker ocağında ali okulunda çat pat okuma yazma öğ renir ve terhis olup sılayı köyüne döner. Şehirler arası otobüs garacında okumak için gazete almak ister ve ücre tin sorar. Satıcıdan gazetenin bir kuruş olduğun söyleyince çok şaşırır. Kendi kendine söylenir;
“-Bir sayfalık asker mektubu beş kuruş, en az on mektuba bedel ve önü arkası yazılı gazete bir kuruş. Bu nasıl iş, bizim devreler beni ütmüş” der.
Köy İhtiyar heyeti, kışın soğuk günlerinde talebeler okulda ısınma sorunu yaşamaması için her öğrenci ve lisinin okula bir katır yükü odun getirmesi mecburi hale getirildi. Nöbetçi hademe sabah erkenden sobada yakı lacak odunu hazırlayıp sınıflardaki sobaları yakıyor ve öğrenciler derse girmeden önce sınıfın ısınması sağlanı yordu. Bir eğitim seferberliği başlatılarak okulun önünde bulunan bahçeye her öğrenci adına bir ağaç dikilir. Öğ renciler okulun önünde oyun oynadığı alanlara çay kenarından çuvallar dolusu kum getirilip serilir. Köylüler ço cukları okulda daha rahat okuması için her imkanı sunma gayreti içinde.
İkinci Dünya savaşı yıllarında çekilen açlık, yokluk ve yoksulluk düşünülünce; okul için yaptıkları hizmetle
ri çok az buluyordu köylüler. Biricik yavruları cahillikten, yoksulluktan ve fukaralıktan kurtaracak altın anahta rın avuçlarının içinde olduğunun bilincindeydi. Anahtarı asla kaybetmek istemiyor, yavrularının iyi bir eğitim al maları için güçleri ve imkanları nisbetinde severek yardımcı oluyor.
Tüm köy sakinlerinin kalbi inançları, ilkokulla birlikte ortaokulu ve devamı okulları bitirip yavrularının bir an evvel, devlet bineğinin kuyruğun dan tutmayı başarmaları. Kendisiyle beraber tüm ailesinin istikbalini değiş tirerek rahat bir yaşama kavuşmaları yönündeydi. Yaşamları buyunca çek tikleri çileyi, cahilliği, yoksulluğu yav ruları ve onların çocuklarının çekmemesi. Allah’ın izniyle onlar; karnı tok, sırtı pek rahat, huzurlu bir güne uya nıp kainata sevinçle selam vereceklerdi.
Bu inançla okul masrafların karşılamak için tavuğun yumurtasını yemiyor, ineğin sütünü içmiyorlar. San dıkta saklanan buğdayın yerine dövmeli ekmek yiyerek tasarruf etmeye çalışıyorlardı. Bu birikimler ile amele o larak bedenen çalışılması sonucu kazanılan tüm gelir, çocukların okuması için harcanıyor.
Köy okulunda sunulan hizmetler herkes tarafından takdire şayan bulunuyor. En önemlisi öğretmenin eği tim, öğretimdeki başarısı en üst seviye de beğeni alınca, civar köylerden veliler çocuklarını okutmak için bu o kula özellikle gönderirdi. Öğretmen gayretli çalışmaları sonucunda köylünün beyinleri ve kalbi gönüllerinde oku ma seferberliğini başlatır. Gerçekleştirilen ilmi çalışmalar sonucu köyde kısa sürede okuma yazma oranı artmış tı. Akşamları anne ve çocuk birlikte evde ders çalışır, ödev yapar olmuştu.
Öğretmen öğrencilerine her gün ev ödevi verir. Öğrenci ailelerine de çocukların; evde mutlaka derse çalış ması, ödevini kendi yapması ve fuzuli işlerde çalıştırılıp ödevini yapmadan, derse çalışmadan yorgun halde oku la gelmelerinin önlenmesini salık veriyordu. Öğretmen ertesi günkü ilk derste önce ödevleri kontrol eder, öde vi yapmadan okula gelen öğrenciye ceza vermekle birlikte velinin de dikkatini çekip uyarır. Velilerde bu durum dan ziyadesiyle memnundu. Aile ve köy odası sohbetlerinde öğretmenden memnuniyet özellikle dillendirilir.
Köy ilkokulu paydaşları öğretmen, öğrenci, veliler ve okul. Paydaşlar öğretmeye, öğrenmeye ve bu işe uy gun rahat bir ortam oluşturmaya istekli. İsteği gidermek, doyurmak çok zor. Öğrendikçe öğreniyor ve bununla hem hal oluyorlar. Severek dikilen bin bir zahmetle bakılıp sulanarak büyütülen eğitim fidanları meyve verme ye başlar. Hepsinin yüzü güler, evlatları devle tin yatılı okul sınavları kazandığı için. Bu başarı, okula devam e den öğrencilere ayrı bir motivasyon verir. Herkes bir kez daha; “Haydi bismillah” diyerek işine şevkle sarılır.
* * * *
Günler ayları takip ederken kış biter bahar gelir. Doğada navruzla birlikte yeniden canlanmanın, doğuş he yecanı başlar. Köy okulunda da eğitim, öğretim tüm hızıyla devam eder. Hayatından memnun olmayan şimdilik bu lunmaz.
Öğretmen bir gün matematik dersine girer. Haftalık ders programına göre günün dersinin konusunu işler ve örnek sorular çözer. Sonra anlattığı konunun öğrenciler tarafından anlaşıldığına kesinlikle emin olunca her vakit önemli konularda yaptığı gibi bu seferde Öğrencilere;
“Soracağım problemi ilk önce doğru olarak çözen arkadaşınıza bir adet tükenmez kalem ile bir adet otuz yapraklı beyaz defteri mükafat olarak vereceğim” diyerek soruyu ödüllü hale getirip işin içine heyecan katar.
Sorunun ödüllü olmasının yanı sıra verilecek ödülün köylük yerde bulunmaz <tükenmez kalem ve beyaz yapraklı defter> olması öğrencilerin heyecanın iyice artırır. Bu ödüller, köylük yerde alış veriş yapılan çerçiler de satılmaz, satılsa bile, babaları parayla almazdı. Onların yerine kullanılan sapsarı yapraklı defter ile mürek kep kurşun kalemler vardı. Kullanılan sarı yapraklı defterler ilkokul talebesi için yetip de, artardı bile. Çok de ğerli bu ödüle sahip olmak için öğrencilerin heyecandan elleri titremeye ve nefes alıp vermeleri artmaya baş lar.
Bu heyecanlı ortam içinde öğretmen sorusunu sordu. Soru şöyleydi:
“ Büyük ve küçükbaş hayvan alıp satan bir celep; şehirdeki hayvan pazarından bir at, iki öküz ve bir eşek satın alır ve satıcıya on üç bin lira para verir. İki öküzün fiyatı, atın fiyatının yarısı ve bir eşeğin fiyatı, bir öküz fiya tının yarısı kadar. Alıcı iki öküz için kaç lira ödemiştir?
Öğrenciler, öğretmenin sorusunu heyecanla yazar. Soru yazdırma işlemi biter bitmez ve öğretmen “başla komutu” verir, vermez sınıfın arka sıralarından bir öğrenci elini kaldırarak;
“-Öğretmenim soruyu çözdüm” der.
Öğretmen şaşkın. Soru sorma işlemini bitireli, başla işaretini vereli
daha üç, beş saniye geçmemişti. Diğer öğrenciler defterin içine yumulup ba
zıları soruyu okumakla diğerleri de soruyu anlayıp çözmekle meşguldü.
Öğretmen;
“-Mademki çözdüm diyorsun, defterini getir, cevabı nasıl çözdün, kontrol edeyim” der.
Öğrenci hışımla sırasından kalkar ve kara tahtanın yanı başında duran öğretmen masasına varır ve defte rin öğretmenine uzatır.
Öğretmen sorunun cevabını kontrol eder. Öğrenci soruyu doğru çözmüş. Bir atın sekiz bin, bir öküzün iki bin ve bir eşeğin bin lira olduğunu doğru olarak hesaplamış. Ancak, sonuç bölümüne heyecanla iki öküzün fiyatı üç bin lira yazdığını görür. Öğretmen öğrencinin, sorulan sorunun sonunu iyi dinlemediği kanatına varıp öğren ciye:
“-Evladım, iki öküzün fiyatı üç bin lira mıdır” ? diye sorar.
Hatasını anlayan öğrenci;
“-Öğretmenim ben, yanlış anlayıp bir öküzle bir eşeğin fiyatını hesaplamışım, özür dilerim. Esasında cevap ; iki öküzün fiyatı dört bin lira olması gerekiyor” diyerek eveleyip, gevelemek istemediği için öğretmenine dö nüp;
“-Öğretmenim, öküzün birisi DIGRIŞ ( zayıf) mış” der.
Öğretmen, öğrencisinin bu halishane doğaçlama cevabı duyunca gülmekten kendinden geçer, o kadar çok güler ki gözlerinden yaş gelir. Soru cevabını falan unutur. Aynı ücrete alınan, fiyatları eşit olan öküzün biri nin bedenen dıgrış (zayıf) olduğu için fiyatının diğer öküzden az olması cevabına, problemin doğru çözülmesin den daha çok hoşnut olur. Katıla katıla gülmesi de bundan.
Gülmekten yorulan öğretmen, kendine gelince öğrenciyi çağırır ve sınıfa hitaben:
“-Arkadaşınız soruyu doğru olarak çözmüş, fakat heyecanından cevabı değişik hayvanların fiyatını toplaya rak söylemiş. Bu dikkatsizlik sonucu bir cevap. Esasen dikkatli olmamak büyük hata. Yaşamınız boyunca karşı laştığınız hadiselerde: önce konuyu anlayacak, sonra üç düşünecek ve sükunetle doğru bir karar vereceksiniz. Bu kararı verirken her konuyu; enine boyuna düşünerek alacak, her olasılığı değerlendireceksiniz. Heyecanla nıp o’na mağlup olmayacaksınız. Değilse sonuç böyle olur. Gerçekle karşılaşın ca hayal kırıklığı yaşamamak için, önce dikkat, dikkat...
Burada asıl önemli olan arkadaşınızın soruyu doğru çözmesi. Ancak soruyu iyi dinlememesi ve dil sürçmesi sonucu farklı bir cevap vermesi. Şimdi de bu cevabı, öküzün birinin dıgrış (zayıf ) olmasına bağlaması. Bu cevap için kalem ve ya defterden birisini kazanmayı hak etti, tebrik ediyorum. ”
demesi üzerine bütün sınıf hep birden alkışlayarak arkadaşını tebrik ederler.
Öğrenci, ayağa kalkarak;
“-Öğretmenim, müsaade eder ve uygun görürseniz defteri almak isti yorum” diyerek isteğini belirtir.
Öğretmen, sakınca olmadığın belirtip neden defteri almak istediğini ve yazı yazacak sarı saman yapraklı bir defterin yok mu?” diye sorar.
Bu sefer öğrenci, öğretmenine:
“-Tarihi bütün antik kentlerde yapılan kazılar sonucunda, o dönemi anlatan kil ve benzeri nesneden ma mul tabletler ortaya çıkıyor. Tablete yazı yazan nesne (kalem) çok önemli değil. Defter, özünde bir tableti an dırır. Bu anıyı onun beyaz sayfalarına yazıp ömrümce saklayacağım için defteri alabilir miyim?” diye söylenir.
İstem üzerine öğretmen, defteri kendi elleriyle öğrencisine verir ve;
“ İnşallah bu deftere yazdığın güzel hikayeleri gün geçer an olur, zevkle okuruz” deyip yanaklarından ö per.
* * * *
Günler ayları, aylar mevsimleri ve mevsim yılları akıncı gibi kovalar- ken hepsi bir birinin peşi sıra zaman değirmeninde öğütülüp mazide bir an olarak kalır. Bu zaman dilimlerinde yaşanan hadiseler, yaşayanla birlikte
belleklerde yer alıp onunla birlikte sessiz sedasız göçüp gider. Sesli olanlar; gitmeyip bu dünyada halen canlı ya şayabilenler. Bunlar ise; tablet, deri, defter ve benzeri belgelere yazılıp kainata atılıp canlı kalanlar.
Birde sadece o köy. O köy, yine uzakta bir köy olarak yerli yerinde duruyor. Yaşayan var mı, yok mu, belli değil. Sessiz mi sessiz, kendi haline. Köy okulu bahçesinde çeşme suyu şırıl şırıl akmadığı için havuzunda kurba ğalar ötüşmez, kuruyan meyve ağaçları çiçek açmaz, çınar ağaçları yaprağın kıpırdattıkça hava serinleyip cıvıl cıvıl kuşlar ötüşmez, sınıfların da vıcırdaşan çocuklar koşturmaz, geceleri gaz yağı kokulu lüks lambaları yan maz ve siyah önlüklü çocukları yırtık, pırtık lastik pabuçla çakır dikeniyle kaplı sahada top oynamaz oldu. Okula ölü toprağı serpilmiş.
Vakti zamanında dıgrış öküz problemine tanık olan öğrenciler ile onlardan sonra bu okuldan mezun olan tüm öğrenciler; hedeflerine uygun şekilde Cumhuriyet Türkiye’si Devlet organizasyon yapısı içinde yer alan çe- şitli kurum ve kuruluşların değişik kademelerinde görev aldı. Ruhları şad olası atalarının idealleri gerçekleşti ve öğretmenin üstün gayreti karşılığını buldu. Onların çocukları, daha iyi eğitim verilen şehir okullarında okuma ya başladı ve babalarının düşünmekte zorlandığı görevlere gelerek meşaleyi eğitim burcuna taşıdılar.
Köy yerinde günlük iş, aş ve geçim derdiyle gelecek korkusu endişesi i çin köyden kente doğru göç başladı ve genç, çocuk nüfus azaldı köyde. O kula gidecek talebe sayısı bir mangayı geçmez oldu nerdeyse. Köylük yer lerde eğitim kurumları okullar kapatılıp taşımalı eğitim sistemine geçildi. Çocukların cıvıl cıvıl bülbül sesi okul dolmuşuna binip, indiği mekanlarda duyuldu. Böylece tüm köy okulları, sessizlik ve sahipsizlik deryasında üzeri ne ölü toprağı serpilmiş gibi viraneye dönüp ören yeri oldu.
Bu kurumlarda eğitim, öğretim görmek için eşiğini aşındıranlar ve ya bunların canlı organizma oldukları dönemleri bilenler, son durumunu ba kıp gördükçe yürekleri sızlar oldu, mezarlıklarda ki ata mezarı gibi.
24-25/ Kasım
Süleyman YILDIZ
(Lemos 5303)
YORUMLAR
Nefis bir Lemos yazısı.. Tebrik ediyorum. Yayınladıktan sonra, imlâ hatalarına "bakılsaymış" da dedim. Bu arada, rahmetli mânevi babam AHMET TUFAN ŞENTÜRK ü meğer ne kadar özlemişim... Dualar gönderdim. Teşekkürler, selamlar, saygılar...