- 787 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Abidin ile Çağ Mülahazaları
Eski bir yüzü, eski fakat hiç unutulmamış bir yüreğin sesini tekrar duyumsayacak olmak, hal dili ile temaşa etmek üzere olmanın verdiği heyecan ile Üsküdar vapur iskelesinde bekleme başladım
Abidin’i tanıdığımda çocuk sayılabilecek yaşlardaydı(15), kendisinden 2 yaş büyük ağabeyi satranç derslerime katılıyordu, ağabeyi çok hırslı ve çok başarılı bir çocuktu Abidin ise onun gölgesinde ezilmiş ve ezilmeye devam ediyordu, başarısızlığı nedeniyle, annesi, okuldan alınıp babasının yanında meslek edinme amaçlı çalıştırmayı düşündüklerini söylediğinde Abidin’in düşük omuzlarını ve gözlüklerinin arkasına sakladığı o ezilmiş bakışlarını halen unutamıyorum, “hayırlısı olsun ablacım” diyerek konuyu geçiştirip Abidin’e dönerek satrançla arasının nasıl olduğunu sormuştum, ağabeyinin kendisini hep yendiğini anlatmıştı, benimle çalışmak ister misin? Utanarak bilmem derken, harfler ayağa kalkmak isteyen bir savaşçı gibi dökülüvermişti dudaklarından. 1,5 sene sonra, Abidin önce İstanbul il birincisi, sonra Türkiye birincisi oldu ve peşi sıra takip eden başarıları, onu vali yardımcılığına kadar getirdi… on beş yıldır hayatlarımızın farklı akışları nedeniyle görüşemiyorduk, geçen ay sosyal medyadan bana ulaştı biraz satranç konuştuk biraz şiir sonra hayat üzerine en son da ne kadar özlediğimizi fark ederek, baharın dallarına konmuş çiçek yavrularının eşliğinde birkaç demli çay ve şeker niyetine de kelimeleri karıştırmayı kararlaştırarak buluşmaya karar verdik.
Bankta bir süre oturup, tam dalgaların o eşsiz melodisi ile ruhumun derinliklerinde unuttuğum seslerin uyumunu yakalamaya çalışırken omzuma bir el dokundu,- Abidin’im dedim! Sarmaş dolaş bir şekilde hasreti aramızda ezerek bir nebze olsun hafiflettik, gözlerindeki mana dolu bakışları tıpkı az önceki dalgaların, yıllardır yüreğinde taşıdığı karaya olan özlemi ile taşlara vuruşu gibi dokunmuştu gözlerimin yüreğine.. Salacağa kadar yürüdük, birbirleriyle “en iyi benim” rekabeti halinde olan dev çay bahçelerinden geçerek, ara sokakta iddiasız, tenha ve hasır sandalyeleri olan bir çay ocağının köşesine oturduk. Bir süre havadan sudan geçmiş yıllardan ve insandan konuştuk, sonra konu teknolojiye, yani makinenin hayatımıza dahil oluş serüvenine geldi takıldı..
-Hocam, teknoloji ile insanlığın burun buruna geldiği bu son noktadan baktığımızda bir sürü çıkarımlar elde edebiliyoruz, mesela insanlığın başlangıç serüveninden bu yana iletişimde katledilen yol, hele durmadan artan hızımız şimdilik 4,5G olsa da burada durmayacak gibi, asıl cevabını merak ettiğim şu makine ile insanın arasındaki bu satranç maçı nasıl sonuçlanır, şahı kim çeker, mat kim olur,?
-Abidin’im bu sorunu yanıtlayacak bir öngörüye sahip bir yaşayan çıkar mı bilmiyorum, fakat madem konu buraya geldi, biraz beyin jimnastiği yapalım, Deep Blue adlı bilgisayar ile Garry Kasparov arasında 11 Mayıs 1997’de oynanan ilk satranç maçı bildiğimiz gibi makinenin üstünlüğü ile bittiğini biliyoruz, aradan geçen on dokuz senede ise makineler hiç boş durmadı, öncelikle kendilerini sürekli bizim vazgeçemediğimiz bir parçamız olmayı sürekli gelişerek başardılar, ilk öncelikli hedefleri ise, geleceğimiz olan çocuklarımızın dünyalarını öyle bir kuşatarak adeta teknolojinin kölesi haline getirdiler, çok değil 5-10 sene sonra, herkes birer çip takarak yarı makine yarı insan olma yolunda bayağı bir yol katletmiş olacağız, çünkü insanı olan tüm vasıflarımızı makineye yükleyip onu çalıştırmayı hedeflerken, kendi yeteneklerimizin gelişip ortaya çıkmasından kendimizi mahrum bıraktık, yani zannettik ki, makine teknolojik anlamda ne kadar gelişirse eşittir insanlık o paralel de gelişir, oysa insanlığa hiçbir savaşta kaybedemeyeceği zayiatı verdirmek üzereyiz, tabii bunun farkında olan, insan sayısı şimdilik çok az, yani anlayacağın kasparov’un yenilgisi kadar masum olmayacak, yeni mağlubiyetlerin eşiğindeki insanlığın mağlubiyeti.
-hocam ben söylediklerinize ve kaygılarınıza kısmen katılsam da, yine de teknolojinin geldiği bu noktayı önemli buluyorum, ayrıca her makine bir düğme ile çalışmıyor mu? O nedenle bu denli korkulacak bir şey olmadığını düşünüyorum, basarsın kapanır…
-kalbimden gülümseyerek, Abidin’im dedim görüştüğümüzden bu yana henüz 45 dk geçmedi, bu zaman zarfında o elindeki akıllı makineye en az 20 kere baktın, ikisi çağrı, biri mesajdı sanırım, geri kalanının bana mantıklı bir açıklamasını yapabilir misin?
-alışkanlık sanırım
-işte tam da bunu anlatmak istiyorum, alışkanlığın bir adım ötesindeyiz, yani bağımlı fakat henüz bunu kendimize itiraf etme cesaretimiz yok, Ayrıca sağımızdaki solumuzdaki insanları sadece beş dakika izlemeni isteyeceğim, belli bir yaş grubu yani 60 ve üzeri olanlar en az etkilenen kesim olduğunu göreceksin..
Abidin, çayından bir iki fırt çektikten sonra etrafını izlemeye koyuldu, bende o an geçmişe daldım Abidin ile ilk derslerimizi anımsadım, atın “L” şeklinde ilerleyişini bir türlü anlayamayışı gibi bakıyordu Çevresindeki insanların cep telefonuyla olan ilişkisine, henüz üçüncü dakika dolmadan;
-hiç bu gözle izlememiştim, diye mırıldandı
-hatırlıyor musun, satranç derslerimizde özellikle turnuvalara hazırlanırken, ana karakter bir taş belirlerdik ve o taşı en iyi, en güçlü kullanan oyuncu olmanı isterdim, bilirdik ki, rakip oyuncu güçsüz yanlarına saldırırken, senin en güçlü yanını asla fark edemeyecek ve bitirici darbeyi indirip “şah-mat”
-yani?
-yani anlayacağın, biz makineleri bir düğme ve tuşlardan ibaret sanıyoruz, bu hiç de o kadar masum değil, çünkü henüz “teknolojik gelişmişlik” olarak algılıyoruz…
sevmelerde ise kalbi bir kenara çoktan koyduk, bu konuyu daha çoklu örneklerle genişletebiliriz, “ilişki-aile kavramı-saygı-merhamet-vefa- inanç-haya-sabır” gibi insanı bir çok değeri gelecek neslimiz sadece isim olarak bilecek bu değerlerin kapısını aralayıp odalarını gezmeyecek, bu değerlerin renklerini ruhlarına yansıtacak fırsatı bulamayacaklardır, oysa insanı diğer canlılardan ayırt edici en belirgin özelliklerimiz değil miydi bunlar, işte değerli dostum, makine bizim en çalıştığımız en güçlü bildiğimiz ana karakterlerimizi yok etmeye çalışıyor, yoksa insan olarak diğer zayıf yanlarımız umurunda değil..
-sizin anlattıklarınızdan aklıma geldi, daha geçenlerde okumuştum robotlara duygu yüklemeyi başarmışlar sanırım
- işte bu yüzden şahsen önümüzdeki yirmi sene çok önemli olduğunu düşünüyorum biz insandan yok ettiklerimizi makineye kaptırmamız hiç şaşırtıcı olamayacaktır.
-peki çözüm ne?
-ilk önce bu anlamda bilinçlenmekten geçiyor
-Peki sonra
-çok klasik olacak ama çözüm insana yatırım yapmaktan geçiyor, bunun içinde çocuklar çok önemli,
Onların kalplerine dolaşım sistemleri kablolardan olmadığını, beyinlerinin işletim sisteminin sıfır-bir mantığı ile çalışmadığını ve insanın bir sorumluluk sahibi olduğunu anlatabilmek lazım, çünkü, çocuklarımız sorumlu olmayınca sorunlu olmaya başlıyor..
-peki siz çocuğunuzda bunu başarabiliyor musunuz?
-kısmen diyelim, çocuklara emirler, yasaklar, yaptırımlar yerine ilham olmamız gerektiğini düşünüyorum, onlara vakit ayırıp doğru örnek olabilmeliyiz, düşünün ki babanın elinde son model bir cihaz; oğlum sen ders çalış, şimdi siz çocuk olsan o makinen içinde mi olmak istersiniz ders mi çalışmak..
-sanırım siz bu yüzden cep telefonu kullanmıyorsunuz
-başka nedenleri de var tabii, fakat bu da nedenlerden bir tanesi…
Abidin’in o esnada telefonu çaldı, uzun bir konuşmadan sonra hal ve hareketlerinden gitmesi gerektiğini anladım..
-İşte dedim cep telefonu kullanmayışımın bir nedeni daha
Sonra telefonu tek bip çaldı, telaşla
-sanırım konum attı dedi
İçimden çok merak ettim fakat soramadım, acaba Kur-an’a göre bir konum atacak olsak
Sahi neredeydik acaba?
Abdulkadir Bostan
Kültür Ajanda Dergisi Eylül-2015 / sayı 22
YORUMLAR
İnanın değerli şair ve yazar
daha ilk sayfada bocalıyor olurduk
o kadar haklısınız ki
bir solukta okudum bende
teknolojinin
her duyguyu ve sosyaliteyi öldürdüğünü düşünenlerdenim
önceden bayramlarda el öpülür güzel güzel sohbetler edilir
beraber yemekler yenirdi
ya şimdi anne ben gitmek istemiyorum
metin ikide savaşa gircem
olay o kadar basite indirgendi ki
ben kendi adıma teknolojiyi bu kadar duygularıma
hayatıma katmıyorum
tabiki benimde güzele kullandığım yerler var
mesela şiir yazmak
seslendirmeler yapmak
ama genel anlamda
teknoloji insan beynini ve ömrünü malesefki yok ediyor
bilgisayara biraz fazla baksam başım agrıyor
ve monotonlaşıyorum
ileride bundan bir on sene sonra
mongol
duygusuz
ve tepkisiz bir robot olup çıkmamız an meselesi
ama yapılacak birşeyler var mı
belki vardır ama
nasrettin hoca misali göle maya çalmak olsa gerek
bu harika yazınızı kutluyorum
hiç bir saniyesinden sıkılmadan ilgiyle ve merakla okudum
saygılar