Bu Dünya hepimizin
Bu dünya insanlara Yüce Allah’ın bir emanettir. Öyle bir emanet ki dünyaya bir sıkıntı verirseniz, aynı sıkıntının ucu size de dokunuyor.
Atalarımız dünyadaki maddeleri; toprak, su ve hava olarak üç şekilde değerlendirmişler, biz ise bunu katı, sıvı ve gaz olarak işliyoruz. Biz bu yapının bekçileriyiz, terkibini, oranını bozdukça cezasını da biz çekiyoruz.
“Benim sadık yarim kara topraktır” diyen Aşık Veysel aslında toprağın önemini vurguluyor, bir an toprağın olmadığını düşünelim!
İnsan yeryüzünde yaşayabilir mi acaba?
Suni gübrelerle toprağın canını çıkardık haberimiz yok! Çünkü gıdamızı topraktan alıyoruz, ayrıca toprakta yeşeren yeşillikler ve her türlü ağaç nefes alıp veriyor, fotosentez yapıyor, bunun sonunda oksijen (O2) alıp, karbondioksit (CO2) veriyor. Yani dünyanın akciğerlerini oluşturuyorlar.
“Kıyametin koptuğunu bilseniz, elinizdeki fidanı dikin” diyen bir peygamberin ümmeti olmaktan gurur duyuyorum. “Nehir kenarında olsanız dahi abdest alırken suyu israf etmeyin” diyen Peygamberimiz suyun önemine işaret ediyor.
Fıkhın uyarılarına göre dışarıda hamama giderken banyo ücreti peşin verilir, banyoda gereğinden fazla suyu kullanmak mekruhtur.
Anekdot; Ben çocuk yaşlardayken koru adını verdiğimiz meşe ağaçlarımızı kesip odun niyetine satmak için şehre getirdiğimizde, orman memurları yakaladığında, astronomik cezalar kesince ben o günkü aklımla “yahu bu ne ceberut devlettir, bırakmıyor odunlarımızı satalım” diyordum, sonra ağaçların fotosentez sonucu karbondioksiti alıp oksijeni verdiğini öğrenince yeşilliğin iklim üzerindeki etkisini fark edince, kağıt ve kalemin ham maddesinin ağaç olduğunu anlayınca artık ağaçlara bir canlı edasıyla yaklaşır, gelişi güzel kesmekten çekinir oldum. Demek ki ne yapacağız insanımızı sürekli eğitim ile eğiteceğiz ki her biri birer orman memuru kadar ormana sahip çıksın. Eskiler ormana boşuna “koru” dememişler.
Bir avuç toprağın oluşması için bin yıl geçmesi gerektiğini biliyor muyuz?
İşte toprak bu kadar önemli.
Suyu da korumamız lazım, malum yaratıldığından bu yana suyun dünyada ki miktarı sabittir, sadece yer değiştiriyor.
Ayrıca tuzlu sular üzerinde fazla bir etkimiz yok, deniz sularını sevk ve idare edemeyiz, o buharlaşmayla gaz haline geçip bulutlar aracılığıyla dünyayı suluyor, külli iradenin kontrolündedir, ama tatlı sular, diğer bir adıyla yeraltı sularını biz kontrol edebiliyoruz, onu da hoyratça kullandığımızı söyleyebilirim.
Son yıllarda köy yerinde gereğinden fazla su koyularının açılması hayra alamet değildir. Her geçen yıl suyun daha derinlere inmesi tehlike çanlarını çalıyor zaten. Sıcak ve kurak iklimde yer altı sularının zoruyla mısır yetiştirenler hiç de hayırlı bir şey yapmıyorlar, bilmekte fayda var.
Hava kirliliği; malum havanın %78’i N2, %21 O2, %1 H2 ve diğer gazlardır bu orana uyan havaya hemiz hava denir.
Ancak S, N ve C’un oksitleri havaya karıştıkça kirlenir. An gelir yağmur yerine karbonik asit, nitrik asit, sülfirik asit gibi sıvılar başımıza yağar.
Deniz sularının asitlik oranı artığında balıkların derisi erimeye başlar ve balıklar lisanı hal ile Allah’a yalvarmaya başlarlar sanki,“ey Allah’ım nedir bu insanlardan çektiğimiz? yaptıkları yanlışlar yüzünden derimiz eriyor, şahitsiniz Allah’ım” dercesine.
Kısacası toprak, su ve hava bize emanettir, buna sahip çıkmakla yükümlüyüz unutmamak lazım.
Çevreyle ilgili uluslar arası Kyoto Protokolü diye bir anlaşma var, ama başta ABD bu protokole uymuyor, gerisine ne diyelim? Bir de utanmadan dünyaya akıl veriyor!
Bu dünya hepimizin, küçüldü bir köy haline geldi, dünyanın bir tarafından meydana gelen bir hadiseden hepimiz etkilenir duruma geldik. Küresel ısınma böyle bir şey değil mi?
Daha duyarlı olmak dileğiyle.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.