- 819 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
40 YIL SONRA ÖZGÜR OLACAKTIM…
Söze bir fıkrayla giriş yapmak istedim:
... Kırkıncı evlilik yıldönümleriydi... Güzel bir akşam yemeği ve ardından güzel ve romantik bir film ve gece olmuştu.
Beraber yine aynı yastığa başlarını koyarak uyudular...*
*Gece sabaha karşı uyanan kadın eşini yanında göremedi. Mutfaktan hafif bir ışık geldiğini fark etti. Eşi mutfakta masada oturuyor; yanı başında içinde çok az kalmış bir şişe viski, bir elinde bardak diğerinde sönmek üzere bir sigara, gözleri küllüğün içindeki küllere ve izmaritlere dalmış derin derin düşünüyor.
- ’ Hayırdır tatlım uykun mu kaçtı? Bu saatte ne yapıyorsun burada? ’
Adam irkilerek kendine geldi ve eşine baktı, sonra yine dalgın dalgın konuşmaya başladı;
- ’Hatırlıyor musun kırk yıl önceydi. Annenlerin evde olmadığı bir gece beni eve almıştın. Üzerinde çiçek motifli kırmızı bir elbise vardı, çok hoş bir parfüm sürmüştün. O gece çok eğlenmiştik...’
Aradan onca uzun zaman geçmesine rağmen eşinin o geceyi en ince detaylarına kadar hatırlaması karşısında kadın çok mutlu olmuş yüzünde tatlı bir tebessüm ve sevgi ifadesiyle kocasının omzuna başını koymuş her tavrıyla ’ hadi devam et ’ havasına girmişti.
Adam yüzünde hafif acı ve kahreder bir ifade ile devam etti:
-’ Sonra annen bizi yarı çıplak yakalamıştı ve bana bu rezilliği, seninle evlenerek temizlemezsem beni hapislerde kırk yıl süründüreceğini söylemişti...’
Biten sigarasını küllüğe bırakıp yeni bir tane yaktı ve deriiiin bir nefes çekerken kadın dayanamadı;
-’ Evet, Devam et’*
-’ Bu gün çıkmış olacaktım’”
*
Fıkra azıcık yüzümü endişeyle gülümsetmiş olsa da aslında hayatın hüzünlü gerçeklerinden biriydi. Fıkrayı okur okumaz içimde bir yerlere, tam da mideme “Cızz” diye oturan bir duyguyla sarsılmadım, değil hani…
“Acaba, aynı durumla karşılaşmış olsaydık eşim de böyle mi düşünürdü?” diye hafiften ayazlı düşünceler esmedi değil hani…
“Teorik olarak anlayıp hak versem de, insanların birbirlerine evlenirken silahını unutmamalısın dediklerini duyduğumda tüylerim ürperiyor. Evliliğin bir savaş alanı olduğu düşüncesini güçlendiriyor ve ben buna karşıyım. Evlilik, sonsuz acı getiren kanlı bir savaş alanı değildir.”
Yukarıdaki sözleri bir evlilik terapisti olan Dr. Robin.L. Smith “”Nikah Yalanları” adlı kitabında yer vermiş. Kitabı gözümü kırpmadan okurken aklıma takılan sorulara da yanıt bulmaktaydım. İşte sorularımdan birkaç tanesi:
İnsanlar evlenmeden önce göze, gönle ve akıllara şirin, sevimli gelirken, neden evlendikten sonra bu ruhsal özelliklerini yitirmekteler?
Evlilik öncesi verdikleri sözleri tutmaktan vazgeçip de bir ömür boyu” iyi veya kötü günlerde” güzel-iyi geçinmek varken, bunu neden başaramıyorlar?
Neden, eşler bir süre sonra cinsel sadakat yeminlerini bozuyorlar?
İşte bu soruların yanıtlarını tek tek kitabın içinde almıştım. Başarılı ve başarısız evliliklerdeki önemli farkın kişilerdeki şu duygular yok olunca ortaya çıktığını biliyoruz. Aslında bu eksik yönümüz. Neşe-içten tutku ve karşılıklı saygı. Bu üç duygunun eksikliği birlikte yaşamı sekteye uğratıp finalde ayrılık, yani evlilik masasından kalkmayla sonuçlanacağı kesindir.
Kitapta beni asıl etkileyen yukarıda alıntıladığım paragrafın içeriğiydi. Evlilik bir savaş alanı mıdır?
Bir gün uzun süredir görüşmediğim bir dostum telefon açıp, benimle önemli bir kişisel sorununu paylaşacağını söylemişti. O zamanlar çalışıyor ve öğle yemeğimizi de aynı binanın içinde yemekteydik. Arkadaşımın sesi hoşuma gitmemişti. Öğlen arası Taksim’deki bir kafede buluştuk. Zayıflamış ve kederli yüzünde kırşık çizgiler oluşmuştu. Hal hatır sorularından sonra konuya girmiştik. Arkadaşım 12 yıldır evli ve 0n yaşlarında bir kız çocukları vardı. Kendisi bir sigorta şirketinin üst düzey görevlisi, eşi özel bir bankanın müdürüydü. Onun sözlerine kulak verelim.
“… Karımı anlayamıyorum. Onu mutlu etmek ve ruhunu doyurmakta zorlanıyorum. Hiç bir şey onu mutlu etmiyor. Sürekli gergin ve bağırıp çağırıyor. Evin içinde canlı bir bomba gibi, sanki her an patlayacak. Susuyorum, onun bu gergin hallerini kaldıramıyorum. Ben çok çok mükemmel biri değilim, onu daha fazla kaldıramayacağımı anlayınca, bende kapıyı çekip çıkıyorum.”
Arkadaşım kendi açısından çok önemli bir durumu anlamış ve tehlikeyi sezince sanki sürat expresine biner gibi savaş alanından uzaklaşmaya çalışmıştı. Ona sordum:
“Karınla evin dışında karşılıklı konuşmayı denediniz mi?”
Hemen öfkeyle kaşlarını çattı:
“Hıh…Baş başa mı? Nerdee? Hanımefendi eve geç saatlerde geliyor, akşam yemeğini yüzü asık bir şekilde hazırlıyor, bulaşıkları yıkarken pata küte, sanki kavga ediyor tabak-kaşıklarla. İnan ona dokunmaya bile korkar oldum. Hele yatakta…Arakasını dönüyor, omuzuna dokunur dokunmaz, irkiliyor, yatağın bir diğer ucuna çekiliyor. Bu benim kendimi daha da kötü hissetmeme neden oluyor. İçimde öfke balonlarının şiştiğini, hissediyorum. İçimden ona şöyle bir Osmanlı tokadı atmak bile geçiyor inan ki…”
Hemen ellerine sarıldım ve ona;
“Sakın ha!..Kontrolünü yitirmek sana yakışmaz. Peki , sende hiç mi hata yok arkadaşım? Bir kadın bu denli uzak durmaktaysa, önemli bir sebebi olmalı, değil mi?” diye sormuştum.
Gözlerimin içine bakıp umutsuzca başını sağa sola salladı:
“İnan senin aklına gelebilecek her şeyi, her yolu denedim. Ona hediyeleri, partileri sever, eğlenceyi sever, hatta onu geceleri dışarı çıkartıp kumarhanelere bile götürdüm. Doymuyor, doyuramıyorum. Sana ilginç gelecek, kızımızla bile ilgilenmiyor. Sanki annesi değil. İnan dostum, ben ne yapacağımı, nasıl davranacağımı şaşırmış bir haldeyim. “
Evlilik danışmanı değildim. Terapist hiç değildim. Ama onun acısını anlayabilecek derecede empati yeteneğim gelişmişti. Ellerini şefkatle tutup sıktım.
“Yorgunsun. Ruhun acıyla doldurmuşsun. Senin manevi desteğe ihtiyacın var. Ben ne derece sana yardım edebilirim, bilmiyorum ama eşinle konuşmamı ister misin?”
Gözleri umutla ışıldamıştı. Belli ki, bir kurtarıcı arıyordu, evliliğini kurtarmak için. Savaş alanına çevirdikleri yuvasındaki kavgalar onu yormuştu.
“ Bak bu çok iyi bir fikir. O seni seviyor; ayrıca sözlerini dikkate alır. Çünkü seni oldukça önemsiyor. Benim istediğim onun eskisi gibi yuvasında mutlu olması, kızım da acı çekiyor. Bir derdi varsa, o ikimizin sorunu, öyle değil mi arkadaşım? Sorunumuz her neyse, on yaşındaki bir çocuğa faturayı ona neden keselim?”
Onu anladığımı ifade etmek için başımı salladım. Garson sipariş ettiğimiz öğle yemeğimizi getirdiğinde, kendi suskumuza çekilmiştik.
Evliliklerde çiftlerin, birbirlerine- yinelenen- acı vermeleri, evliliklerinde yivler açılmasına neden oluyordu. Öyle ki, her tartışma sonrası bu yivler derinleşip kırılmalara neden olup, sorunu çıkmaza taşımaktaydı. Tabi ki, evlilik öncesinde hepimiz en iyisini ümit eder ve onu isteriz. Ama azim ve çaba sarf etmeden, genellikle kişiyi kızgınlığa sürükleyecek ve hayal kırıklığı yaşatacak anlayış-saygıyla diyalog olmazsa, sevgi bohçasını toparlayıp, gönül evinden alıp başını uzaklaşacaktır. Çoğu boşanmalar bu diyalog eksikliğinden, birbirlerini yeterince dinleme özürlülüğünden olmamış mıdır?
Yemek sonrası ben işime dönmek için vedalaştığımızda, arkadaşımın yüzünde yeni umut tebessümleri oluşmuştu. Ona bir terapiste gitmesini önerdikten sonra;
“Sana söz veriyorum, eşinle görüştükten sonra sonucu mutlak sana bildireceğim.”
Arkadaşım bir erkekti ve uyumlu davranmayı tercih etmişti. Aslında onun bir terapiste ihtiyacı da olmadığını biliyordum. Lakin aklımız bedenimize pamuk ipliği ile bağlıdır. Bir gün en olmadık anlarımızda o ipin kopma ihtimalini neden göze alalım? Ben kendimce ona en doğru yolu gösterdiğime inanıyorum. Bazen benim de akıl sigortamı gevşettiğim anlar olmuyor mu? Oluyor tabi. Kaç kez yutkunmuşuzdur, karşımızdaki insanı kırmak yerine, kendimizi sabrın döşeğine acıyla atmışızdır.
Nikah Yalanları, adlı kitapta bir başka paragraf dikkatimi çekti. Biraz da Dr. Robin L. Smith’e kulak verelim mi?
“Çiftler tekrar tekrar birbirlerine acı verdiklerinde evliliklerinde çatlaklıklar oluşur ve bu çatlaklıklar daha sonra da kırıklara neden olur. Kırıkların tedavisinde o kısımlara nazikçe dokunmak gerekebilir. Bu iyileştirici dokunuş aşağıdaki gibi özel sözleri gerektirebilir:
- Eski bir tartışma konusunu olmadık anlarda önüne koymayacağım
- Konuşmamıza odaklanacağım ve eski acıları hatırlayarak tartışmayı kızıştırmayacağım.
- Düşüncelerimi okumanı beklemeyeceğim.
- Aslında bana sarılmanı isterken sana saldırmayacağım.
- “Asla” “her zaman” gibi kelimeleri kullanmaktan sakınacağım.
- Aramızda o şekilde anlaşmadığımız sürece, önemli konuları güne başlarken ya da gün bitiminde ortaya atmayacağım.
- Önemli konu hakkında konuşmamız gerektiğinde, kendimi konuşmaya hazırlayacağım.
- İkimizin de aşırı tepki göstermemesi için, doğrudan ve kısa cümleler kuracağım.
- İçinden çıkılmaz bir noktaya düştüğümüz için konuşmayı kesmemiz gerekiyorsa, ilişkimizi korumak adına akıllı davranıp kendimi kontrol edeceğim.
- Saygınlığımızı korumak adına saygı çerçevesinde gerçekleri söyleyeceğim.
- Aşağılayıcı ve düşüncesiz sıfatlar kullanmayacağım.
- Her ikimizin de katılabileceği ve dinleyebileceği sessiz bir ortamda seninle gözlemleme/doğrulama/empati kurma egzersizlerini yapacağım.
- Geri çekildiğinde elimden geldiğince olgunluğumu koruyup aynı davranışı senden bekleyeceğim.
Sonuç:
Dr. Robin L. Smith, bunun gibi savaşı kazanıp savaş alanını terk etmenin yollarını çatışmadan bizlere göstermiş oluyor. Evlilikteki hatalı onarımların geçici bir iyileştirme yöntemi olduğunu asıl onarımların da iyileştirici olup, evliliğin sürekliliğini kazandıracağının yolunu göstermiştir.
Arkadaşım bir yıl sonra şiddetli geçimsizlikten boşandı. Mahkeme, çiftin mal varlıklarını eşit şekilde üleştirdi. Erkek şehir değiştirdi, kadın bir yıl sonra başkasıyla evlendi.
Peki ne değişti?
Olan, sadece çocuklarına oldu.
Gelecekte eksik sevgiyle büyüyen çocukların sağlıklı olmadıklarını görmekteyiz. Eski bir Çin söylemi der ki:
"Kötü tohum eken seneye kötü ürün biçer."
Evlilik öncesi yalanlara baş vurmamak gerekir. Dr. Robin’in sözlerini kulağımıza küpe yapmak lazım.
Aksi halde 40 yıl da evli kalsa çiftler, evlilik öncesi yapay birlikteliklerin bir hayal olduğunu anlıyor, çiftlerden biri mutlaka fıkrada olduğu gibi, yine başa dönmek istiyor.
Emine PİŞİREN/Akçay
03.12.2010