- 486 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİTSİN ARTIK
Ömrünü”sevgi”ye vermiş Karacaoğlan sevilmez mi? Mucur Ortaokulu’nda çalışırken Türkçe kitabında Karacaoğlan’ın şiirleri de işlenecek metin olarak çıkardı karşımıza. Ben, şiirin anlam ve sözlük çalışmalarına geçmeden önce Müjgan Cunbul tarafından yazılmış, bu ünlü ozanın tüm şiirlerini içine alan kitaptan koşmalar, güzellemeler okurdum öğrencilere. Kitabı elime alır, kaç sayfa şiir olduğuna bakar, sayısına göre bir numara söyletirdim. İşte ne bileyim: “Mehmet, 1’den 140’a kadar bir sayı söyle, bak bu Karacaoğlan şiiri senin olsun.” derdim. Mehmet; merak içinde, heyecanla diyelim ki “55” dedi, o sayfadaki şiiri açar okurdum. Öyle severler, keyif alırlardı ki o yaştaki öğrenciler. Çünkü Karacaoğlan’ın şiirlerinin pek çoğu “sevda” üzerineydi. Hele şöyle bir dörtlük varsa o koşmada, bizim delikanlı olmaya yakın öğrencimizin yüzü hafif kızarır, bir ışıltı yayılır gözlerine:
Sunayı da deli gönül sunayı
Ben yoluna terk ederim sılayı
Armağan gönderdim telli turnayı
İner gider bir gözleri sürmeli
Ya da 1973-76 arası aynı okulda çalıştığım branş arkadaşım Mühiyet Eser’in çok sevip güzel okuduğu şiirin şu dörtlüğünü de çok severlerdi:
Değirmenden geldim beygirim yüklü
Şu kızı görenin del’olur aklı
On beş yaşında kırk beş belikli
Bir kız bana emmi dedi neyleyim
Türkçe ya da Edebiyat kitabında hangi şiir okunuyorsa önce o şiirin şairinden başka şiirler okur, dersleri tekdüzelikten kurtarmaya çalışırdım. Bu güzel şiirlerinden dolayı da sevda ve doğa ozanı Karacaoğlan’ı ve daha birçok şairi tanır, severdi öğrenciler.
Yazıma Karacaoğlan’la başladım. Nerden geldi aklıma da bu Türk halk şiirinin en büyük ozanından söz ettim? Arabanın radyosunu açtım, bir türkü söyleniyor.. İlk sözleri dikkatimi çekti:
Yürü bre yalan dünya
Sana konan göçer bir gün
İnsan bir ekin misali
Seni eken biçer bir gün
O kadar doğru söylüyordu ki sevda, doğa şiirlerinden gayrı ölüm ve hayat üzerine de koşmalar söyleyen Karacaoğlan. Bu türküyü dinleyince şiirin sözleri başka bir duvar yazısını çağrıştırdı bana. Evimizin karşısında, sokağın öbür yanında bir trafo var, etrafını kuru otlar bürümüş. O trafonun duvarında şu cümle yazıyor: “Ölümün olduğu dünyada hiçbir şey çok da önemli değildir aslında…” Fotoğrafını gördüğünüz bu duvar yazısını yazan her ne kadar benim gibi yazım- noktalama takıntılı olmasa da sözün anlamını Karacaoğlan’ın yukarıdaki dörtlüğü ile yakın buldum. Gittim trafo duvarının fotoğrafını çektim. Karacaoğlan’ın su gibi akan şiiriyle anlatmak istediklerini bizim duvar karalayan vatandaş bu cümleyle iletmişti bize. Doğru söylüyor trafo duvarına yazı yazan arkadaş. Niye her şeye kafa takar, niye hep çekişme, kavga dövüş içinde oluruz ki?
Daha önce yazdığım bir yazımda da büyük denemeci Montaıgne’nin ölüm üzerine düşüncelerini şöyle aktarmıştım:
Herkesi korkutan, kaygılandıran "ölüm" üzerine bakın ne diyor Montaıgne: "Başımıza bir kez gelen şey büyük bir dert sayılamaz. Bir anda olup biten bir şey için bu kadar uzun zaman korku çekmek akıl kârı mıdır?" "Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık!" "Hayat, kendiliğinden ne iyi ne kötüdür. Ona iyiliği, kötülüğü katan sizsiniz. Bir gün yaşadıysanız, her şeyi görmüş sayılırsınız. Bir gün bütün günlerin eşidir. Başka bir gündüz, başka bir gece yok ki!
Babalarınız başka türlüsünü görmedi
Torunlarınız başka türlüsünü görmeyecek"
Bu düşünce mantık açısından çok doğru; ama yine de bu güzel hayatı yaşayan herkes ölüm olgusundan korkar, ürker.
İşin yok mu senin kardeşim, Karacaoğlan’ın sevdasından, güzel şiirlerinden söz ederken nereden çıktı ölümden söz etmek? Haklısınız; ama bir de kendisine bahşedilen bu güzel hayata doymadan gidenler var. Ülkenin başındaki bela otuz beş yıldır ne gençleri bu hayattan kopardı. Güzel yurdumuzun birliğine kastedenlerin canı cehenneme. Daha önce de yazdıklarımla birliğimize, bağımsızlığımıza dinamit koyanları çok lanetledim. Bu son olay da yüreğimizi dağladı. Ordumuzun general, subay, astsubay, uzman çavuş gibi yetişmiş komutanları terörle mücadele bölgesinde şehit oldular. Yaşını yaşayıp ölenler için doğaldır ölüm. Her hayatın bir sonu vardır; ama onlar o hayatı da yaşayamadılar. Anlatılanlar doğruysa helikopter, gerilim hattına takılmış. Bu tür kazalar daha önce de birkaç kez olmuştu. Oysa tekniğin geliştiği bu devirde uçuş sırasında engelleri bildiren aletler de varmış. İhale sürüncemede bırakıldığı için bunca değerli insan yitip gitti.
Ne söylesek boş. Bir iki gün, baş sağlığı ve Allah’tan rahmet dilekleriyle geçiyor. Elbette bu da olacak; ama önlemler nerede? Olay kısa sürede unutulmaya başlanıyor. Ya gidenlerin yakınları? Ana, baba, eş ve çocukları… Ateş her zamanki gibi düştüğü yeri yakıyor.
Ben de duyduğum acıyı, üzüntüyü ancak yazarak anlatabiliyorum. Başka ne gelir elimden?
“Ele değen saman çuvalına değer” demiş atalar
Biz, saman çuvalı değiliz artık
Acısı yüreğimizi yakar her şehidin
Yüreğimizi yakar da
Sıradanlaşmış rahmet dileklerinden de
Bıktık
Paşasından erine
Hepsi bir helikopterde
“Helikopter düştü Şırnak-Şenoba’da
On üç şehit”
Haberi , alt yazıyla televizyonda
Dayanır mı buna anaların, babaların
Kardeş ve bacıların
Ve de oğulların, kızların
Yüreği
Yitip gidenler, vatan sevgisiyle dolu
Hepsi ailelerinin, ordunun temel direği
Üstün tutamam birini diğerinden
Ama biri var ki içlerinde
Alışık olmadığımız bir jandarma komutanı
Hem kadın
Hem de vatan toprağını korurken
Kadına şiddet uygulayanların
Peşinde
Öyle yakışmış ki üniforma
Uyduruk suçlamalarla
Bir de görevden alarak daha önce
Acı çektirmişler ona
Ne zaman bu terör belasından kurtulursa ülkem
Ne zaman eğitim; aklı, bilimi temel alırsa
Ne zaman sapmazsa gençler Atatürk aydınlığından
O zaman ben
İnanın
Gözü açık gitmeyeceğim
………………………………………………………..
İçimden geçenleri, içimden gelenleri yazdım. Belki daldan dala atladım, ama anlattım ya, şimdi biraz rahatladım.
………………………………………….
Numan Kurt
5 Haziran 2017
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.