- 1040 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
TAZİYE ÇADIRI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
TAZİYE ÇADIRI
Toplum hayatımızda sıkça karşılaştığımız olaylardan hangilerinin dini, hangilerinin sosyolojik olduğunu ayırt etmek oldukça zordur. “Sezar’ın hakkını Sezar’a; Tanrı’nın hakkını Tanrıya veriniz” ilkesini dayanak yaparak “seküler” olabilmeyi başarabilen Hıristiyan Dininin aksine İslam dini, hayatın her alanıyla ilgili ayrıntılı düzenlemeler getirmiştir. Cumhuriyet tarihi boyunca uygulanan katı laiklik anlayışına rağmen toplumumuzun sosyolojik yapısı, kısmen de olsa dini kaide ve kurallardan etkilenmiştir. Bu sebeple, neredeyse ilgilendiğimiz her konuya biraz da dini pencereden bakmamız gerekecektir.
Ben de bu hassasiyeti göz ardı etmeden “taziye çadırı” başlığıyla ciddi bir toplumsal sorunumuzu hasbelkader ele alacağım. Ancak yine de mütereddidim biraz. Eee! haksız da sayılmam. Memlekette bunca dini otorite varken, bunu konuşmak bizim gibi aklı evvellere mi kaldı?
Her şeye rağmen endişelerime bir sünger çekerek, dini mevzuların konuşma hakkını yalnız kendilerinde gören o anlı şanlı dini âlim ve otoritelerimizin yüce affına sığınacağım ve bu konudaki gözlem ve düşüncelerimi dile getireceğim.
Geçen gün, hakkın rahmetine kavuşan bir yakınım için taziye ziyaretinde bulunmak üzere yolum Solhan’ın küçük bir köyüne düştü. Huyum kurusun; gözlerim hemen olumsuzlukları süzmeye başladı. Ancak bu huyumdan dolayı kendime de fazla haksızlık etmemeliyim. Normal seyrinde giden şeyleri yazmak niye? Doğru gitmeyen şeyleri konuşmalı ve yazmalıyız ki, toplumsal gelişmeye katkıda bulunabilelim. Cemiyet hayatımızdaki güzellikler bu yolla daha çok çoğalır ve gelişir.
Sadede gelmenin zamanıdır artık. Ziyaret ettiğimiz cenaze evinin içi ve etrafı sanırsınız düğün yeri. Bir tek sazı ve cazı eksik. Mefta daha orta yerde iken birileri belediyeden çadırı, masa ve sandalyeleri getirmiş düzeni kurmuş bile. Çay ocağı onlardan önce faaliyete girmiş. Etraf dolup taşıyor kalabalık insan gruplarıyla. Evin çevresinde birbiri peşin sıra ziyaretçi getiren götüren otomobiller… minibüsler… kamyonetler… Evin hemen yanına konuşlandırılmış mutfak ve tandır karışımı bir yapıda olağanüstü bir hareketlilik gözümüze çarpıyor ilk bakışta. O köyden olduklarını tahmin ettiğim beş altı kadın ellerindeki kaplarla içeri erzak taşınıyor mütemadiyen. Dışarıda bir koca hayvanın kesilmesi hazırlıkları yapılıyor ki, bunun kesilen üçüncü hayvan olduğu şeklindeki sözcükler kulağınıza geliyor.
İlk etapta “bunda şaşılacak ne var ki; iyi ki de geliyor konu komşu, dost akraba; Allah eksikliklerini göstermesin. Onlar böyle kötü zamanlarda bizlerle birlikte olmayacaklar da ne zaman başlarını gösterecekler” dediğinizi şu anda duyar gibiyim. Elbette yakınımızdaki, uzağımızdaki dostlarımızla acılarımız azalacaktır. Atalarımız boşuna dememişler “Acılar paylaşıldıkça azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır” Ama kazın ayağı hiç de öyle değil. O eski samimi davranışlar yok olmuş, yerine cenaze sahibi aileyi ekonomik olarak bitiren bir uygulama gelmiş oturmuş.
Hani hatırlarız hepimiz o eski güzel ananelerimizi; ölü evinde bir hafta boyu adeta hiç ocak yanmaz, zaruri haller hariç yemek pişmezdi. Konu komşu ve akrabalar sabah, öğle, akşam yemek saatlerinde sinilerle yemek taşırlardı cenaze evine. Büyükler ölü evine gelir, komşuların getirdiklerini acılı aile ile birlikte yerler, onlarla sohbet ederler, acılarını paylaşarak unutturmaya çalışırlardı.
İşte, o çok eskilerde kalan güzel dayanışma örneklerinden artık eser kalmamış olmasının bir sonucu olarak, zaten kıt kanat geçinen, üstelik şimdi ailelerinin temel direklerden birisini ebediyen kaybeden biçare garibanların ahırındaki ineği, danası, tosunu sıra ile bıçaktan geçiriliyor. Sonra da sıra sıra kurulan kazanların altına sürülüyor meşe odunları; o güne kadar aile bireyleri için umut olan geçimlik hayvanları, şimdi artık gelene gidene servis edilen lezzetli kavurmaya dönüşüyor.
Sofralara oturanlar değirmenin suyunun nereden geldiğine pek de bakmaz. Cenaze evinin hali vaktinden haberleri de olmaz çoğu zaman. Tanıyanlar ise zengin akrabalarının ikramıdır diye düşünür. Fakat ne yazık ki, iş her zaman başa düşer. Acılı aileye hiç bir yararı olmayan insan sürülerine kavurma olarak ikram edilmek üzere telef edilen hayvanlar, hakkın rahmetine kavuşan zatın geride kalan eş ve çocuklarına, kardeşleri ya da kuzenlerine ait para edecek yegâne varlıklardır. Kurban edilen o hayvanlar, kimi zaman okula giden çocuklarının harçlığıdır; askerdeki çocuğun teskere parasıdır; bazen de eve alınacak birkaç çuval unun parasıdır ya da gelin gidecek evin büyük kızının çeyiz parasıdır.
Cenazeyi duyan koşmaktadır; sanki ölüyü dirilteceklermiş gibi. Kimse düşünmez gelen bu kadar insan ne yer, ne içer; nerede oturur kalkar; nerede yatar. Adet öyleymiş; mahalleli komşunun veya köylünün bir çözüm düşünmüş olabileceği zannedilir. Adamların kendi acılarını unutup gelen gideni ağırlamak zorunda kalacağını nedense kimse düşünmez.
Vardan yoktan anlamaz olmuş insanımız. Ziyaret saatini yemek saatine denk düşecek şekilde ayarlayanları mı sorarsınız; cenaze evinde sabah kahvaltısını yaptıktan sonra kalkıp gitmeyen, öğle yemeğini de bekleyenleri mi? Çarşıda pazarda gezip yemek saatinde oracıkta bitiverenleri söylersem; abartmış olmam her halde.
Son yıllarda yerel yönetimlerin hizmet olsun diye icat ettikleri “Taziye Çadırları” işin tuzu biberi olmuş. Artık daha geniş mekanlar oluşturulmuş, masa ve sandalyelerle daha rahat oturma alanları yaratılmış. Tabi ki böyle konforlu ortamlarda daha büyük sofraların kurulması da kaçınılmaz olmuş. Daha büyük sofralar daha büyük masraflar demek değil mi?
Peki, bundan sonrası ne olacak diyen yoktur çoğu zaman. Taziye çadırı kuranlar ellerine kına yaksınlar artık. Onlar, büyük bir hizmete vesile olduklarını düşünedursunlar gerçek hiç de öyle değildir. Onlar bilmeden büyük bir yıkım ve talana sebebiyet vermişler.
Solhan’da oturan yakınlarımdan bilahare aldığım bilgilere göre; yas süresince cenaze sahibi ve yoksul kardeşlerine ait olan dört büyükbaş hayvan kesilerek ziyaretçilere yedirilmiş. Onlar, açıkça dillendiremeseler de maddi manada bitip tükenmişlerdir. Artık ne satacak ne de dost ve ahbaplarına yedirecek bir şeyleri kalmıştır. Yeni bir cenaze daha çıkmasın diye Tanrıya yalvarıp yakarmaktadırlar. Eğer yaşlı ve hasta olan emmilerden, ninelerden birisi daha yakın bir dönemde hakkın rahmetine kavuşursa, işte o zaman gerçek ölüm fermanı okunacak onlar için.
Alın size bir garip uygulama daha. Bin bir zorlukla tasarruf edilen iki bin euro para ıskat adı altında başta din adamları olmak üzere ona buna dağıtılmış. Rahmetli zat böyle olsun istemiş. Altmış beş yıllık ömründe kılamadığı namazlarını böyle eda edebileceğini düşünmüş olmalı zavallı adam. Medrese kökenli din adamları, yöre insanına böyle öğretmişler Huda’nın buyruklarını. Ancak, bütün bu uygulamalar Yüce Dinimizin bu husustaki emirlerine de aykırıdır. Namazın farz kılınmasının gerçek nedeni; günde beş kez Allahın huzuruna çıkan bir kişi, Allah’la güçlü bir manevi bağlantı kurarak onunla bütünleşir ve onunla kurabildiği bu bilinç ve iradeyi gün boyu canlı tutabilme imkanını yakalar. Bu durum; onu her türlü kötülükten alıkoyar. Şimdi şu soruyu kendime sormadan edemiyorum. Günün her dönemine serpiştirilmiş namaz esas itibariyle kulların aklında, bilincinde daima Allahın olması ve bu şekilde kötülükten uzak tutulması hedeflenmişken, ölen birisinin ömründe kılamadığı namazları için onun ölümünden sonra yakınları tarafından ıskat adı altında para dağıtması bu ulvi amaçla nasıl bağdaşır?
Şahit olduğum bu sevimsiz uygulamadan sonra yaptığım küçük bir araştırma beni doğru sonuca götürdü. Peygamber Efendimiz, ölünün arkasından sadece dua etmemizi istemiştir. Yapılacak en güzel dua herkesin rahatlıkla okuyabileceği “Fatiha Suresi”dir. Bunun dışında yapılan bütün uygulamalar din dışı olup birilerinin kendi çıkarları için uydurdukları, ancak insanımızın zararına ve iflasına neden olan uygulamalardır.
Güzel ve şirin Solhan’ımızın güzel insanlarının toplanıp o eski güzel geleneklerini yeniden canlandıracaklarına, bu yolla fakir insanlarımız için ikinci bir ölüm anlamına gelen bu yıkıcı adet ve usulleri kaldıracaklarına olan inancım tamdır. Haydi hayırlısı!..
YORUMLAR
ne zaman vazgeçeceğiz -bırakacağız da olabilirdi de şu an kafam iyi- insanların adetleri, gelenek ve görenekleriyle uğraşmaya. taziye çadırlarını ilk ığdır da gördüm. sizin dediğiniz gibi üç inek kesilmiyordu. kesenler olabilir. bana ne. onlar karar vermiş, onlar düşünsün. genelde pilavın üstüne iki bilemedin üç haşlanmış et parçası koyuyorlar. her üç kaşıkta ölenlerin ruhuna fatiha okunuyor. yani sizin yediğiniz gibi çala kaşık yemek zor. falan filan işte. kime ne zararı var allahım ya. kendilerine zararı varsa vardır. sana ne, bana ne... diğer insanların kurtuluşu hakkında ne çok düşünüyorsunuz! ... sakin ol tosun keoma yatış, biple kendini. patronlar ensende...
Ömer Adar
Yazıyı okuduğumda, rahmetli babamın vefatından sonra yaşadığım bir olay geldi aklıma.
Hem islami gelenekler hem de toplum geleneği olarak, Hatay'da o yıllarda yedinci güne kadar evlerde ocak kaynamazdı. Beşinci günde ilçe müftüsü ve yanında imam evimize başsağlığına geldiler. Haliyle birer bardak çay ikram ettik. İşte o an Müftü'nün lafını unutamam. "Sağolun, varolun! Ancak bu çay bana haramdır ve içemem" dedi. Tabii biz şaşkındık. "Hocam paramız helal" dedik. Müftü uzun uzun anlattı. İslamiyete göre bazı kaynaklara göre üç, bazı kaynaklara göre yedi gün cenaze evinde ocak kaynamasının haram olduğunu; bunlardan yiyenlerin de harama ortak olacağını söyledi.
Çay konusunda bile "Haram" fetvası verildiğine göre, kadınların gözyaşlarıyla hazırladığı yemekler tartışılamaz bile.
Çok güzel ifadelerle dolu, güncel bir yazıydı.
Kutlarım arkadaşım.
Selamlar...
Ömer Adar
Ben de Sami Hoca'dan okumuştum aynı konuyu ve çok şaşırmıştım ağzım açık kalmıştı.
Ayıp denen bir şey var, mantık denen bir şey var. Ne demeli?
Kaleminize sağlık
Ömer Adar
bu konuda Sami hoca da bir yazı yazmıştı, oradan öğrenmiştim cenaze evinin acısını bırakıp geleni gideni doyurmak için canhıraş çabasını ki olmaz yanlıştır ancak adına adettir denilmiş ve sürdürülüyormuş.
"Abdullah b. Cafer’den… Demiştir ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cafer’in ev halkına yemek hazırlayınız. Çünkü onların başına kendilerini meşgul eden bir iş gelmiştir.( Cenazeleri var ) ” (Ebu Davud, Cenâiz, 25-26; Tirmizî, Cenaiz 21; İbn Mace, Cenaiz 59; Ahmed b. Hanbel, 6/380)
Diyanet İşleri Başkanlığı boşuna mı yırtınıyor ‘’ Cenazede dağıtılan yemek haramdır. Bu bir bid’attir ( İslama uymayan kötü alışkanlık ) ‘’ diye. " Sami Biberoğulları'nın yazısından alıntıladım
bid’attir.
Ömer Adar
Filiz Şahin.
ben o yazının elektronik adresini getirdim buyurun
Omer bey,
son gunlerdeki okumaya olan istahsizligima ragmen, yazinizi bir cirpida okudum. Tebrikler... Bastan sona kadar haklisiniz. Bu konuda acizane Taziyedeki senlik adinda bir oyku yazmistim, uc asagi bes yukari konu ve hassasiyet ayni.
selamlar,
abdullah