- 970 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Çığlıklar Fısıldar
Damarlarım korkumun sıkışmasına engel oluyor. Ellerim sımsıkı, her an bir duvara vuracakmışım gibi zonkluyor beynim. İçimde küflü bazı şeylerin ağırlığı çöküyor ve ben çok rahatsızım.
Evde kimseler yok. Odanın kapısı kilitli. Üst kattakilerin ayak sesleri huzurumu kaçırıyorlar defaatle. Köpekler havlıyor. Kargalar ağaçların dallarında. Ama umursamıyorum hiçbirini. Geçeceğinden değil, gözlerim Maria’nın bakışlarına değiyor. Duvarda kocaman bir saat: 10.05. Güneşin ışıkları duvardan sızıyor. Karin’in suratı her zamankinden biraz daha gergin ve kalın. Anna’nın göğüsleri baş ağrımı dindiriyor dikizlerken aynadan. Maria, yüzünün sert çizgilerini makyajla örtmekten çekinmiyor. Doktorun ağzından alıyorum lafları ansızın. Doktor bazı haklılar gibi ukala. Maria üzgün ve Karin daha da kızgın. Doktora müzmin bir şehvetle bakıyor Maria. Bir şeyler rahatsız ettiği kesin içimin kenarlarını. Pencere aralık ve bu aralıktan rüzgâr vuruyor ayak parmaklarıma. Dikkatim dağılıyor defaten. Ölümden korkmamam gerektiğini anlıyorum sonra. Korku iliklerime kadar işlemiş durumda. Fakat söylediklerim beni yarına kadar götüremeyecek kadar bulanık. Kendimi köşeye sıkıştırıyorum. Tehditler savuruyorum. Ağzımdan kaçmıyor men edilmiş kelimeler. Dilim ele vermiyor günahlarımı. Dizginliyorum sinir uçlarımı. Herkesin bilmesini isteyecek kadar ölüm yaklaşmamış bedenime henüz. Sakladıklarımın ne kadarı sahici onu tartıyorum beynimde. Kendimi gülmemeye çabalıyorum. Gözlerim kayıyor saate yine. Epey geç olmuş ve karanlık.
Ingmar Bergman sen ne güzel bir insansın öyle! Resimler, saatin tik taklarına eşlik edercesine huzursuz edici. Karanlık camdan bakınca da karanlık. Hep karanlık. Annem kızkardeşlerime bir şeyler fısıldıyor. Anna sen neden bu kadar şefkatlisin peki? Anne olmak yeterli değil bunun için Anna. Soru sormak istiyorum. Annemin sesi bölüyor Anna’yı. Aramızda sırlar. Kapı vuruluyor. Agnes acı çekiyor hâlâ. Şefkat diliyor kardeşlerinden ama korku engelliyor ruhlarını. İmdadına Anna yetişiyor bu defa da. Anna’ya bakınca annemi görüyorum. Ablamın çığlıklarına benziyor Agnes’in çığlıkları. Acılarının benzerliğinden dem vuruyor olmam eksik bildiğim bazı şeylerin varlığından bihaber olduğuna mı işaret, tereddütteyim. Çığlıkların hangi dili konuştuğu kimin umurunda. Fısıltıya uyanıyor ağrılar. Dışarısı bizden habersiz. Acı düştüğü yere acı verir.
Gece yarısı ve ben tek başımayım.
Karin kapıda. Anna odanın içinde. Annem bana sesleniyor, kısık sesle. Kızkardeşlerim birilerini çekiştiriyorlar masum kelimelerle. Yüzlerinde saklayamadıkları müzmin yorgunluk mutsuzluğa dönüşüyor. Yeterince tanıyor muyuz birbirimizi? Bunca zaman niçin gözlerimizin içine bakamadık. İç dünyalarımızın kaçta kaçı kardeş. Bu oran kanımızı donduracak kadar heybetli mi? Kanımızın kırmızı olması dışında ne kadarı bize ait? Karin soyunuyor. Anna’nın ellerine ihtiyacı var.
Annem kapıyı kilitliyor. Yabancıların içeriye sızmasına gönlü el vermiyor. Annem’in ablama söylediği sözler geliyor aklıma. Ben ölürsem odanın duvarları dağılacak. Anne, cennet ayaklarının altında, bizi düşünmeyi bırakmalısın, diyemiyorum. Duvarlardan kastı sizden gizlediğim bir şey elbette. Agnes’in çığlıkları beni tedirgin ediyor artık. Maria kurnaz bakışlarla Karin’i dikizliyor. Odanın duvarları kırmızı. Beyaz elbiseler dolanıyor etrafta. Berrak fikirler çağrıştırıyor beyaz. Hiç masum değiliz, bunu biliyoruz. Evin duvarlarından damla damla kasvet dökülüyor. Suratları kırgın kızkardeşlerin. Anna’nın yüzündeki hüzün çürümüş bir vaziyette hazır bekliyor. Masumiyet çizgilerini yitirmemişçesine süzüyor göz kenarlarını Agnes’in. Anna’nın şefkatine ihtiyacı var. Benim annemin ellerine. Karin ile Maria miras bölüşme peşinde. Anna’nın yoluna bakması gerektiğine karar veriyorlar. Anna’nın hakkı var Agnes üzerinde. Öyle bırakamayız diyorlar. On iki yılın emeğini birkaç ucuz lafla geçiştiriyorlar. On iki havarinin Hz İsa’nın üzerinde hakkı olduğu gibi. Yehuda dahil. Yehuda vicdan azabından intihar ediyor. Son bulmalı her şey. Son yemek. Son ihanet. Son peygamber gelmeli. Son buluyor ihanet, derken sırtından vuruluyor peygamber.
Aramızda cam bir perde. Berrak. Ellerimi uzatsam, Maria’nın yüzüne değecek. Zaman geçtikçe filmin sonuna yaklaşıyorum. Çığlıklar yerini vicdansızlığa terk etmiş ve asıl gerçekler ifşa olmuş durumda. Odadan çıkmamalıyım. Çıkarsam ele verebilirim çirkinliğimi. Maria ve Karin salonda karşılaşıyorlar. Aslında bu bir veda. Son bir veda yemeği sonrası. Son ihanet bu kapının önünde gerçekleşiyor. Maria dün akşam Karin’e söylediği lafları unutmuşçasına alaylı bir bakışla cevap veriyor. Karin’in suratını geçici ele geçiren o sükunet tekrar kalın hatlara bırakıyor. İntikam ve kıskançlık aynı vagonda yolunu bulmuş ilerliyor. Agnes’in günlüğü Anna’nın elinde. Kelimeler akıyor ağzından. Bahçeye sürüklüyor bizi günlük. Maria ve Karin’in geldiği o ilk güne. Beyazlar ve yeşiller. Agnes’in yüzünde huzur miskalleri. Suratım gergin. Fısıltılar geliyor aralıktan.
Anemler uyumuş olmalı. Sessizlik. Dışarıda yağmur. Çığlıklar duyulsun diye annemin kulağına fısıldıyorum ama Agnes’in çığlıkları geceyi deliyor:
‘’Saat pazartesi sabahı erken ve ben acı çekiyorum’’Cries And Whispers/1972
YORUMLAR
Saat 11.30’du. Kütüphanemde eski bir kitapta, Krallarla arkadaşlık yapma’’ diye yazıyordu. Bu ağır nasihati böylece işitmiş bulundum. Teslimiyetin cüz’i ve tesellinin ederini yoklama adına ,bana bu söz ne hissettirebilirdi? Eğer bu söz bir krala aitse anlam hafifler mi yoksa korku çoğalır mı? O esnada bir arkadaşım dedi ki ‘’O nasihat bir kralın ağzından çıkmışsa asıl o zaman korkmak gerekir’’ Bunu duyar duymaz elimden ve aklımdan bütün kralları bu yılın son gününde düşürdüm. Ama bundan önce kitabı son sayfasına kadar okuyup bitirmiştim.
Saat 17.45’ti. Elim bir başka kitaba değdi. Gözümü kitabın kapağında gezdirirken kulağıma değen türküyü kitabın üzerindeki yazıyla sürüyordum. ‘’İnsanoğlu türküsüz kaldığı zaman gurbettedir diyeceğiz. Türküler ve şarkılar var. Millet var. İnsan var. Türkülerde ve şarkılarda şiir var, hikmet var ,yaşama kuralları var. Türkülerde ve şarkılarda ahlak var, töreler var, gelenekler var. Asıl en mühimi yüreğimiz ve gönlümüz var.’’ İnsan edebiyattır. Kendi edebiyatını şiiriyle, romanıyla, masalıyla yaşar ve yaşatır . Hüznü ve kederiyle kaderinin içinden bata-çıka bütün kötülüklerinden arınmaya çalışarak çıkmaya çalışır. Garip kalma ve sevgili olma isteğini yüreğinden sökemediği için kişiliğinde şahsiyetli olmaktan vazgeçemediği için, kimliğini mezar taşına edebiyatıyla ebedileştiren insandır.
Saat 22.33’tü. İnsan en küçük öznedir içinde ve konuşan, düşünen bir özne olarak geçmiş yaşantısına yaklaşır daima. Gelgitlerin, kekemeliklerin çoğalış ve tükeniş sürecinden geçerken, dili sese, sesi bir çok hatıraya ıslık çala çala bulaşır. Kucaklayıcılığına gönlünü öylesine açar ki, kavuşma ve kavuşturma en güzel anılarda yerini alır. Belki de Adem’i Ademlikten ayıran edebiyatın o ince çizgisinden hikmeti öğrenir. Belki de edebiyat sayesinde içkin hale gelen şiir ve nesir’in getirdiği duygu nüvesini gönlüne taşır. Belki de Ademle başlayan edebi sorumluluğu üstlenerek hayata , dünyaya, en güzel duygularla bir taş koyarak, duvarın örülmesine katkısı olur.
Saat 01.10’du. Sanki içimin perişanlığına perde çekmeye çalışıyorum. Geçen onca zamana küsmek niçin? diyorum içimden. Oysa hayat kozasını patlatıp yapraklanmaya durmuş. Kendi seyrini belirlemeye ram olmuştu. Yaşama tarzını edebiyatlaştırmak ; okuma ve yazma alışkanlıklarını dünyayı katletmeden gerçekleştirmenin hazzını yaşamalı insan daima.
saat 04.09. Sabah ve benim uyku vakti...