- 999 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
0071 – MOR KÜLHANİ – ŞAİR ÇAĞININ TANIĞIDIR
MOR KÜLHANİ
"1.Şiirimiz karadır abiler
Kendi kendine çalan bir davul zurna
Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
Taşınır mal helalarında kara kamunun
Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir
Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler"
Ece AYHAN
TERCÜMANLAR
Mor, Ece Ayhan’ın şiirlerine attığı imzadır. Hoş bir paraf, bir desendir. Renkli ve süslü kâğıtlara yazılan şiirler gibidir yazdıkları. Onları çeşitli renklerle süsler. Sözcüklerin bazıları da ya kendi kolaj çalışmasıdır ya da ilk onunla şiire sokulmuştur. Mor, çivit badanalı evler, kara gibi… Cehennet, aparthan, külhani gibi… O, kediyi de mora boyamayı becerebilmiştir. Bunlar onun katkısı ya da eserlerinin çarpıcı özelliklerindendir.
Bu şiirde, konuyu bir öğretmen gibi ele almış, sanki karatahtaya tebeşirle kocaman harflerle birbirine benzeyen, birbirini tamamlayan muhtelif olayları oluş tarihine ya da önemine göre mantıklı bir şekilde sıralayarak işleme usulünü tercih etmiş, iyice anlaşılabilmesi için konu başlıkları ve numaralandırma yoluyla aralarına çizgi çekmiş. Bu olay da ona özgüdür. Görünüşte şiirselliği ve estetiğini yok ettiği zannedilirse de altı çizilerek anlatılması gereken vakaların düz bastı yazılıp geçilemeyeceği de aşikârdır.
Ne zaman kızarır insanın yüzü? Utandığı zaman… Ne zaman morarır? Çok fazla utandığı zaman…
Külhan, hamamlardaki ateş yakılan yerdir. Çok sıcak olup, cehenneme benzer! Hamama ait bir bölümdür. Su, orada ısıtılarak gerekli yerlere gönderilir. Doğal olarak, kazan daireleri gibi yapının altında yer alır.
Nefis de şeytanidir. Çünkü şeytan ateşten yaratılmıştır. O da ateştendir. Radyasyon gibidir. Dumansız ateş… Röntgen ışınları gibi… İnsanın içinden geçer, kemiğine iliğine kadar işler, hissedilmez bile! İşte nefis de öyledir. Yani dünyevi her türlü istek… Yeme içme, gezme tozma, para kazanma, uyuma… Bunların hepsini ister nefs… Tamamını bir şekilde tatmin etmeyi başarır ama bir de cinsellik vardır ki temel içgüdülerin içinde ruhu da bedeni de zora sokar!
Onda insanın arı da vardır, utanmazlığı da… Her insanı az da olsa sapıklaştırmayı başarır. İşte bu şiir, bu konuyu anlatmaktadır.
Ece Ayhan, cinselliğin tabu olmaktan çıkarılması taraftarıdır. Ona göre bunun ayıbı sayıbı yoktur. Herkes tercihine göre dilediği gibi yaşamalı, cinsellik suç sebebi olmamalı, bu dürtü başkalarına zarar vermemeli, toplum bu yedi başlı canavarın şerrinden korunmalıdır. Bunun için şairlere büyük iş düşmektedir. Çekinmeden yazmalı çizmeli, devleti işbaşına getirmelidir.
Görünüşte padişahlar yönetmiş Osmanlı Devletini ama erenler nüktelerle, şairler de şiirlerle onları yönetmiş bir şekilde… Yöneticiler hicvedilmiş, milletin sorunları, sürgün cezasına rağmen, hatta can pahasına dile getirilip saraya iletilmiş.
Ece Ayhan da sürgünün ne olduğunu gayet iyi bilenlerden… Benzer bir olayda galiba iftiraya uğramış ve oradan oraya sürülmüş durmuş! Kaymakam olduğu halde mesleğini dahi yapamaz hale gelmiş, başkalarına muhtaç olmuş, hastalığında tedavi için Ecevit tarafından Avrupa’ya gönderilmiş, içtiği çayın parasını dahi ödeyemeyecek hale gelmiş ve sefalet içinde ölmüş.
Külhan, şeytanın, nefsin, ateşin, cehennemin sembolü… Yer itibariyle de gizli, gözden uzak bir bölümü yapının. İnsanda da konum aynı… Gizli, saklı, mahrem…
Külhani, külhanbeyi demek… Eski İstanbul serserisi… Ayakkabısının üstüne basar, ceketini omzuna atar, elinde tespih, sallaya çevire, çeke çeke, yana kaykıla kaykıla yürür… Eğitim almamıştır. Mahalle terbiyesi, yakın çevre…
Arada kafayı çeker, geç vakit eve dönerken iki tarafa sallana sallana ilerler, mahalleye girdi mi başlar nara atmaya:
“Heyt!.. Var mı bana yan bakan, ulan!.. Anamı kesen ben, babamı kesen ben! Kızkardeşimin ciğerlerinden meze yapıp içen yine ben!...”
Külhani, mor sözcüğüyle birleştirilerek bir bakıma, cehennemlik anlamında kullanılmış. “Cehenneme gidesice!” dercesine… “Utanmaz! Cehenneme gidesice!..” “Cehennem kütüğü!..”
Bu külhanbeylerinin bir mor olanları vardır, de mor olması gerekenleri… Mor olanları, hayatları karartılmış, istikballeri söndürülmüş olanlarıdır. Genelde çocuk yaşta tecavüze uğramışlardır, yüzleri kızarmakta, hatta morarmaktadır. Diğerleriyse, cinsel istismara maruz kalanlar değil, tecavüz edenlerdir. Tecavüz sadece karşı cinse değil… Akla gelebilecek her şeye… Duvardaki resme kadar!..
Şair, bu sapıklığa varan acayip olayları, tezini doğrulamak için örnek olarak birer birer sayıp dökmüş, bu insanları da İstanbul’un dragomanları, yani kentin anlaşılamayan dilinin tercümanları olarak nitelemiştir. Büyük şehrin topluma kapalı sorunlarının tercümanları…
Şair, bu şiiri onların diliyle yazmış. Seslendirilirken de öyle olmalı. Ağız eğilerek, yukarıdan bakılarak, kelimeler sündürülerek… Külhanbeyi ağzıyla…
Bu şiir, eğitimsiz, sahipsiz, acınası hale getirilen gençler içindir. Ki onlar öyle ya da böyle bir şekilde farklılaştırılmışlardır. Aslında ayıplarla, yasaklarla bu hale gelmişlerdir. Toplumun baskısı, erkek kız ayrımı, onları kendi cinsleri içinde değişime uğratmış, acayip bir hal almalarına sebep olmuş. Hemen fark edilirler. Daracık pantolonlarıyla, kırıtarak yürüyüşleriyle kendilerini hemen belli ederler. İki arada kalmışlardır.
Gençlerimizin bu hale gelmemesi için mutlaka örgütlenmek, örgütlendirmek, bunu bir ideal, bir sevda haline getirmek lazımdır. Bu gidişata birilerinin dur demesi gerekir. Bahsettiğim konu hakkında düşünülmeli, yol yakınken bu dejenerasyonun önü alınmaya çalışılmalıdır! Bu konuyu aydınların ele alması, sanatçıların eserleriyle dile getirmesi, tehlikenin devlete duyurması, iş işten geçmeden gerekenlerin yapılmasının sağlanması lazımdır.
Şairler, asırlardır toplumun sorunlarını, devlet yönetiminin aksayan yanlarını yazmış, iyiyi güzeli ve doğruyu göstermiş, özgürlükleri, hatta canları pahasına gerçekleri gözler önüne sermiş, halkın dertlerinin tercümanı olmuşlardır. Şiir, söz büyüsüdür. Çok güçlü bir silahtır! Yapamayacağı iş yoktur! Yeter ki nasıl kullanılacağı iyi bilinsin! Şairlik, bir duruştur! Kişilik ve cesaret ister! O cesaret bende var.
Diyorum ki toplumda cinsellik baskılanmasın! Baskılanmasın da patlayarak fışkırmasın! Aksi halde olaylar çığ gibi büyüyecek ve önüne geçilemez bir hal alacak!
Bunları belirttikten sonra şiire girebiliriz. Bakınız bence ne diyor Ece Ayhan:
ŞAİR ÇAĞININ TANIĞIDIR
ŞİİRİM ACIKLIDIR
1. “Bu şiir acıklı bir şiirdir arkadaşlar! İç acıtır!
O dar pantolonları giymekte olan, yürüyüş ve davranışlarıyla hemen fark edilen delikanlılar, karşı cinsle bir arada büyümüş, onlardan soyutlanmamış olsalardı, sapıklığa ya da birbirlerine yönelmeyecekler, sağlıklı ilişkiler kurarak, normal bir vatandaş halinde yetişeceklerdi. Oysa şimdi ne oldukları belirsiz! Hiç olmayacak yerlerde, yapılmayacak şeyler yapmaktalar. Bu şiir onlarla alakalıdır.
Bunlar, karşı cinsten uzak tutulan, aşkı bilmeyen kişilerdir. Aşk için örgütlenmek gerekir. Örgütlenmek ve örgütlendirmek… Nasıl ve neler yapılması gerektiğini düşünün arkadaşlar! Düşünürseniz bana hak vereceksiniz.
Abiler… Bu sözcükle, külhanilerin söyleyen dili olmuş. Hitap aydınlara, sanatçılara, özellikle de şairlere…
ŞİİRİN YAPAMAYACAĞI YOKTUR
2. Şiir her işi yapar. Yapamayağı yoktur!
Valde Atik’te Eski Şair Çıkmazı’nda oturan, kendi halinde bir kadıncağız vardı. Giyin dersin giyinir, süslen dersin süslenir. Gel dersin gelir, soyun dersin soyunur. Kötü yola düşürmüşler vaktiyle. Genç bir kadın… Saldırmışlar, evinin önünden almışlar, yakındaki mezarlığın kuytusuna çekmişler, üstünü başını yırtmış parçalamışlar! Dallara asmışlar. Mahremiyet diye bir şey bırakmamışlar! Âleme rezil rüsva etmişler!
Geçenlerde oldu bu hadise! Olanları herkes öğrendi. Olay yedi mahalleye yayıldı. Dallandırıldı budaklandırıldı! Duymayan bilmeyen kalmadı! Gecelerin karanlıklarına saklanarak, tanınmamak için asker ceketi giyerek evinden çıkar, kimselere görünmemeye çalışarak geri dönerdi. Ne kadar kötü davrandılar ona!
Dünya hayatı kısa, ukba hayatı uzundur. Cennette ya da cehennemde… Burada bu güçsüzlere her türlü zulmü yapabilirler. Nihayetinde sayılı gündür. Katlanırlar ya da katlanamazlar, ölür giderler en fazla ama bu mor külhanlıların yanınıza kalmaz! Cennet hayatı da sonsuza kadardır, cehennem hayatı da ebedi kalınma halinde… Neticede o da Allah’ın bir kuludur. Bunun müeyyidesi, buradaki hapis cezalarına benzemez! Çok çok uzun sürer. Hem de işkencelidir.
Bunun sebebi de aynıdır. Nefs! Baskılanan baskılanan ve baskılanamaz hale gelen duygular…
ŞİİRİMİ İŞİTEN GÜLLER KURUR
3. Bu öyle bir şiir ki, işiten gülün rengi solmakla kalmaz, fidanı kökünden kurur, kederinden!.. O kadar acı o kadar hazindir! Olay o kadar vahim!..
Şimdi de size, gül gibi evladının hayatını, kendi şehevi hisleri nedeniyle mahveden bir babadan bahsetmek istiyorum. Bir babanın o gül gibi çocukcağızın geleceğiyle nasıl oynadığından, dünyasını nasıl karattığından, oyuncaklarını, rüyalarını nasıl elinden aldığından ve onu bataklığa nasıl sürüklediğinden bahsedeceğim. Nasıl mor olduğundan ve öz oğlunun yüzünü nasıl mora boyadığından…
Dönmeye benzeyen, Beşiktaşlı kuşçu bir adamın, Suriye hamamında en küçük oğluna tecavüz edişinden bahsetmek istiyorum. Daha sonra kum taşıyan mavnalarla Karabiga’ya kaçtı. Olan çocukcağıza oldu!
Devlet, o çocuğun hakkını korumalı, onu öyle bir babanın eline bırakmamalı! Evlat babayı, babalıktan reddedebilmeli! Onun elinden devlet tutmalı!
ŞİİRİM ERKEKLER İÇİN İLAÇ HÜKMÜNDEDİR
4. Bu şiirim de erkekler hakkındadır. Onları besler… Beslemelidir.
O tecavüze uğrayan çocuk, artık sokaklarda yanık karamelalar satarak geçimini temin ediyor. Henüz kin nedir bilmiyor. İntikam hırsıyla törpülenmemiş. Henüz işin farkında değil. Babaya bilenmiyor. Yakında, azılı bir baba düşmanı olacak! Bununla kalmayacak, babaya olan hırsını başkalarından çıkarmaya kalkacak ve bundan toplum büyük zarar görecek! Çünkü kuş, yuvada gördüğünü işler!
Babanın karşısına dikilemiyor, ona diklenemiyor. Gücü yetmiyor! En fazla tabanlarını yağlıyor! Yani kaçıyor!
O da sağlıklı bir ruh haline sahip bir genç olmak isterdi, Büyüdüğünde sevgilisi olmasını, onunla gezmeyi, sinemaya tiyatroya gitmeyi...
İş bizlere düşüyor, beyler! Eğitici öğretici senaryolar, tiyatro eserleri yazılmalı. Çocukların, özellikle görsel sanat eserlerinden faydalandırılmaları lazım…
Daha küçük… Henüz gözü açılmamış. Durumunun farkında değil. Okumamış, eğitilmemiş… İlerde büyüyecek. Fark etmediği şeyleri fark etmeye başlayacak… Dergilere bakacak, afişleri görecek, filmler seyredecek! O zararlı furya almış yürümüş! Aileler sinemalara gidemez olmuş!
Artık yarı yeri yok! Bedeninin belden yukarısı var, aşağısı yok! Henüz gözü açılmamış… Yanık karamelalar satarak para kazanıyor. Henüz kinlenmemiş! Silahlanmamış daha! Tüfeğini doldurup doğrultmamış topluma! Birileri zarar görmemiş ama o çocuk potansiyel suçlu… Kurulu tüfek!.. Atışa hazır!..
Yarın o da büyüyecek. Bir külhanbeyi olacak. Hani sakızlardan çıkan vesikalık artist resimleri vardı ya eskiden… Onların bir boy büyükleri vardır. Haftalık resimler… Öyle kadın kız resimleri görecek, açık saçık… O da ayaklanacak, büyükleri gibi… O da zarar verecek, o kadıncağıza verildiği gibi…
ŞİİRİM UTANÇTAN YÜZLER MORARTIR
5. Şiirimiz mordur. Mor suratlı külhaniler hakkındadır Utançtan moraran ya da morarması gereken! Külhanbeyi şiiridir.
Topağacı’ndaki bekâr erkeklerin kaldıkları, han gibi kullandıkları bir apartmanın duvarındaki ejderha resminin yarısı kalmamış! Bu canavar nefs zapt edilir gibi değil! Duvardaki canavar resmine bile tecavüz etmişler.
İşte bu insanlar bu toplumun içindeler ve biz şairler bunları görüyoruz, biliyoruz. Bu olaylar İstanbul’un anlaşılmayan, bilinmeyen dilinin tercümanıdır.
Şair, sadece aşk yazmayacak! Bu konuları da dillendirecek ve tüm açıklığıyla gözler önüne serecek ki gerekenler yapılsın, gençlik kurtulsun!
Şair bir şiir yazdığı zaman kara listeye alınıveriyor ve o şehirden sürülüp çıkarılıyor! Evinin dış kapısına kara bir çarpı işareti konuyor. Kendisi kara listeye alınıyor. Adının yanına kırmızı kalemle bir mim konuyor…
Şair cesur olacak! Gerçekleri açık açık yazacak! Gel gör ki o zaman da imiğine çöküyorlar!..
“Vay dinsiz imansız! Seni kırmızı adam seni!.. Sen ahlakı bozmaya mı çalışıyorsun!? Haydi kodese!..”
Ayıptır söylemesi, Üsküdarlı sayılırız. İstanbul’a biraz geç… Otuz beş yaşındayken geldim ama hakkında bilmediğim bir şey kalmadı! Aynı filmin tekrarı…
Şiirimiz şehir hayatından bahseder. Büyük şehrin sosyal sorunlarından… Acilen bu hususlar göz önüne alınmalı! Çocuklar kurtarılmalı! Aksi halde her biri birer canlı bomba hükmündedir!..
Zaman geçmekte, takvimlerden günler koparılıp atılmakta... Saatler, aleyhimize işlemekte…
Bu kent denize doğru kayıyor! Batacak! Yok olacak!.. Vatan evlatları mahvoluyor!..
Mor külhanlılar… Şehrin mahremiyetini aşikâr ediyorlar.
İstanbul yardım istiyor! Kimse duymuyor, duymak istemiyor. Mor külhanlılar tercüme ediyor. Ben anlıyor, anlatmaya çalışıyorum. Bir şehir göz göre göre batıyor!
Apartmanlarda neler olup bitiyor, kim biliyor!? Kimin girdiği çıktığı belli değil! Ne oluyor kimse görmüyor, bilmiyor ama çok şey oluyor!
Komşu ilişkileri kalmamış. Mahalle denetimi kalkmış. Misafirlikler bitmiş. Kimse kimseye karışmaz olmuş. Hatta selamlaşmaz olmuşlar.
Bu kent! Bu yavaş yavaş canavar doğurmakta olan şehir… Acaba eski haline dönebilir mi? Eski tertemiz, huzurlu ve mutlu insanların yaşamakta olduğu düzayak evlerden oluşan bir il halini alabilir mi?
Bu şehir o şehir değil! Apartmanlarının bile yüzleri kızardı, morardı! Apartmanlarına varıncaya kadar kirlendi!
Kim yıkar temizler yüzlerini? Yaralarını kim sarar?
Daha beyaz görünsünler diye kireçlerine çivitler karıştırılarak badanalanan o küçük evler, içlerindeki ak alınlı güzel bireylerle beraber yok oldular ve bir daha geri gelemeyecekler!
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0071
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.