- 957 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
0067 – İLKYAZ – AİLEVİ SORUNLAR ve ÖNERİLER
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İLKYAZ
"Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler..."
Gülten AKIN
AİLEVİ SORUNLAR ve ÖNERİLER
İnsanlar, toplum içinde, insan ilişkileri konusunda yeteri kadar duyarlı değil. Gerekli gereksiz şeylerle o kadar meşguller ki çok önemli toplumsal sorunlara ayıracak vakitleri yok.
Toplumun temelini teşkil eden aileler, ilişkilerini resmederken bir sanatkâr hassasiyeti göstermiyor, ince ince işlemek yerine, adeta badana fırçalarıyla baştan savma boyayıveriyorlar hayatlarını ve dünyayı güzelleştireceklerine aksine kirletiyorlar.
Doğayı mahvederek beton yığınları yapıyorlar. Apartmanlar yapıyorlar, ev gibi ev değil… Evleniyor, çocuk sahibi oluyor ve ölüyorlar, yaşadıklarının farkına varamadan. Bir taraftan kendilerine benzer nesiller meydana getiriyorlar, bir taraftan savaşarak, nesiller kurutmaya çalışıyorlar.
Dünyaya alelusul öyle bir resim çizip gidiyorlar ki ne çizdiklerine şöyle dönüp de bakmıyorlar bile. Bu dünyadan göçüp gittiklerinde geride o çirkin resim kalıyor onlardan. Evler, çocuklar ve mezarlar… Ne yazık ki bu anlayış yüzünden çok kişi heba oluyor. Toplumda kaybolup gidiyor.
Hevesle bir işe başlıyor, tamamlayıp güzel bir sonuç almadan vazgeçiveriyorlar. Sabretmeyi bilmiyorlar. Sebat göstermiyorlar. Mesela bir evlilik yapıyorlar ve çok geçmeden birbirlerinden bıkıp aynı ev içinde yabancılar gibi yaşamaya başlıyorlar. Aralarında aşk maşk değil, sevgi, ilgi, merhamet bile kalmıyor. Sadece cinsel yönüyle sürdürülür hale geliyor, aile içi ilişkiler. Romantizm, beraberlik hazzı, aile sıcaklığı falan kalmıyor. Maddi çıkarların öne çıkarıldığı bir hengame başlıyor veya hayat monotonlaşıyor, çekilmez bir hal alıyor.
Bir Karadeniz kadınını ele alalım! Yüreğinde iltihap dolu çıbanlar halini alan içsel acıları, elinde ağlar, aşktan çoktan vazgeçmiş, parasal sıkıntılar nedeniyle durmaksızın çalışır, bunalır, ağlar… Ya eşini kaptırmıştır denize veya bir Rus kadına ya da oğlunu… Öncesinde kaptırdığı şeyler saymakla bitmez! Gençliğini, güzelliğini, bekâretini… Belki parasını, malını mülkünü… Hanımının kolundaki bileziklerden, parmağındaki yüzüklerden tutun da sandıktaki çeyizine, mutfağındaki un çuvalına kadar satıp içkiye yatıran ya da kumara basan erkekler hiç az değil. Fakat yine de mangal gibi yüreklere sahip olan Türk kadınları dişini tırnağına takıp kahramanca savaşarak hem kendilerine hem de evlatlarına bakmaktadırlar. Gerektiğinde denizlere de açılıyorlar, en zor şartlarda en büyük riskleri alarak rızıklarını alın terleriyle temin ediyorlar. Onlar ki denizler kadar büyük kadınlardır! Her biri birer Karadeniz’dir!
Her biri başı dumanlı birer yüce dağdır, özellikle Karadenizli kadınlarımızın. Öyle birer ulu dağ ki çoğunun hayatı başından isli sislidir. Daha kendilerini bilmeden hayatı öğrenmek zorunda kalmışlardır.
Çoğu eşlerinden çekmektedir. Onlar hayatlarını karartmaktadır. Öfke, sinir, takaza… Özellikle akşamları, erkekleri eve geldiği zaman, rahatları huzurları kalmaz. En çok parasal sıkıntılar nedeniyle sorunları dereler gibi taşar. Gözyaşları fındıklıkları basar.
Ülkenin ekonomik sorunlarının tesiri, başlıca gelir kaynakları olan çay ve fındık alımlarına da yansıdığı için yüzleri bir türlü gülmez. Mahsulün para etmemesi ihtimali bile üstlerine kâbus gibi çöker! Hele bir de hava şartları istenilen gibi olmamışsa, mahsul zarar görmüşse… Ne yaparlar çay filizlerini? Kaça satar, ne kazanırlar? O kararan tomurcuklar gibi kararır hayatları! Açmadan solar umutlarıyla birlikte gül gibi yüzleri, gencecik emekçi kadınlarımızın!
Çocuklar anlamazlar ki geçim derdinden! Ekilenden dikilenden, edilen masraftan, kârdan zarardan… Onlar üç öğün yemek isterler büyümek için en azından. Acıktıklarında:
“Çocuklar, sabredin biraz. Aç durun, bekleyin” diyemezler ya! Çocuklar aç!..
Her alım satımda üretici değil, aracı kazanır. Onlar toplar parsayı. Hem de ellerini işe değdirmeden… Ürettiklerinin biraz daha çok para etmesi için tüccarlara, aracılara yalvarırlar ama nafile! Onlar merhamet damarlarını çoktan kurutmayı başarmışlardır! Yüreklerinin sıcaklığı cüzdanlarına geçmiş, kalpleri buz tutmuş, güzel duyguları donmuştur.
O veya bu şekilde ellerine üç beş kuruş geçen erkekler sapıtmaya başlar. Özellikle o bölgede Nataşa’lar türemiş. İşleri güçleri paralı erkekleri kafeslemek… Bir de kumalar getirilir, fedakâr ve cefakar kadınların üstlerine! Bazı erkekler hotellerde motellerde, farklı farklı tellerde… Zavallı çilekeş eşleri bir başlarına ya da duruma göre çocuklarıyla, yaşlılarıyla, yakınlarıyla evlerde, tüm ekonomik sorunları ve her türlü dertleriyle baş başa…
Bir de muta nikâhı diye bir aldatmaca yayıldı etrafa… Birkaç günlüğüne bir nikâh… Günahtan sakınanlar için… Bir pansiyon ya da bir otel odası… Dahası kısa sürede paranın suyunu çekmesi… Nataşa’nın yataşanın tekmesi!.. Sonra bir banka… Yalvarma yakarma kredi içn falan… Malum, çek senet… Alacaklılar beklemez!
Belki bizden toplanan vergilerle onlara birazcık fayda sağlanır ve belki de onlardan ekonomiye… Dış ticarete belki… İhraç edilir, kan emekleri de Ülkemize bir faydası olur.
Bazılarına da fazla gelir kazancı, bakımlı hanım ister karşısında. O hanımlar kuaföründe, terzisinde ayna karşısında… Çarşısında pazarında… Koca demek para ağacı demek onların nazarında… Akılları fikirleri saçlarının, tırnaklarının ucunda… Elleri ayakları manikürde, pedikürde... Dilleri dedikoduda… O çoğu boş kafalı hoş görünüşlü süs bebeklerinden iş güç bekleme!
Gerçek bu! Tokluktan sığınamayanlar ve açlıktan uyuyamayanların bir arada oluşu… Gelir eşitsizliği… Aradaki uçurum…
Çoğu kadınlar iş yerlerde el pençe divan durmakta amirlerinin karşısında, akşama kadar:
“Evet efendim! Peki efendim! Münasiptir efendim!” diye diye… Her biri modern birer köle! Öyle dişe dokunacak bir gelir sağlamak için de değil… Karınca kararınca… Karın tokluğuna… Sigortalı sigortasız…
Kimisi iş bulamamış. Ev kira, su para… Rezil, rüsva… Ellerine kâğıt mendiller tutuşturarak çocuklarını göndermek zorunda kalırlar, dilenmeye… Küçük bebeler vardır ellerinde… Bırakacak kimseleri yok… Kimseden ümitleri yok…
Sokaklarda, caddelerde, kavşaklarda çocuklar… Arabaların camlarına yaklaşan, ezilme pahasına yalvaran gözlerle mendil satmaya çalışan küçücük çocuklar… Küçücük bedenlerle, ailevi ve ekonomik nedenlerle vaktinden evvel geçim yükünü omuzlarına alan çocuklar… Çocuk adamlar, çocuk kadınlar… İçler acısıdır onlar!
Erkekler başka kadınlara giderler. Kadınları Allah’a emanet! Pislik toplayıcılar… Motorlu araçlarla toplumun pisliklerini toplarlar. Yanlış yollara saparlar. Pis işler yapanlar…
Ne kadar gailesiz insanlarız! İnsan ilişkileri konusunda hiç de duyarlı değiliz. Gerekli gereksiz her şeyle meşgulüz de böyle önemli toplumsal sorunlara ayıracak vaktimiz yok! Oysa bu konular hakkında konuşmalı ve yazmalıyız! Çözümler üretmeliyiz!
Erkekli veya erkeksiz yalnız kalan kadınların sorunlarına belki ara ara eve gelen kocalarının attığı dayak da eklenince onlar soluğu baba evinde alırlar! Hayata ilk gözlerini açtıkları eve geri dönerler. Başka çareleri yoktur. Cehalet ve ekonomik sorunlar yüzünden yıkılan yuvalar gün geçtikçe artmakta, mahkemelerde boşanma dosyaları yığıldıkça yığılmaktadır…
Topraktan gelmişiz, toprağa bağımlıyız, toprağa bakıyoruz. Bu ekonomik sorunları duymak istemiyoruz. Oysa çok önemli bir dert parasızlık… İlle de para para para… Paranın olmadığı yerde kavga var, niza var! Her türlü kötülük var! İnsanlar para yüzünden boylaşıyorlar! Birbirlerine saldırıyorlar! Cinayetler işleyenler bile var!..
Her şeyi duyuyoruz da ahlaki çöküntü ve parasal sorunlar nedeniyle çıkan kavgaları duymak istemiyor, onlara kulaklarımızı tıkıyoruz. Genelde kavgalar neden çıkıyor? En çok ekonomik nedenler yüzünden… Bir de manevi değerlerimizi kaybetmeye başladığımızdan… Örf adet, gelenek görenek… Ahlak, din…
Komşu hakkı bilmiyoruz. Savaş baltalarımızı gömdüğümüz yerden çıkarmışız. Güzelliklere engel olmaya çalışıyoruz. O kadar kızıyoruz ki birbirimize, kırır kıtır kessek, kılımız kıpırdamayacak! Karılarını yumrukla döven erkekler bile var! Tekme tokat girişenler... Bıçaklayanlar... Yaralayanlar, öldürenler...
Biliyoruz ama bilmezlikten geliyoruz, kavgaların sebeplerini. Sonra babalar cezaevlerine giriyor. Belki bir alacak verecek nedeniyle erkeklerin biri mezara, biri hapishaneye...
Ölenler öldükleriyle kalıyorlar ama özgürlüklerini yitiren bazı erkeklerin akılları başlarına geç de olsa geliyor. Yaptıkları hataları telafi etmeye çalışıyorlar. İşlerinin yoğunluğuna yetmeyen günlerin koşuşturması bitivermiş oluyor mahpushanelere düştüklerinde. Oralarda günlerin tamamı onlara ait, hatta saatler o kadar artmış vaziyette ki giderek vakit geçiremez hale geliyorlar. O zaman karılarını düşünecek vakit bulabiliyorlar.
Karıları nihayet akıllarına geliyor. O beraberken beğenmedikleri karıları... Onlara temiz çamaşırlar, ev yemekleri, sigaralar, kitaplar getiren, koyunlarından çıkarıp avuçlarına paralar sıkıştıran vefalı ve fedakâr karıları… Başlıyorlar artık, sevgi ve ilgilerine hasret kalmış bir şekilde ömürlerini tüketen, farkında olmadan soldurdukları menekşelerini düşünmeye…
Toplumun nereye doğru gitmekte olduğunu düşünen yok! Her konuyla az çok ilgileniliyor ama en önemli sorunlardan olan toplumsal konularla alakadar olunmuyor. Bunlar, ihmal edilecek meseleler değil! Üzerlerinde titizlikle durulması, halledilmesi için gerekli tedbirlerin acilen alınması lazım!
Tatilleri haddinden fazla uzun olan bayan öğretmenler bari anlasalar da vakit varken, kadınlarımızın ve geleceğin kadınları olacak olan kızlarımızın sorunlarıyla ilgilenseler, eğitim gönüllüleri olarak ellerinden geleni yapsalar! Tüm kutsal bildiklerimizin adına! Allah aşkına!.. Olaya onlar bari bir el atsalar!..
El tezgâhlarında dokunan ürünler için verilen emekler heba olırken o kumaşlar gözlerimize bağ olsa da parasal sorunları görmesek, görmezlikten gelsek, giderilmesi için bir çözüm üretmesek de bari bilgi birikiminiz ve ideal çizgilerinizle ülkemizin geleceği için çocuklarımıza şekil versek! Onları bilinçlendirerek geleceğe hazırlasak! Onlar ki ilk yaz çiçekleridir.
Çiçek açsın ilk yazlar! Rengârenk gülümseyen çiçekler açmaya başlasın! Önce sağlıklı fertler yetişsin, sonra da sağlam temellere sahip yuvalar kurulsun, sağlıklı ilişkilerle başlayan ve aynı şekilde süren... Öyle sağlam yuvalar kurulsun ki sağlıklı fertlerden oluşan, mutluluktan ıslıklar çalsın aile fertleri! Biz de öyle karşılık verelim o ıslıklara! Böyle sıkıcı şiirler yazmayalım o zaman. Mutluluk ıslıkları olsun şiirlerimiz.
Ülkenin geleceğini bilinçli kesim biçimler.
***
Ülkemizin dirlik ve düzenliliği için, eli kalem tutan herkesin insanlık adına bu tür eserler yazması, herkesin elinden geleni yapması dileğiyle…
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0067
YORUMLAR
Onur hanim,
gune gelen yazinizdan dolayi tebrikler. Ulkenin, milletin, toplumun, insanligin gelecegi dusunulmuyor diye sikayette bulunmussunuz ama yazi ileriyi dusunen birisinin eseri. Az olabilir ama dusunenlet var. Bu tur yazilara ilgi az ama var, yoksa gunun yazisi olamazdi.
toplumdaki sorunun ekonomiye baglamissiniz. Zaten yazinizda eline para gecince azanlardan da bahsetmissiniz, yani sorun parasizliktan degil diye kendiniz isaret etmissiniz.
toplumsal sorunun cozumunu de ins. ele alirsiniz. Acizane katkim olsun; egitimdeki carpiklik ve maneviyatin oneminin gormezden gelinmesidir toplumdaki sorunlarimiz sebepleri.
selamlar,
abdullah