- 677 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
KİMİ HİNDU KİMİ YAMYAM KİMİ BİLMEM NE BELA---2. BÖLÜM---
Bu bölümde öncelikle 1095 yılındaki öncü Haçlıların ve 1096 yılındaki I. Haçlı ordusunun nasıl insanlardan oluştuğuna bakalım. ( Tabii ki daha sonrakiler de farksızdır.)
Papa II. Urban’ın “Lânetlenmiş bir millet (yani biz Türkler) Hıristiyan beldelerini kasıp kavurdu, ateş ve zulüm yağdırdı. Bu alçaklıkların intikamını, Tanrı’nın kahramanlıkta diğer milletlerden üstün kıldığı (!) sizlerden başka kim alabilir? Vazifelerin en önemlisi mukaddes Kudüs’ü kurtarmak, mukaddes yerleri istilâ eden pis milletten kutsal yerleri geri almaktır.”“Tanrı, İsa’ya tapanların yardımına koşmaya ve topraklarından uzaklarda, o lânetli ırkı kökünden kazımaya, ister şövalye, ister halktan olsun, ister zengin ister yoksul olsun, herkesi sık sık dâvet etmeniz için, İsa’nın bayrağını taşıyan sizleri benim ağzımdan teşvik etmektedir.” Diyerek gaza getirdiği ve oluşturduğu ’Tanrının kahramanlıkta üstün kıldığı(!) güruh bakalım kimlerden oluşuyormuş:
İngiliz târihçi Thomas Fuller “Şeytanın aşağılık hizmetkârlarının Allah’ın askeri hâline geldiklerini görmek çok hazin bir şeydi!..” dedikten sonra Haçlı ordusunu şöyle tarif eder:Haçlı gürûhu, iddiâ edildiği gibi soylu ve asil (!) askerlerden değil, aksine tamâmen dengesi bozuk, çürük-çarık, seviyesiz mahlûklardan ibâret olan “suçlular, bulaşıcı hastalık taşıyanlar, günahkârlar, dinsizler, kutsal şeylere karşı saygısız, hırsız ve haydutlar, kâtiller, kendi ana veya babasını öldürenler, yalancı tanıklıktan suçlu olanlar, zinâ işleyen erkekler, vatan hâinleri, korsanlar, fâhişe tüccarları, ayyaşlar, tâlih oyuncuları, ikiyüzlü keşişler, genelevde yaşamak için kocalarını terk eden kadınlar ve gerçek eşlerini bırakıp yerine başkalarını alan erkekler”den meydana geliyordu.
Haçlıları temsil makâmında bulunmasına rağmen rahip Fleury de Haçlı seferlerine katılan hıristiyan süvârileri hakkında; “Haçlı seferi, borca boğulmuş kimselere borçlarından kurtulmak için, mücrimlerin ve mahkûmların cezâ çekmemeleri için, kilise nizamlarına uymamaktan disiplin cezalarına çarptırılmış ruhbanın affedilmeleri için, manastırın ağır hayatına dayanamayan rahiplerin manastırı terk edebilmeleri için, hayat kadınlarına mesleklerini daha serbestçe icrâ imkânı bulabilmeleri için fırsatlar ve kolaylıklar bahşediyordu. Bunlar gözönüne alınarak, Haçlı gürûhunun ne gibi insanlardan oluştuğu düşünülsün!” Demekten kendini alamamıştı.
Görüldüğü kendilerini yine kendileri anlatıyordu.
Her ne kadar ilk bölümde ’ Her ne olduysa Antakya’da oldu diye yazsam da bizlerin sadece vahşi olarak bildiğimiz Avrupa’nın yamyamlığı aslında Haçlı orduları 1096 da Anadoluya girip İznik’i Türklerden aaldıklarında gözler önüne serilmişti. Bakın Fransız Tarihçi Funck Brentaro 1096 da İznik’te yaşananları nasıl anlatıyor:
’Vahşî hayvan sürülerinden farksız olan haçlı gürûhu 1096 yılında Anadolu topraklarına saldırdıklarında, İznik civârında yakaladıkları müslüman çocukları parçalamışlar, etlerini şişlere geçirip ateşte kızartmışlar ve henüz pişmeden çiğ çiğ yutmuşlardı.’
Antakya’ya ulaştıklarında Haçlı ordusunda açlık başgöstermiş ve Haçlı ordusu 1095 de I. Kılıçarslan’ın karşısında canını zor kurtaran ama şimdi yine Haçlı ordusu içinde baş rollerde olan Piyer Lermit adlı papaza açlıklarından dert yanıyorlardı. Piyer Lermit azarladı onları ve Fransızların milli destanı olan“Chanson d’Antioche”de yer alan şu satırları söyledi: : ‘Açlığınızın sebebi korkaklığınızdır. Türk cesetlerini toplayın! Tuzlayarak pişirilirse daha lezzetli olur!..”
Haçlılar korkak olmadıklarını ispat ettiler Piyer Lermit’e: Türkler’in cesedlerini birer birer topladılar, etlerini kemiklerinden ayırdılar; sonra da tuzladı, pişirdi ve karınlarını bununla doyurdular.
Evet...Bunları bir Müslüman ya da Türk Tarihçi değil, bir Fransız Tarihçi yazıyordu.
Charles Mills ise, Fransa kralı I. Philippe’nin torunu olan Bohémond’un mide bulandırıcı bir gaddarlığından şöyle söz etmektedir:
“Antakya’da Bohémond, birkaç Türk esirini boğazlattı; herkesin gözü önünde kızarttı. Sonra seyredenlere seslenerek, iştahını tatmin etmek için geldiğini söyledi.”
Antakya’dan sonra bu gün zehirli gaz atılarak pek çok insanın öldürüldüğü İdlip’e geldiler... O zamanki adıyla Maaratü’n Numan’a ...İşte bu kasabada da iğrençliklerine devam ettiler. Onu da yine Fransız Tarihçilerinden olan Rudolf Caen şöyle anlatır:
“Askerlerimiz Maarra’da dinsizlerin (Müslümanların) yetişkinlerini yemek kazanlarında kaynar suyla haşladılar; çocukları şişlere geçirerek öldürdüler ve sonra da ızgarada pişirip yediler.”
“Öylesine kıtlık vardı ki, adamlarımız bir süre önce öldürdükleri kimselerin butlarından parçalar kopartıp ateşte kızartıyor ve daha tam pişmeden vahşi ağızlarıyla eti silip süpürüyorlardı.”
Antakyadaki yamyamlığı Haçlı ozanı Richard le Pelerin şöyle anlatır:
“Asaletli Pierre L’ermite, otağının önünde oturuyordu. Kral Tafur ve adamları çıkageldiler. Bunlar yüz kişiden çoktular ve açlıktan şişmiştiler. Kral, keşiş Pierre’e: “Tanrı adına bize yol göster, zira açlıktan mahvolmaktayız.” Dedi. Pierre şöyle cevapladı: “Korkak olduğunuz için! Haydi şurada yatan ölmüş Türkleri toplayınız. Tuzlar ve pişirirseniz pekala yenir onlar.”
Bunun üzerine on bin haçlı toplandı. Türk ölülerinin derileri yüzüldü, bağırsakları çıkartıldı. Etleri haşlama ve kebap yapıldı. Adamlarımız bu etleri doyasıya yediler, ama ekmeksiz olarak. Bunu gören zincire vurulmuş Türkler çok korktular, et kokusundan duvarlara dayandılar. Yirmi bin putperest (Türkleri kastediyor) bu manzarayı seyretti; ağlamadık Türk kalmadı! (…) Adamlarımız kendi aralarında konuşuyorlardı: “Şu Türk eti, zeytinyağlı domuz sırtı ve jambondan daha iyidir!” Ortalıkta Türk ölüsü kalmayınca, mezarlıklara varıp Türk ölülerini çıkardılar. Onlardan bir tepe yaptılar. Bağırsaklarını çıkarıp Asi Nehri’ne attılar; etlerin derilerini asıp rüzgarda kuruttular!”
Suriye’deki Sur şehrinin Katolik metropoliti olan Guillaume de haçlı yamyamlığını şöyle anlatmıştır: “Bohemond (Bu adam haçlı liderlerinden olup, işgalden sonra Antakya kontu olacaktı) birkaç Türk getirilmesini istedi ve bunları hemen öldürttü. Büyük bir ateş yaktırarak etleri şişlere geçirtti ve pişirtti. Sonra da bütün akrabalarını çağırarak onları Türkleri yemek üzere kurdurduğu sofralara davet etti. Bunun manası kendisine sorulunca da: “Bugün buradaki Türklerin etlerinin başta komutan ve prensler olmak üzere orduya ikram edileceğinin bilinmesi içindir.” dedi.”
Anonim Gesta Francorum adlı tarihte de “Müslümanların etini yiyen Fransızlar”dan bahsedilmiştir.
Bizans imparatoru Alexis Komnen’in kızı Anna, “Alexis Comnen’in Hayatı” adlı kitabında “Barbarlar” diye târif ettiği Haçlıların sergiledikleri vahşetten söz ederken: “En büyük eğlencelerinden biri rastladıkları Müslüman çocukları öldürmek, kızartmak ve yemekti.’ Diye bahseder.
Ve tabii ki Kudüs...
16 Temmuz 1096 da Haçlıların eline düşen Kudüs’te yaşanan vahşeti yine kendileri şöyle anlatır:
’Bizim askerlerimiz Süleyman Tapınağına kadar onları katlederek, öldürerek takip ettiler; burada katliamla o kadar çok kişi öldürülmüştü ki ölenlerin akan kanı katliama devam eden askerlerimizin ayak bileklerine kadar yükselmişti.’
Bir diğer birincil kaynak olan "Chartres’li Fulcher" tarihi şöyle yazar:
’Bu tapınakta 10.000 kişi öldürüldü. Gerçekten orada olsaydınız ayaklarımızın ayak bileklerine kadar öldürülenlerin kanı ile kaplı olduğunu görürdünüz. Daha başka ne denilebilir? Buradaki hiç kimse hayatta bırakılmadı; ne kadınların ne çocukların hayatını bağışladılar.’
Bir başka Haçlı yazari, Aguiles’li Raymund ("Historia Francorum qui ceperunt jherusalem" adlı eserinde) "övünmeli" bir uslupla şunları anlatır:
’Görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti. Adamlarımızın bazıları - ki bunlar en merhametlileriydi - düşmanların kafalarını kesiyorlardı. Diğerleri onları oklarla vurup yere düşürdüler, bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. Şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti. Ama bütün bunlar, Süleyman Tapınağı’nda yapılanların yanında hafif kalıyordu. Orada ne mi oldu? Eğer size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz. En azından şunu söyleyeyim ki, Süleyman Tapınağı’nda akan kanların yüksekliği, adamlarımızın ayak bileklerinin boyunu aşıyordu.’
Thomas Fuller: “Bağışlanmak için cümle dahi kuramayacak kadar küçük Müslüman Türk çocukları ve bir savaşçının her daim affedebileceği zayıf kadınlar bile boğazlandı.” demektedir.
Michaud, Müslümanların ateş üzerinde zorla yürütüldüğünü belirtir.
Keşiş Robert, Maarra yamyamlığı için şunu söylemiştir: “Adamlarımız çatılarda yürüyorlar ve sanki yavruları çalınmış dişi yaban aslanı gibi saldırıp, yiyip, içiyorlardı. Yılların ağırlığı altında ezilmiş ihtiyarları ve küçük çocukları parçalayıp yiyorlardı. Para bulmak için Müslümanların karınlarını deştiler. Kan, akarsular gibi yollardan aktı, her yerde cesetler vardı.”
Aix Başpiskoposu da: “Adamlarımız, -ölülerini yiyerek dahi- Müslümanlar ve Türklerle savaşmış oldular.” diyerek memnuniyetini dile getirmiştir.
Bu vahşet örneklerini uzatmak mümkün ama konumuz yamyamlık olduğundan daha fazla uzatmadan ’Haçlı seferlerinden sonra da yamyamlık var mıydı Avrupa’da?’ diye bakalım.
Hemen aklıma gelenler.
Biliyor musunuz aslında Drakula efsanevi bir korku film kahramanı değildir. Bizim Kara Murat Filmlerinin ilkinde de yer alan Kazıklı Voyvoda Vlad’ın ta kendisindir Drakula. Yamyamlığın bir türü olan vampirliğin piri işte bu Vladdır ve ne yazık ki gerçekte Kara Murat tarafından öldürülmüş filan değildir.
Site sakinlerinden Kemal Paracıkoğlu’nun kaleme aldığı ’Kanlı Kontes’ mesela. Asıl adıyla Elizabeth Barthory...O da bir yamyamdır. Genç kalabilmek için genç kızların yüreğini yediği rivayet edilir.
Kanada’da bulunan St. Francis köyü, 1759 yılında Fransa tarafından baskına uğratılmıştır. Pek fazla bilinmeyen bu baskın, insanlık tarihinin en acımasız olayları arasında yer almıştır. Robert Rogers ve adamları, önce köyü yağmalamış, sonra da ele geçirdikleri tutsakları öldürüp çiğ etleriyle beslenmişlerdir.
Ancak öyle çok uzaklara girmeye gerek yok Avrupa’nın vahşetini ve yamyamlığını görmek için. Yukarıdaki resimlerden 6 nolu olanı 1904 yılına ait. Medeni Belçikalı(!) üretmek zorunda olduğu kauçuk kotasını dolduramadığı için Afrikalı bir babanın kızının el ve ayaklarını keserek babanın önüne koymuş.
Peki Holodmor diye bir şey duydunuz mu hiç?
Ukrayna kırımı da denir kısaca.
1932–1933 arasında, o dönem Sovyetler Birliği’nde, şimdiki Ukrayna ve Rusya’nın Kuban bölgesinde suni olarak yaratılan kıtlık sebebiyle yaklaşık olarak 8 milyon insanın öldüğü olaylara verilen addır.
İşte Stalin alçağının yarattığı bu suni kıtlık yüzünden Ukrayna’da insanlar birbirlerini yemişlerdir. Hatta öyle ki açlıktan ölen kendi yakınlarını yiyenler olmuştur. Burada tabii ki asıl yamyamın kendi yakınlarını yiyen Ukraynalılar mı yoksa 8 Milyon insan açlıktan ölürken dışarıya 3 milyon tona yakın buğday ihraç eden Stalin alçağı mı diye sormadan da geçemeyeceğim.
Ha bu arada unutmadan: Stalin’in atalarından Korkunç İvan’ın da yamyam olduğuna dair çok rivayetler vardır.
Ancak derler ya Allahın sopası yok diye.
1941- 1942 Yıllarında bu sefer Rusya Alman işgali altındadır ve Leningrat şehri bir taraftan bombalarla yerle bir edilirken diğer taraftan şiddetli bir kıtlık başgöstermiştir.
1.5 Milyon insanın ölmesiyle sonuçlanan bu kuşatma sırasında da Ruslar mecazi manada değil gerçek manada birbirlerini yemişlerdir.
İşte bu yamyamlıkları sebebiyle çiğ insan eti yerken dişlerini kırmış olsalar gerek ki bu Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşı adlı şiirinde onlardan ’ Ulusun korkma ! Nasıl böyle bir imanı boğar/ Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar’ Diye bahsetmiştir.
Değerli okurlar !
Şu yazdıklarımı abartı ya da çok fazla uçuk masallar olarak yorumlayabilirsiniz ki böyle yorumlarsanız çok da haksız olmazsınız. Zira normal bir insanın muhayyilesinin alabileceği bir vahşet değil tüm bu yazdıklarım. Vahşet denen kavramı hepimiz tarih kitaplarından ya da izlediğimiz belgesellerden, filmlerden az çok biliriz ama yamyamlık??? İşte orada kabullenemeyiz insanın insanı yemiş olabileceğini. Ancak bunlar tamamen hikaye bile olsa almamız gereken ders ’Aaaaa Avrupa’ya bak yahu. Ne kadar da vahşi ve yamyammış meğerse’ Olmamalı. Alacağımız ders ’ Sü uyur, düşman uyumaz’ olmalı.
Dikkat edilecek olursa Haçlılar bizi zayıf gördükleri anda topluca hücuma geçmişlerdir. Güçlüken, birlik beraberlik içindeyken saldırmaya pek cesaret edememişlerdir.Haçlı seferleri dediğimiz o iki yüz yıllık dönemde de ondan sonra da...
En basit örnek: Osmanlı tahtına 12 yaşındaki II. Mehmet’in ( Fatih Sultan Mehmet ) geçtiğini gördükleri anda herekete geçmişler ve bunun sonucunda yapılan Varna savaşında II. Murat tarafından perişan edilmişlerdi.
Yani özetleyecek olursak:
Bu gün 27 AB Üyesi ülkenin yöneticilerinin Papanın huzuruna çıkması ve aynı fotoğraf karesinde yer almaları boşuna değildir. Canları yine Müslüman ama özellikle de Türk eti çekmiştir. ( Bu ’Türk eti ’ sözünü ister gerçek anlamda ister mecazi farketmez.)
Bilmem anlatabiliyor muyum?
RESİMLER
1-2- Haçlıların yamyamlığı ile ilgili bizzat Avrupalıların çizdeikleri temsili resimler
3- Kazıklı Voyvoda Vlad
4- Kanlı Kontes Elizabeth Barthory’nin temsili resmi.
5- 1759 da Kanada’da yaşanan vahşetin temsili resmi.
6- Kızının el ve ayakları kesilip önüne konan Kongo’lu bir baba.
7- Ukrayna’da 1932-1933 yılları arasında yaşanan vahşet
8-9 Leningart Kuşatması ( 1941-1942 )
YORUMLAR
Değerli hocam ben bu yazdıklarınızı ve hatta eminim ki yazmaya çekindiğiniz fazlasını okumuştum. Hatta sizinde okuduğunuz ''SIR'' isimli öykümde kısmen yazmıştım. İnsan öyle iğrenç bir canavar ki yapabileceklerini kestirmek mümkün değil. Dünden beri Suriye'deki kimyasal görüntülerini beynimde çevirip duruyorum.. Aklımın alamayacağı bir vahşeti şimdi bu tarihte yaşıyoruz. Irkların önemi değil de insanlığın caniliği benim kanımı donduruyor...
Aslında kıyamet kopmalı diyorum her yeni günde.. Yaşamak bu dünyada midemi bulandırıyor..
Sevgilerimle...
sami biberoğulları
Abimin de sık sık dediği gibi '' Dünyada hiç bir şey için bu olamaz. Bunu bir insan yapamaz diyemeyiz. İnsanoğlunun yapamayacağı kötülük yoktur.''
Selam ve sevgilerimle.
rezil istilanın içinde olanlar da affedilmiştir oysa
- örneğini vereceğim,
ya efendim, az sonra !
ben başlık'tan çıktım yola...
............
mamy ex lll
“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”
Atatürk, 1934
sami biberoğulları
Değerli yorumunuza aslı oldukça uzun olan bir yazımdan bir pasajla cevap vereyim ( Bu bile hayli uzun olacak maalesef.)
Yazının tamamını şu linkten görebilirsiniz: http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=140160
Tam otuz iki sene çeşitli okullarda Çanakkale savaşlarını anlattım. Pek çok defa da Atatürk’ün şu sözlerini naklettim öğretmen arkadaşlarıma ve öğrencilerime:
‘’ Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar;
Burada bir dost ülkenin topraklarındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Siz Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar: Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim de evlatlarımız olmuşlardır.’’
Efendim bu sözler Mustafa Kemal’in rivayete göre 1934de bir Anzak annesine yazdığı mektuptanmış(!) sonra aynı yazılar Çanakkale’deki Anzak anıtlarına da nakşedilmiş.
Yukarıdaki sözleri her okuyuşumda bazı öğretmen arkadaşlarım ve bazı öğrencilerim ağlardı. Daha sonra da ‘’ Ne büyük bir insanmış bizim Ata’mız, bu nasıl bir insan sevgisi, bu nasıl bir dostluk ve kardeşlik anlayışıdır’’ filan gibi laflar ederlerdi. Lakin benim bir türlü içime sinmezdi.
Ne demek yahu ‘’Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar!’’ Yani şimdi mesela bu çözüm süreci sonunda terör örgütü ile tam bir barış yapılsa sonrasında cumhurbaşkanı çıkıp terör örgütü üyeleri olup askerimizi öldüren ve yine askerimiz tarafından öldürülenler için ‘’ Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar!’’ diye hitap etse bunu insanlık, barışseverlik, kardeşlik vesaire vesaire olarak mı kabul etmeliyiz?
Kısacası Atatürk bile demiş olsa vatanımı işgal etmek için gelmiş olan, ortada hiç bir sebep yokken askerimi öldüren insanlardan ‘’Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar!’’ diye bahsedilmesi hep mideme bir yumruk gibi inerdi. Atatürk’ün sözleri bile olsa hazmedemezdim işin doğrusu.
Dahası var.
Bu sözler Avustralya’daki bir anıtta aynen yerleştirildiği gibi Atatürk’ün “Bizim için Johnnyler ile Mehmetçiklerin bir farkı yoktur” dediği de ilave edilerek eklenmiş.
Şimdi Atatürk’ten bir anı nakledeyim ve bu konunun beni niçin bu kadar rahatsız ettiğini biraz daha net anlatmaya çalışayım.
Atatürk, bir torpido ile seyahat ediyordu. Gece ol¬muş ve geminin bütün ışıklan yakılmıştı. Bir adanın önünden geçerken Atatürk gemi süvarisini çağırdı ve ona şu emri verdi:
- Geminin bütün ışıklarını söndürünüz.
Emrin mahiyetini kavrayamayan kaptan:
- Aman Atam, bu ancak harp ilan edilmiş düşman memleketlere karşı yapılmaz mı?
Diye mukabele edince, koca Ata yine gürleyiverdi:
- Bilmiyorum mu zannediyorsun? Sana verdiğim emri yap. Düşmanımın önünden düşman gibi geçmek isterim.
Bir dakika sonra geminin bütün ışıklan söndürülmüştü
‘’Düşmanın önünden düşman gibi geçilir’’ diyen bir Atatürk’ün daha sonra bir başka düşmanın askeri için ‘’ Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar ! ‘’ demesi mümkün müdür? Değildir elbette. Değil olmasına değildir de biz bunu maalesef Çanakkale zaferinin 100. Yıldönümünü kutlarken öğreniyoruz.
Bakın Atatürk 1934de değil 1931 de tam olarak nasıl bir metin dikte ettirmiş Dahiliye Vekili ( İçişleri Bakanı ) Şükrü Kaya’ya ve Şükrü Kaya’nın Anzak mezarlığında okuduğu metnin aslı nasılmış?
“Arkadaşlar!
Üzerinde bulunduğumuz nokta küre-i arzın meçhul her hangi bir noktası idi. Halbuki biz bugün buraya tanınmış meşhur bir mevki olduğunu düşünerek geldik. Bu nokta ne münasebetle tanınmış ve ne diye coğrafi ve askeri haritalarda muayyen isim almıştır: Kemalyeri! Bilhassa asker arkadaşların karşısında bunu izah teşebbüsünde bulunmak istemem. Her türlü İzahlar bittabi onlara aittir. Fakat ben de bu yere ismi verilmiş büyük adamın yakın arkadaşı olmak itibariyle ondan işittiğim bir hatırayı esas tutarak üzerinde bulunduğumuz yerin, Kemalyeri’nin ne olduğuna dair bir kaç kelime söylemek istiyorum.
Efendiler; üzerinde bulunduğumuz bu noktadan deniz kenarına kadar olan mesafeyi, hep beraber görüyoruz. Bu dar sahada tarihte malum olan büyük kuvvet karaya çıktı. En aşağı iki, üç kilometre cephede yayıldı. Bu vaziyette henüz üzerinde bulunduğumuz noktada büyük Türk evladı Kemal o geniş düşman cephesinin sol cenahında ufak bir kuvvetle göründü. Orada cephanesi kalmamış neferlere süngülerini kullandırarak işe başladı. Bu teşebbüs muvaffakiyetle ilk eserlerini gösterdi. Türk’ün büyük ve sevgili evladı Mustafa Kemal o gece çok uğraştıktan ve her hangi bir fatihin kolaylıkla karşı duramayacağı felaket işaret eden vaziyetleri yendikten sonra karanlık bir gecenin sabahında kendisini bu noktada gördü, ve bu noktanın yüksek Türk talihini kurtaracak mevki olduğuna karar vererek burada kaldı. Bu nokta Mustafa Kemal’in çok faik(üstün) düşman kuvvetlerini mağlup ederek geriye püskürttüğü ve nihayet onları bütün takviyelerine rağmen yerinde durdurduğu bir Kumandan yeridir. Bir Türk Kumandanının Türk talihini yükseltmek için münasip gördüğü kumanda yeridir. Ben asker değilim, fakat bilirim ki bu yerden, bu Kemalyeri’nden garbın bütün ufuklarına karşı, garbın bütün denizlerinde en büyük zannolunan kuvvet ateşlerine karşı bu noktadan sadır olan Türk iradesi bugünkü Türkiye’yi kurtarmış olan faaliyetlerin ilk yeri olmuştur. Bu itibarla burada bulunmaktan ve gördüğümüz bu yüksek hatırayı burada yad etmekten çok memnun ve bahtiyarım.
Bizim bu yerde kıymetli hatıraları yad ederek mütehassis olmamız( duygulanmamız) ve bu yere ismini veren büyük Türk’ün bu memlekete ve Türklere yaptığı büyük eserleri hatırlayarak minnettar olmamız gayet tabiidir. Şeref ve iftiharla görüyoruz ki, bu yerin karşısında en büyük kuvvet ve kudret göstermiş olan büyük devletler de bu Kemalyeri’ne ve bu yere ismi verilmiş olan büyük Türk’e hürmetle takdirle bakmaktadırlar. Ben bu noktada yalnız bütün hassasiyetimin ifadesi olarak tek bir cümle söylemekle iktifa edeceğim:“Vatanın müdafaası için burada aziz kanlarını döken Türk çocuklarına ebedi minnetler.”[ /alt_cizgi ]
Bu büyük kahramanlar için henüz bir abide dikilmediğini görüyorum. Bundan fazla müteessir olmak istemem. Biliyoruz ki, bu aziz kahramanların kurdukları ve korudukları yıkılmaz Türk vatanı onların hatıralarını daima taziz ettirecek ifade ve manzarası cihanşümul, en yüksek bir abidedir.
Karşıda da bizimle harp etmiş insanların mezarlarını ve abidelerini görüyoruz. Orada yatanları da takdir ederiz. Medeniyet tarihi yarın karşı karşıya yatanlardan hangisinin fedakarlığını daha haklı ve daha insani bulacak ve daha ziyade takdir edecektir. Tecavüz etmiş onların abidelerini mi, yoksa vatanını müdafaa eden kahramanların hâlâ el uzatılmamış mukaddes taş ve toprak halinde bırakılmış olan bu izleri, bu kahraman izlerini mi? Kat’i hükmü medeni beşeriyetin insani takdirine emniyetle bırakabiliriz. Yalnız şunu tespit etmek isterim ki biz Türkler mazinin her türlü manasız, mantıksız, girift eziyetlerini unutarak yeni bir hayat yarattığımıza kaniiz. Bu hayat, Türk’ün ilk ve medeni hayatının alemşümul manasının ihtiva eden bu kanaatimiz, fiiliyatımızla da sabit olmuştur. Karşımızda mezarlar bırakan milletler, bizim bu samimi ve çok yeni mahiyette noktai nazarlarımızı iyi telakki ederlerse bu karşılıklı mezarlar aramızda kin, husumet ve ölmez hisleri yerine muhabbet, dostluk temin eder. Ben, mensup olduğum Türk içtimai heyetinin kurduğu Cumhuriyet hükumetinin mesul bir adamı olarak arzederim ki, Türk milleti bu karşılıklı abidelere hürmetle bakar ve iki tarafın ölülerini rahmetle yadederken dimağında ve vicdanında yaşıyan samimi temenni: Bu ölü abidelerin bir daha rekzolunmaması (dikilmemesi) bilakis bunları kuranlar arasında insanlık münasebetlerinin, insanlık bağlarının yükselmesidir.
Görüldüğü gibi Atatürk’ün bahsettiği tek kan vardır ama o kanın kime ait olduğu açık ve net bir şekilde ifade edilmiştir: “Vatanın müdafaası için burada aziz kanlarını döken Türk çocukları…’’ ve tabii ki minnettarlık da onlaradır.
[Konu ile ilgili daha fazla bilgi için : odatv.com/n.php?n=coniler-ile-mehmetler-arasinda-bir-fark...]
YANİ ÖYLE BİR METİN YOK ASLINDA. OLMASI DA EŞYANIN TABİATINA AYKIRI HER ŞEYDEN ÖNCE.
Selam ve saygılar...
Sami Hocam...Günlük sohbet ettiğim arkadaşların içinde doktoralı tarih öğretmeni de var.Tezi de "Haçlı Seferleri" imiş...Ayrıca entelektüel yanı da güçlü.
Ondan dinlemek güzeldi,sizden de okumak.
Lakin Stalin'in Cinayetleri derin bir mevzu.İngiliz tarihçi bu konuya 30 yıl emek vermiş ve Karanlıkta Fısıldaşanlar adlı dev eser ortaya çıkmıştır..Kitaplığınızda yoksa size çok "belge" sunacaktır Orlando Figes.
sami biberoğulları
Öncelikle çok teşekkür ederim. Bahsi geçen Karanlıkta Fısıldaşanlar adlı eser kitaplığımda yok maalesef ama böyle bir eserin varlığından haberdar olduğuma göre bir şekilde temin etmeye ve okumaya çalışacağım inşallah.
Selam ve sevgilerimle.