MİLLİYETÇİLİK
Milliyetçilik, maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı, ulusçuluk, ulusalcılık, nasyonalizmdir.
Milliyetçilik, sadece bir ideoloji değil, bir yaşayış ve bir duyuş tarzıdır.
Diğer bir ifade ile milliyetçilik, insanlarda genetik, fiziksel, kültürel, toplumsal ve doğal şartların tesiri ile gelişen ve bir ulusun vatandaşlarında ortak olan duyguların, ülkülerin ve değerlerin toplamıdır. Ortak duygu ve değerler, daima kişisel menfaatlerin üstünde tutulur. Bu milliyetçi olmanın, milliyetperver olmanın bir gereğidir.
Ulus için önemli ve kazançlı olan bir günde, ortak sevinç duyulur.
Örneğin; Türk Milli takımlarının uluslararası spor müsabakalarındaki başarıları, bütün Türk Milleti’nin sevindirir.
Aksine, ulusun genel çıkarlarına bir zarar gelmesi durumunda, aynı şekilde ortak acı paylaşılır. Bu gibi olaylarda toplumun bireyleri dayanışma içine girerler.
Örneğin; terörle mücadele esnasında asker ve polisimiz şehit olduğunda; ya da deprem, sel felaketi, yangın gibi doğal afetlerde, bütün Türk Milleti üzüntü duyar.
Milliyetçilik duygusunun tarihi
Milliyetçilik duygusu, insanlık tarihi kadar eskidir. Fransız İhtilali (1789)’nden sonra Avrupa başta olmak üzere dünyanın her bölgesinde milliyetçilik duygusu yükselmeye başlamıştır.
Milliyetçilik duygusunun yükselmesiyle uluslar kendi devletlerini kurmak istemişlerdir. Her ulusun kendi ulusal devletini kurma isteği, Britanya İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu gibi çok uluslu imparatorlukların dağılmasına sebep olmuştur.
Osmanlı Devleti de çok uluslu bir yapıya sahip olduğu için milliyetçilik duygusunun tesiri altında kaçınılmaz olarak dağılmaya başladı. Afrika, Orta Doğu, Kafkaslar ev Balkanlar’daki topraklarını hızla kaybetti.
Genç Osmanlı aydınlarının imparatorluğun dağılmasını önlemek için ortaya attıkları vatan ve siyasal birlik kavramına dayanan “Osmanlıcılık” fikri dağılmaya çare olamadı.
Din birliğini öngören “İslamcılık” düşüncesi de başarılı olamadı, imparatorluğu bir arada tutamadı.
İttihat ve Terakki Partisinin öne çıkardığı “Turancılık” düşüncesi de başarısız bir fikir hareketi olarak tarihte yer aldı.
Milliyetçilik rüzgarı karşısında tutunmak için, yeni bir Türk Devleti kurarak, Türk Milleti’ni kurtarma görevi Mustafa Kemal’e kalmıştı.
Türk Milliyetçiliği’nin Doğuşu
Türklerde modern anlamıyla Milliyetçilik özellikle II. Meşrutiyet Döneminde “Türkçülük” fikrinin gelişmesiyle başlamıştır.
Osmanlıcılık politikasının uygulama sahasında ki başarısızlığı ve Türklerin uğradıkları yenilgi ve çöküş süreci bu akımı güçlendirmiştir.
I. Meşrutiyet Döneminde özellikle Ziya Gökalp ilk kez bilimsel olarak Türk Milliyetçiliği ile uğraşmış ve Türkçülüğün Esasları adlı esrinde geniş bir şekilde açıklamalarını yapmıştır. Atatürkün de Milliyetçilik fikirlerinde Ziya Gökalp ten etkilenmiştir. (Bkz. Eserin Türkçülüğe bakışı için; Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul 1976)
Osmanlı İmparatorluğu, 26 Ocak 1699 tarihli Karlofça Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, gerileme dönemine girmiştir. İmparatorluk, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile, sahip olduğu topraklardaki egemenlik haklarını, yani devlet olma niteliğini tamamen kaybetmiştir. 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr antlaşması ise tam bir teslim antlaşmasıdır. Türk Milleti’ni yok farz eden bu antlaşmalardan sonra, Çağdaş Türk Milliyetçiliği’nin Doğuşu, fiilen 19 Mayıs 1919’da, Mustafa Kemal’in Samsun’da karaya ayak basması ile başlar.
Millet nedir?
“Millet, ortak fikrin, ahlakın, duygunun, heyecanın, hatıra ve geleneklerin kişilerde meydana gelmesini ve kökleşmesini sağlayan ortak geçmişin, birlikte yapılmış tarihin, vicdanları ve zihinleri doğrudan doğruya birleştiren ortak dilin milletlerin meydana gelmesinde en önemli etkenler olduğunu…kaydettikten sonra, mümkün olduğu kadar her millete uyabilecek millet tanımını ele alalım: Zengin bir hatıralar mirasına sahip bulunan, beraber yaşamak konusunda ortak arzu ve istekte samimi olan, sahip olunan mirasın korunmasına beraber devam etmek konusunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden meydana gelen topluma millet denir¹.”
Görüldüğü üzere Atatürk’in yaptığı “millet” tanımı, Merriam-webster sözlüğünde geçen tanıma birebir benzemektedir. Yani “millet” sözcüğünü kullanmak, ayıplı bir şey değildir. “Türk Milleti” kavramını kullanmak da zavallılık, kendini bilmezlik olmadığı gibi, başka milletleri kötülemek de değildir. Kendini Alman Milletine ait görenler gururla “Ben Alman Milletindenim” diyebiliyorsa, kendini Türk Milletine ait görenlerin de “Ben Türk Milletindenim” diyebilmesi en basit bir gerçekliktir. Bunun tartışılacak bir yönü de yoktur.
“Millet; dil, kültür, mefkure (ülkü, ideal) birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasi ve içtimai heyettir.¹” diyen Atatürk’e göre bir milletin oluşabilmesi için, vatandaşların arasında dil, kültür ve ülkü birliği vb. olmalıdır.
Millet olmak için “Beraber sevinmiş olmak, beraber aynı ümitleri beslemiş olmak” esaslarına dikkat çeken Atatürk diyor ki: “Bir millet meydana geldikten sonra, kişilerinin devlet hayatında, ekonomik ve fikirsel hayatta ortak çalışması sayesinde meydana gelen milli kültürde şüphesiz milletin her ferdinin çalışma payı, katkısı, hakkı vardır. Buna göre, aynı kültüre sahip olan insanlardan oluşan topluma Millet denir dersek milletin en kısa tanımını yapmış oluruz¹.”
Kısaca ifade etmek gerekirse, milletler topluluğu içinde, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. Ortak dil, tarih, kültüre vb. sahip olan ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni kuran bir milyarın üzerindeki insanlara da “Çin Milleti” denir. Çin Milleti içerisinde 56 etnik grup vardır. Hemen kuzeyimizde yer alan geniş topraklarda yaşayan ve Rus’tan, Tatar’a 185 etnik gruptan oluşan, 50’den fazla azınlık dilinin konuşulduğu Rusya Federasyonu adında bir devlet kuran millete de “Rus Milleti” denir. “Amerikan Milleti”nin kurduğu devlet olan Amerika Birleşik Devletleri’nde de altı ana etnik grup vardır.
Türk Milliyetçiliği içerisinde “milliyetler prensibi”
Atatürk’e göre “Bir milletin, diğer milletlere oranla doğal veya sonradan kazanılmış, özel karakter sahibi olması, diğer milletlerden farklı bir özellik göstermesi genellikle onlardan ayrı olarak onlara paralel gelişmeye çalışması niteliğine ‘milliyetler (Millete özgü olma) prensibi’ denir. Bu prensibe göre her kişi ve her millet kendi hakkında iyi niyet, topraklarına bizzat kayıtsız şartsız sahip çıkmayı istemek hakkına ve bu hakkın kullanılmasını önleyen veya sınırlayan engelleri ortadan kaldırmak hak ve hürriyetine sahiptir.
Editörün Önerisi >> Vladimir Putin kimdir? Karakter özellikleri ve kararlarına yansıması
Atatürk, “Bu prensip, bize hangi milletlerin hür, hangilerinin hürriyetinden şu veya bu şekilde yoksun olduklarını, yani millet adını taşımaya layık olmadıklarını kolaylıkla gösterir.” demiştir.
Atatürk ve Çağdaş Türk Milliyetçiliği’nin Doğuşu
Atatürk’ün liderliğinde Türk Milliyetçiliği’nin Doğuşu’nda I. Dünya Savaşı sonunda 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesinin ağır şartları tetikleyici rol oynamıştır.
Osmanlı Devleti, Mondros Mütarekesi gereği ülkenin dört bir yanının İtilâf Devletleri tarafından işgal edilmesine mani olamamıştı.
Böylece Türk Milleti tarihinin belki de en karanlık bir dönemine girmiş bulunuyordu.
Bütün insanlığa adaleti, hürriyeti ve hoşgörüyü öğretmiş olan milletimiz hiç de layık olmadığı bir muameleye maruz bırakılıyor, yaşama hakkı elinden alınmak isteniyordu.
Halbuki; İtilâf Devletleri, ülkemizin dört bir yanını işgal ederken, Türk Milleti’nin iman ve kalplerinden sökülemeyecek olan bağımsız ve hür yaşama duygusunu kan ve canları pahasına da olsa muhafaza edeceklerini hesaba katmamışlardı.
Nitekim, mütarekenin bunalımlı döneminde bir kısım aydınlar kurtuluşun çaresini başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, büyük devletlerin mandasında görürlerken, Türk milli ruhu, mütarekenin boğucu havası ve yalnızlığı içinde Müdafaa-i Hukuk hareketinin kaynağı olmuştur.
Özellikle 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi, Türk milli ruhunu ayağa kaldırmıştır. Bu işgalden sonra, millet olarak, genci ihtiyarı, kızı ve kadını bir kuvay-ı milliye ruhu içinde silaha sarılmış, Milli Mücadeleye başlamıştır.
Türk milliyetçiliği parolası
Fakat gerek, Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra bölgelerde kurulan Müdafai Hukuk Cemiyetleri, gerekse gönüllü milli kuvvetlerle başlayan silahlı mücadele, herkesin kendi bölgesini kurtarması şeklinde cereyan ediyordu.
Yani bu hareketler bütün vatan sathında cereyan etmesine rağmen birbirleri ile irtibatsız, bölgesel nitelikte hareketlerdi.
Halbuki, Türk Milleti’nin millet olarak başarıya ulaşmasının sırrı topyekün milli gayelere yönelmesiyle mümkündü.
İşte bu şartlar altında 19 Mayıs 1919’da ordu müfettişi sıfatıyla Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, Türk Milleti’ni milli gayeye yöneltmek için öncelikle şu parolayı ortaya atmıştı:
“Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hâkimiyet-i milliyeye dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti tesis etmek. Bu kararın dayandığı en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi: Esas, Türk Milleti’nin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, medenileşmiş insanlık önünde uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye liyakat kazanamaz. Yabancı bir devletin himaye ve yardımını kabul etmek insanlık vasıflarından mahrumiyeti, acz ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekte bu seviyeye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki, Türkün haysiyet ve şerefi ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır. Binaenaleyh, Ya İstiklal, Ya ölüm!”
Siyasi çağrı: “Türk milliyetçiliği”
İşte bu parola ile Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde başlayan Milli Mücadele’de Türk milliyetçiliği başlıca siyasi çağrı olduğu gibi, bu mücadele her yönü ile milli bir hareket niteliğindedir.
Zaten Milli Mücadele adı bile hemen millet ve milliyetçilik kavramlarını akla getiriyor.
Milli Mücadele
Milli İstiklal
Milli Hareket
Milli Zafer
Hakimiyet-i milliye
Kuvay-ı Milliye
Büyük Millet Meclisi..gibi Türk Milli Mücadelesinin bütün kavram ve sıfatları millidir.
Milli irade ve milli hakimiyet
Mustafa Kemal Paşa Samsun’a ayak bastığı günden başlayarak bütün nutuklarında Türk Milleti’nin kurtuluşuna ve yükselişine ait prensipleri ortaya koyarken her defasında
Millet
İrade-i milliye
Hakimiyet-i milliye
Vicdan-ı milli
Milliyet kavramlarını kullanmıştır.
Bu kavramlar Osmanlı Devleti’nin yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direkleri olmuşlardır. Bu bakımdan Milli Mücadele Türk Milleti’nin milli benliğinin şuuruna varıp bu yokla harekete geçmesi demektir.
Türk milliyetçiliği ve İslam Dini
Bununla beraber, bu devirde milli heyecanla dini heyecanın bütünleştiğini unutmamak gerekir.
Çünkü Milli Mücadele’de dinin birleştirici ve milli duyguyu perçinleyici rolü büyük olmuştur.
Özellikle Milli Mücadele’yi besleyen Kuvayı Milliye ruhu, Tüklüğün olduğu kadar, İslamın birleştirici gücünden doğuyordu. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’ya Gazi ünvanının verilmesi ve Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı İstiklal Marşımız Milli Mücadele’nin milli olduğu kadar dini heyecanını da aksettirir.
Türklük duygusu vurgusu
Mustafa Kemal Paşa, daha Milli Mücadele’nin başlangıcında Türklük duygusunu kendisine rehber olarak almış ve başlattığı mücadeleyi Türk milliyetçiliği ve milli egemenlik ilkesine dayandırarak gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu kararını Samsun’a çıktıktan üç gün sonra İstanbula gönderdiği raporda şöyle açıklamaktadır:
Atatürk diyor ki:”
…Millet yek vücut olup hakimiyet-i milliye esasını ve Türklük duygusunu hedef ittihaz ederek gerekeni yapacaktır!”
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında “Türklük duygusuna” işaret etmektedir. Çünkü, eğer Anadolu’da bir Türk Devleti kurulacaksa, bu devleti Türk Milleti’nin büyük çoğunluğunu oluşturan Türkler kuracaktır!
Bu yüzdendir ki Atatürk, Ermenilikten, Kürtlükten, Çerkezlikten, Gürcülükten, Lazlıktan vs. söz etmemektedir.
Milli iradeye dayanarak, millet birliğini sağlamak, milletin azim ve kararını bu şekilde belirtmek Atatürk gibi birleştirici ve yapıcı bir liderle mümkün olabilirdi. Atatürk’ün Milli Mücadele için, milli egemenlik ilkesine dayanması dahice bir buluş olduğu kadar, ondaki devlet hayatı ve siyaset bilimi hakkındaki engin düşünce ve fikir gücünü de ortaya koyuyordu.
Amasya Tamimi ve Türk Milliyetçiliği
Samsun’dan sonra 21-22 Haziran 1919 tarihli meşhur Amasya Genelgesi (Tamimi) ile “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” parolası, bu fikri daha da berraklaştırmıştır. Amasya Genelgesi aynı zamanda milli iradeye, millet egemenliğine dayanmayan milli bağımsızlığın da olamayacağı gerçeğini ortaya koymuştur.
Gene Mustafa Kemal Paşa’nın “Ben 1919 senesi Mayıs’ı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde maddi hiç bir kuvvet yoktu. Yalnız Türk Milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu milli kuvvete bu Türk Milleti’ne güvenerek işe başladım.”
Türk Milliyetçiliği ve milli ruh
“Milli Mücadeleyi yapan doğrudan doğruya milletin kendisidir; milletin evlatlarıdır. Milli Mücadele’de şahsi hırs değil, milli izzet-i nefs gerçek saik olmuştur.” şeklindeki sözleri de, bize Milli Mücadele’nin Türk Milleti’nin milli ruhuna dayandığını göstermektedir. Mustafa Kemal Paşa, Türk Milleti’ne olan derin güvenini ve sarsılmaz inancını bir başka konuşmasında şöyle dile getiriyordu:
Atatürk diyor ki:
“Batı milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım Fransızları tanırım, Almanları, Rusları, şahsen tanırım ve bu tanışmam da harp sahalarında olmuştur, ateş altında olmuştur. Ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek size temin edebilirim ki, bizim milletimizin manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetinden üstündür.”
Milliyetçi hareket ve Atatürk
Türk Milli Mücadelesi’nin doğrudan doğruya milliyetçi bir hareket olduğunu o günlerde çeşitli vesilelerle Anadolu’da bulunan Batılılar da belirtmektedir. Bunlar Anadolu hükümetinden bahsederken “milliyetçiler” diye söz etmektedirler.
Örneğin; İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, Londra’ya gönderdiği 23 Haziran 1919 tarihli telgrafta şu teşhisi koyuyordu: “Çanakkale Savaşlarında büyük ün kazanmış olan Mustafa Kemal Paşa bir ay kadar önce ordu müfettişi olarak Samsun’a varışından bu yana kendisini milliyetçi duygunun merkezi haline getirmiş görünmektedir.”
Anadolu’daki milliyetçiler
Gene 1919 ve 1921 yıllarında Anadolu’yu gezen ve Mustafa Kemal Paşa ile tanışan Fransız gazeteci Berthe Georges Gaulis ülkesine dönüşünde yayınladığı Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği adlı eserinde milliyetçiliğin bir kaç hafta içinde bütün Anadolu’yu fethettiğini belirttikten sonra, kitabının sonunda “Türk milli hareketi düşmanı mutlaka yenecektir. Çünkü o hareket yüksek bir ideale dayanıyor, çünkü bu hareketi yönetenler kendi şahsi çıkarlarını unutmuşlardır.” demektedir.
Mustafa Kemal Paşa da bu konuda yaptığı konuşmalarda “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz.” diyerek siyasi ideolojisini açıkça ortaya koymaktadır.
Milli Mücadele ve Türk Milliyetçiliği
Yukarıda da belirtildiği gibi Milli Mücadele’nin başlarında Türk milliyetçiliğini ve milli egemenlik ilkesini kendisine rehber olarak alan Mustafa Kemal Paşa, Türk toplumunu dağılma tehlikesinden kurtararak Müdafaa-i Hukuk hareketi içindeki dağınık mahalli güçlerin temsilcileri cemiyet ve kongreleri Sivas kongresi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bünyesinde Misak-ı Milli’ci bir sentez içinde kaynaştırmıştır.
Bugünkü sınırlarımız içinde yaşayan milletimiz bu kaynaşma temeline dayanmaktadır. Böylece Milli Mücadele hareketi toplumumuzun ümmet halinden millet haline geçiş sürecinde önemli bir rol oynamıştır.
Bu sebeple Türkiye’de çağdaş manada bir millet oluşturma ve ona muhteva kazandırma Türk milli Mücadele hareketi ile birlikte Mustafa Kemal Paşa tarafından gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Çünkü Mustafa Kemal Paşa, bölgeciliğin yerine Türk milliyetçiliğini geçirmiş, Türk toplumunu ortak hedefler çerçevesinde birleştirmiştir.
Bu hedeflerin en önemlisi bizzat O’nun da belirttiği gibi; “… Hakimiyet-i milliyeye müstenit, bilakaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmektir.”
Milli Mücadele dönemi Türk milliyetçiliğinin gerçek bir anavatan anlayışı ile bütünleştiği dönem olmuştur. Milliyetçiliğimizin dayandığı bu anavatan, son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde kabul edilen Misak-ı Milli’de ifadesini bulan Türk çoğunluğunun yaşadığı topraklardır. Böylece Türk milliyetçiliğinin kazandığı bu yeni ve önemli muhteva ile milliyetçiliğimiz tam manası ile bu anavatana yönelmiştir.
Gene bu dönemde, milliyetçiliğimizin kazandığı en önemli boyutlardan birisi de hiç şüphesiz milli egemenlik ilkesinin yeni Türk Devleti’nin temel prensibi haline getirilmesi olmuştur.
Milli Mücadele’nin sonunda açıkça şu gerçek ortaya çıkmıştır.
Artık vatan Türk vatanı, millet Türk Milleti, devlet de Türk Devleti’dir.
Kısaca Türk milliyetçiliğinin şahlanışı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sağlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa da bu konuda; “Yeni Türkiye Devleti cihana hakim o kadir fikrin (milliyetçiliğin) Türkiye’de tecellisidir, tahakkukudur.” demektedir.
Atatürkçü Düşünce Sisteminde Milliyetçilik
Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı çağdaştır. Din ve ırk birliğini öngörmez. Temel ilkeleri şunlardır:
Coğrafi ve siyasal birlik
Kültür birliği
Tarih birliği
Ülkü birliği
Aynı coğrafyada yaşayan, aynı vatanı paylaşan, aynı siyasal yönetim altında yaşayan, aralarında tarihin derinliklerinden gelen birliktelik olan ve bu ortaklıklarını sürdürmek isteyen insanların oluşturduğu toplum, ulus olmaya hak kazanmış demektir. Bu nedenledir ki Atatürk, Türk Ulusu’nun oluşumunda etkili olan öğeleri şöyle sıralamaktadır;
Siyasal varlıkta birlik
Dil birliği
Yurt birliği
Köken birliği
Tarihsel yakınlık
Ahlaki olarak yakınlık
Bir milletin oluşumunda, bu öğelerin tamamının bulunması zorunluluğu yoktur. Ancak Türk Milletinin oluşumunda bu öğelerin bir bütün olarak varlığı, ulusun bireyleri arasında, daha zengin ve güçlü bir bağ kurulmasında çok etkili olmuştur.
Sonuç:
Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde şahlanan Türk milliyetçiliği bir milli devlet kavramı şeklinde tecelli etmiştir. Yani Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı döneminde yarım yüzyılı aşan Türkleşme hareketlerinin geleneğinden, birikiminden milli devlet fikrine ulaşmış, Osmanlı zihniyetinin kozmopolit ve ümmet düşüncesi yerine Türk Milleti’ne dayanan Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
Yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine, büyük Türk milliyetçisi Mustafa Kemal’in önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, o dönemlerde 458 milyon insanı yöneten ve 33,670 000 km²’ye yayılmış bulunan dönemin süper gücü Britanya İmparatorluğu’nu çok üzmüştür.
İlginç olanı, çağdaş uygarlık hedefiyle, 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, aynen bugün olduğu gibi, o günlerde de içimizdeki Türk olmayanları, Türk sözcüğünü ağzına dahi alamayanları, Türklük ülküsünü benimsemeyenleri yani Türk milliyetçisi olmayanları daha çok üzmüştür.
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir…Dünya yüzünde ondan daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir! …Büyük şeyleri yalnız büyük milletler yapar! …Türk milletini kendi öz benliğini anlamaktan men eden sebepler ve engeller yok edilmiştir, yıkılmıştır ve durmadan yok edilecek ve yıkılacaktır!¹”
Kaynaklar:
¹ Atatürkçülük-1, M.E.B. yayınları, İstanbul 2001. (Genelkurmay Başkanlığı’nca hazırlanmıştır.)
² Atatürkçülük-3, M.E.B. yayınları, İstanbul 2001. (Genelkurmay Başkanlığı’nca hazırlanmıştır.)
³ Atatürk’ün Millet ve Milliyetçilik Anlayışı, Yusuf Sarınay, M.E.B. yayınları, Atatürk Dizisi, 1999)
Ali Cemal AĞIRMAN[ /kalin ]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.