- 525 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Asfaltlar ıslaklaştı bizle beraber...
Şehrime yağmur yağıyor, şehrim ıslanıyor, çamurlanıyor, çamurlanıyoruz baştan aşağıya, içimiz dışımız isleniyor batak kokuyor nefesimiz, geçmişim de öyle, geleceğim bilmem ne hâle gelir, sen sevgili sen, sen de çamurlandın, sen de kirlendin, sen de koyulaştın yaşama, hepsi bir muamma sargısı içinde, ya gelecek zamanlar, o da boş verilmiş bir elbise renginde...
Vücuttaki, kalbi delik bir kan dolaşımı bu, tüm düşünceler kararsızlaşmış, durup ıslanmakla, kaçıp ıslanmak arasındaki farksızlık düşmüş beynime ki az sonra nerede olurum kararsızlığı gibi, yalpalıyor bedenim, kaç zamanın düşüncesiz davranışları bunlar ve ben çamurlu su ile ıslanıyorum kaldırımlarda, sahi yarın ne zaman olacak ve ya yarınlarda ben nerede olacağım, avuçlarımda çilek kızarıklıkları, dahası hangi meyve mevsimi bu zamanlar, kaç kişilik bir yaşam bu şimdilerde, biri gerçek yaşam diğeri düşlediğim sevgili yaşamı…
Boşvermişim gecenin karanlığına, şimdi "asfaltlar ıslaklaştı bizle beraber" ve ben ve de sen sevgili, yarın biz nerede olacağız düş zamanında, artık buluşma yerimiz düşleme zamanları mı yoksa veya vedasız zamanları mı yaşıyoruz bu ıslaklıkta, bu çamurlu halde, sahi sevgili, yarın sen nerede olacaksın bu ıslaklıkla, bu çamurlu halinle?
Beni ağlatırken, duyduğum kahkaha seslerinle hayatımın en zor anlarından çıkarken, dudağımdan çıkan o son cümlemi hatırladım ki şimdilerde sadece acımasızlığa büründüğüm o cümle ile hayatımı bu günlere uzatırken bilmem tekrarlamam ne kazandıracak bana, eminim sadece öfkemi arttıracak veya sabrımı yükseltecek, verdiği intikam duygusu ile bu günlere ulaştıkça artık o "muhteşem intikam" dediğim, bunun için de yıllarca dua ettiğim o intikam duygusuna da şimdilerde anlamsızca baktıkça, sadece en son yüz yüze geldiğimizde gözlerinin içine bakarak, "bir gün beni anladığında çok, ama çok özleyeceksin" deyişimin de artık pek önemi kalmadı, çünkü o cümleye cevap bulmam yıllarımın öfke ile geçmesini sağlamaktan başka hiç bir işe yaramadı ama artık, "öfkelerime ve de intikam duygularıma sabrederek katlanmayı öğrendikten çok sonra da senin öneminin kalmadığını gördüm…
Ve sadece acıma duygusundan da uzak bir düşünce seline kapılarak yeni bir cümlenin peşine düştüm ve "yıllardır bana meydan okuyan bu zavallı gözlermiş mi derken sadece acılarının da benden de çok olduğunu tanıttım kendime…"
Ve artık benim için sen sadece bir "akıl zavallısısın, hem de acıma duygusunda UZAK VE UZAKLARDA..."
Anladığım tek şey vardı, kerkes kendine göre doğruyu düşünüp hareket edermiş ve de senin doğruların bana uymadığını anlamış oldum, ki artık bunun da anlamı pek kalmadı...
Asfaltlar ıslaklaştı bizle beraber... Derken bile geçmişe duyulan saygıydı...
İşte zaman ve değişim...
Islaktı gözlerin ve ıslak ıslak bakıyordun bana çoğu zaman, bense ezilmişlik ağrıları ile hüzünle izliyordum seni.
Sadece izleyebiliyordum, hepsi bu değildi yaptığım aslında, ıslaklık ruhuma da işlemişti, yarılmış düşünceler, parçalanmış düşünceler karmaşası geçiyordu gözlerimin önünden.
Dünden kalmış bir özlem vardı hep ve her zaman sana bakışlarımda, korkuyordum aslında, korkak yaşıyordum hayatın kulvarında, her daim senden bir şeyler kaybettiğimi hissediyordum.
Her bakışımın ardına gizlenen aslında bu korkular vardı, bir de senden sonraki yalnızlığımı düşünüyordum çoğu zaman.
Bağışlanmaz bir iç duygusu sarıyordu içimi, kendime karşı kusur arayıcısı olmuştum, artık göz kırpmam da dahil bir eksiklik hissediyordum. her adımımda eksik bir adımlaşma vardı. Sana baktıkça tüm renkler değişiyordu gözlerime çarpan.
Sen bakışlarını içimde zapt etmeye çalışıyordum. Biliyordum bir gün bu bakışların ardında kalıp onların özlemi ile soluk nefesler alacaktım.
Soluksuz zamanları özleyecektim yokluğunda, biliyordum sesinin tınısı yok oluşuma kadar gidecekti beyin kıvrımlarında. Ben sensiz kalmanın ihtimali ile yaşamımdaki çok şeyi terk edip özleme bırakmıştım ve özlem gün be gün içime işliyordu, kendi kendime özlemin renklerine, isim veriyordum.
Çoğuna bahar çiçeğinden dönüşmüş kış çiçeklerine dönüşen isimler veriyordum ve ben yavaş yavaş artık sensizliğin isimleri ile özleme koşuyordum. Aslında zor bir duruş bu hayata dahil olmakla pişman olmak arasındaki gelgitlere boyun eğmek.
Artık kaçınılmazdı yaşamımda, her gün bakışına özlem duymak, zoraki nefeslere atıyordu beni ve ben seni her gün artan bir istekle özlüyordum bakışlarınla seni…
Bu gidiş acıya doğru bir başlangıçtı hem de bitmeyesiye bir acı, unutulamayasıya acı yaşamlarının tek tek önüne geçiyordum. Artık bir çaresizlik, artık bir yalnızlık sessizliği başlamış oluyordu…
Anlayamadığım tek şey vardı bu güne kadar da doğru cevabı bulamadığım bir sorunun içinde kıvranıp durdukça, bu kadar çok seven bir insanın, en çok sevdiğine verdiği acıların düşüncedeki sebep neydi ve hangi haklılık duyguları, en çok değer verdiğine, bu acıları yaşatma mantığının arkasındaki haklılık sebebi neydi ki hâlâ, bu kadar geçen acı yıllarına rağmen bu soruya mantık açısından bir cevap bulamıyordum. Ve kendi kendime defalarca mırıldanarak dilimden düşen hep tek kelimelik soru oluyordu “neden” derken bile bu günlerde çaresizlikle kendi kendime bu soruyu defalarca tekrar eder oldum, “neden”, “neden” ki hâlâ gözlerine bakarken bu soruyu tekrar etmek istiyorum…
Oysa artık pek de önemi yoktu ama, insan iç ses ile gelen sorularla hep çaresiz kalıyordu…
Bu gün yine O gün, senin anlayacağın, sadece O gün işte, hani, arka arkaya verip, kendi hayatımıza adım attığımız gün hiç şüphesiz işte o günü yaşamak…
Bu gün tekrar ki sordum kendime hangi gününü unuttun ki bu günü hatırlamış olasın, sadece zaman kendi bildiği gibi yol aldı gitti bizim hayatımızdan yılları yutarcasına adım atarak aramızı mesafelercesine açarak…
Ben seni unutmamak için elimden ne gelirse yaptım, çoğu zaman seni yazdım, bir çok zaman da kendimi, hangi çümlemde yoktun ki ve buna zamanla unutmak, unutulmak deniliyorsa, galiba ben seni unuttum…
Baktım ki sen de beni yıllaca yazmışsın, sorular sormuşsun, kendini anlatmışsın, beni de ne kadar çok sevdiğini ve de sevmekte devam edeceğini yazmışsın, anladım ki sen de unutmuşsun beni ki biz hâlâ ayrı yönlere giden yolcularız ki ve sevme konusunda da ayrı yönlerdeyiz…
Demezler mi insana “bu sevgiyi bir de bize tarif etseniz ya,” işte o zamandır ki ben kalemi kırmış olurum her halde…
Demek ki ben seni ne kadar sevdiğimi bunca yıl anlatamamışım...
Galiba ben sana bu sefer küstüm, yani nazlanıyorum artık hayata…
Nereye baksam gözlerinin rengine dönüşüyordu her şey ve ben o renklerin önünde donuklaşıp kalıyordum…
Çoğu zaman bir hasret deneyiydi bu başlangıçlar, nereye kadar dayanılacaktı ve nerede “artık dayanamıyorum” denecekti, aslında bu bir deneyimdi, güç denenmesiydi sevgiye karşı ve ben hep yeniliyordum bu denemlerle…
Bir yanım sen, öbür yanım ben diye diye geçirdik bunca yılları. Çoğu zaman çürümüş yapraklara bastık, öfkemizi almak için.
Çoğu zaman yüreğimizde yüreğimizde ezdik çoğul düşüncelerimizi, pişmanlıklarımızı ardımıza koyarak, yaşama tutunduk, çoğu zaman öfkelerimizin bedelini kendi bedenimize ödettik.
Bir çok zaman da birbirimize ödetirken, farklı bir üzüntü yaşadık ama bu güne değin birbirimizdeki ruhsal bağı çözüp, atamadık.
Tüm acıları içimize gömerek bu günlere kıvranarak geldik. Ama gene de yok sayamadık birbirimizi hayatımızda diye diye serildik kaldık bu günlere…
Gözlerindi kendimi sonsuza mutlulukla götürecek, gözlerindi nereye baksam seni görmek istediğim, renkten renge dalarken bakışların ben o renklerin esiri oluyordum gün geldi gözlerinin içine bakarak yaşam istedim, gün geldi kaybetme korkuları ile içim daraldı yaşamdan ve ben her an göz renkleri ile yaşar olmuştum tüm nefes aldığım zamanları…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.