- 372 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KOCA MEŞE
Sabahın ilk ışıkları sınıfın penceresinden sıraların üzerine düşüyor, artık ısınan havanın gereksizleştirdiği kalorifer petekleri bir kenarda dururken meşeden yapılmış sıralar ve masalar sıcağın tadına varmış sabah uykularını uyuyorlardı. Uyuyanlar içinde bir meşe vardı ki, en yaşlısı oydu. İlk uyanan da o oldu. Öyle bir uyanıştı ki, yıllar öncesine götürdü onu. Sere serpe yapraklarıyla, dallarıyla baharın bu cana can katan ılık havası ve güneşini karşıladığı günlere döndü.
Koca bir orman ve o ormanın ortasında belki kimsenin farkına bile varmadığı koca meşe… O koca meşe neler görmemişti ki; nadir de olsa piknik yapanları, kaçak orman kesenleri, kanundan kaçanları…
Bir gün gelmiş, ormancılar ellerinde boya fırçalarıyla girmişlerdi ormana. Birkaç kişi birlikte yürüyorlar, bazı ağaçların üzerine işaret koyuyorlardı. Anlamamıştı koca meşe bunun ne demek olduğunu. Hatta fırçanın, kabukları arasındaki geçişi hoşuna bile gitmişti.
Sonra, birkaç gün sonra anladı bunun ne demek olduğunu. Ellerinde ortalığı sesiyle karıştıran testerelerin sadece işaretlileri kestiğini görünce anladı.
Sıra kendine geldiğinde yalvardı, yakardı, duyuramadı. Dallarım dedi, kuşlarımın yuvaları var dedi, gelinciklerden bile söz etti. Olmadı, duyuramadı.
Yıkılırken çıkan ses duyuldu sonra. Dalları kırıldı düştüğü tarafın, diğer dallar anlamasa da o anda, acı gerçeği baltalarla tanışınca öğrendiler. İnce dallar, kalın dallar derken bir koca kütük kaldı ortada. Sonra onu da parçalara ayındılar. Ve sonra sürüp gitti bu parçalanma, en sonunda bir okulda masa, sıra oldu öğrencilere.
Aslında bu durumundan pek şikayetçi de sayılmazdı. Hatta gurur bile duyardı. Onun üzerinde okuyup yazanlar şimdi doktor olmuştu, mühendis olmuştu.
Koca Meşe’nin gövdesi yüzlerce sıra ve masaya dönüşmüştü. Etrafına bakında sınıfta, tanıdıklar vardı, üç masa ile beş sıra ondandı, diğerleri başka....
Seslendi yanındaki masaya:
- Günaydın kardeş.
Mahmur bir sesle:
- Günaydın kardeş.
Sonra sınıftaki masa ve sıralara seslendi. Hepsi de duydu onu. Tek tek cevapladılar bu güzel temenniyi. En arkadaki masadan bir inleme duyuldu bu sesler arasında. Görmese de sesi ile ulaşmaya çalıştı:
- Ne oldu arkadaş, derdin ne senin?
- Siz görmüyorsunuz, benim her yerim yara bere içinde.
- Ne oldu da?
- Ne olacak, şu yaramaz Bahadır yüzünden.
Masa ve sıralar bir ağızdan:
- Eveeeet, dediler.
Onu herkes tanıyordu. Aslıda sınıftaki tüm öğrencileri bilirlerdi de, Bahadır’ı hepsinden iyi bilirlerdi. İlk masalarda pek izi olmasa da arka masaların tamamında derin hatıraları kalmıştı. Sızlanan masa da onun çoğunlukla oturduğu yerdi.
İnce bir ses duyuldu:
- Yeter artık bu çocuktan çektiğimiz, buna dur, diyecek kimse yok mu?
Genç ve yeni masaya Koca Meşe cevap verdi:
- Tüm sınıf ondan yılmış, kimse gidip şikayet edemez.
Yan masa:
- Tabii böylece de öğretmenler onu durduramaz, cezalandıramaz.
Muhabbeti bir zil sesi kesti. Birazdan haylazlar sınıfa doluşurdu.
Koca Meşe:
- Söyleyin bakalım sınıfa ilk giren kim olacak?
Arkadan:
- Bahadır olmasın da.
Masanın biri:
- Her zaman olduğu gibi bugün de Murat tabi.
Masa ve sıralar hep birden gülüştü.
Murat çok komik bir çocuktu. Sınıfa ilk giren o olurdu. Ne gariptir ki ilk çıkan da o olurdu. Sabahın sessizliği artık iyiden iyiye bozulsa da birilerinin ayak seslerini duydular, sonra bakınmaya başladılar. Evet, oydu, Murat’tı yine. Sınıfa girince sırtındaki çantayı çıkarttığı gibi sırasına fırlattı. Masasının ve sırasının feryatları birbirine karışırken:
- Oleeeey şimdi istediğim yere otururum.
Koca Meşe:
- Ne diyor bu çocuk, ne yapacak istediği yere oturup da ?
“kopya” sözcüğü duyulunca sınıfta bir sessizlik oldu.
Sessizliği diğer öğrencilerin sınıfa girişi bozdu. Bu arada Murat çoktan yerleşmiş, masayı da kendine göre ayarlamıştı. Herkes telaşlıydı. Cemil ise sinirliydi:
- Kalk Murat oradan!
- Neden kalkacakmışım?
- Oğlum ora benim yerim.
- Tamam aslanım sınavdan sonra kalkarız.
- Oğlum kalk oradan ora bana lazım.
- Olmaz, bana daha çok lazım.
Ders zili çalmasıyla Tarihçi Gönül de daldı sınıfa. İri yapılı bir kadındı. Modaya pek uymaz, herkesten farklı giyinirdi. Çok sertti, notu kıt, acımasız ve kopya çektirmeyen bir öğretmendi. Onun girişiyle sınıf anında sessizliğe büründü. Cemil de Murat’la tartışmanın anlamsızlığına hükmederek bulduğu en yakın yere çöktü.
Tarihçi Gönül kağıtları dağıtırken masalardan biri kıkır kıkır gülüyordu.
Koca Meşe:
- Ne oldu kardeş, komik bir durum mu var?
- Üzerimde oturan çocuk her tarafıma kağıtlar yapıştırıyor, bir hoş oldu içim. Huylanırım ben.
- Yine mi kopya?
Tarihçi Gönül:
- Bakın kopya çekeni yakalarsam… Siz bilirsiniz!
Herkes sorulara gömülmüş harıl harıl soru cevaplarken, orta sıranın sonuncusu:
- Bakın bu çocuk yakalanacak.
- Nereden bildin?
- - Çok acemi, elleri titriyor, bir de diğerleri gibi kopyaları gizleyemiyor.
Tarihçi Gönül:
- Mırıltılar başlamasın. İlk konuşanı kopya sayarım.
Genç masa:
- Ne olur şu çocuklar kopya çekse sanki?
Koca Meşe:
- Kim o soruyu soran?
- Ben.
- Bak genç arkadaşım. Bu çok masummuş gibi görünen şey, aslında çok korkunç. Şu masalarda kopya çekmeyi uygun sayan düşünce, inan ki yıllar sonra, güç ve imkanlar ele geçince yine aynı sapmayı yapacak. Şimdi bilgi çalan, o zaman hakkı olduğuna kendini inandırıp milletin parasını çalacak.
- Kopya çekenlerin tamamı böyle mi olur, demek istiyorsun?
- Sanmam hepsi böyle olmaz ama, yetki eline geçince çalanların, şu kopya çekenler arasından çıkacağını söyleyebilirim.
Tarihçi Gönül sınıfta asabi tavırlarla turlar atmayla devam ederken Musa bir ihtar almıştı bile.
- Emin olun bu çocuk yakalanacak. Ya çok cesur ya da aptal bu çocuk.
- İkisi de aynı kapıya çıkar.
- O ne demek şimdi?
- Ne demek olacak? Anlamsız cesaretler de aptallıktır, diyorum.
Patlama sesini andıran bir yükseklikte:
- Oğlum, yeter artık, belki vaz geçer diye bekledim, ama sen, ben sesimi çıkarmadıkça işi azıtıyorsun.
Mehmet yakalanmıştı. Tarihçi Gönül kağıdıyla birlikte altındaki kopyaları da aldı, birbirine iğneledi.
Mehmet itiraz ediyordu:
- Ama Hocam, ben kağıtlardan kopya çekmedim.
İtirazlar boşunaydı. Gönül Hoca cevap bile vermedi. Mehmet de sınavın sonuna kadar homurdandı.
Koca Meşe:
- Dediğin çıktı kardeş. Seninki niye homurdanıyor?
- Niye homurdanacak. Kopyasını iyi hazırlamamış, aradıklarını da bulamadı. Onunla da kalmadı yakalandı.
O gün iki öğrenci daha yakalandı kopyadan.
Öğretmen masasına konan kağıtlar iki gruptu. Biri yazılı kağıtları diğeri kopya çekenlerin kağıtları. Tarihçi gönül sınav bitip de sınıftan çıkarken oldukça gergin ve kararlıydı. Kopya çekenlerin tümünü disiplin kuruluna verecek, cezalarını çekmelerini sağlayacaktı.
Gönül Hanımın koridordan elinde dağınık kağıtlarla geçtiğini gören Musa öğretmen durumu anlamakta gecikmedi. O da Gönül hanımın öğrencisiydi aslında. Kendinin de Gönül Hanım tarafından kopya çekerken yakalandığını ve Gönül Hanımın sınıftan aynı tavırla çıktığını hatırlayınca yıllar öncesi canlandı gözünde.
Gönül Hanımın sınıftan çıkmasıyla sınıfta hava değişti. Sessizlik yerini homurtulara hatta asabi bağırışlara bıraktı. Kimi Tarihçi Gönül’e kızıyor, kimi haklı buluyordu. Haklı bulanlar sesini çıkarmasa da kopya çekenler susmuyordu.
- Ne olmuş kopya çektikse !
- Gönül hiç mi kopya çekmedi sanki?
- Bırak oğlum bunlar böyle, ne çabuk unuttun öğrenciliğini be kadın?
Tüm bunlar konuşulurken sıralardan birinde koca meşenin üzerinde yaptığından çok pişman olan biri vardı. Kollarını masaya koymuş, kafasını kolları arasına almış ağlayan biri vardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.