- 577 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
0044 – SUYUN YONGASI – SU PARÇASI
SUYUN YONGASI
"ey gecenin ışıklı sergisi
apışıp kaldığım karanlıktan çöz beni, ilmik ilmik sağılt
şiirler kanlı elleriyle dokunur belli bir saatten sonra gözlerime
içimde iflah olmaz bir kadın, ağzı dünyaların ilenç cadısı
ve sokaklar kuşatılır kentte uçurtmalar vurulunca
tren garları, bütün açık hava sevişme alanları kuşatılır.."
Ünal YİĞİT
Dünya: dünya (Tek olsa da edebiyatta küçük harfle yazılır.)
Tanrı: tanrı (Cins isimdir. Tanrı adında ve tanrılaştırılan çok şey vardır.)
Şovalye: Şövalye
ah.. : İki nokta yan yana olmaz. Burası ünlem ister. (Başka yerlerde noktalama işareti olmadığı için hiçbir şey istemez. EY den sonra da yok zaten. Noktalama varsa, sonraki harf büyük olmak zorunda. O zaman KEŞKE, büyük harfle başlar. )
yinede: Yine de… (Dahi anlamındaki DE ayrı, aitlik eki olan bitişik yazılır.)
***
SU PARÇASI
Şimdi bir arkadaşımız (Hangisi olabilir, ona siz karar verin.) uyanır ve şiire bakar. İlk tepkisi başlığa olur. Neler diyebileceğini tahmin etmek çok kolay. İşte, aramızdaki henüz yapılmamış olan diyalog:
“Selamün Aleyküm, Onur Hanım! Sabah şerifleriniz hayırlı olsun!”
“Hayırlı sabahlar olsun, efendim! Miraç Kandiliniz Mübarek, dualarınız kabul olsun! Nasılsınız?”
“Hamd olsun, Allah’a şükür, yuvarlanıp gidiyoruz.”
“Allah sıhhat afiyet versin!”
“Sizlere de efendim, sizlere de… Allah bu günümüzü aratmasın! Nedir o? Orada ne yapıyorsunuz?
“Günün şiirine bakıyorum. Bir iki yazım hatası falan vardı. Onları belirttim.”
“Günün şiiri bu mu?”
“Evet, bu! Ne o? Yine yüzünüzün şekli değişti. Allak bullak oldu. Yoksa beğenemediniz mi?”
“Şu başlığa bakın, şu başlığa! Böyle başlık olur mu?”
“Oldurmuşlar, olmuş. Allah buldurmuş, bulmuş.”
“Olmaz efendim! Böyle saçmalık olmaz! Allah kahretsin!.. Bu günümü de yediler! Şöyle ağız tadıyla bir şiir göremez olduk yahu!”
“Neler olur bu dünyada! O da bir şey mi? Şimdi sıralamaya kalksam…”
“Aman, Allah aşkına! Şimdi bir de olandan bitenden bahsetmeye, onları sayıp dökmeye başlamayın! Her dediğimin aksini söyleyerek ne yapmaya çalışıyorsunuz? Başlığından belli, bu şiir beş para etmez! Saçma sapan yazılmış bir düzyazı… Anlamsız cümleleri alt alta sıralamış, bize yutturmaya kalkmış. Bir de şiir diye seçip önümüze getirmişler! Bunlar ne yaptıklarının farkındalar mı acaba?”
“Daha doğru dürüst okumadınız bile! Hemen teşhisi koyuverdiniz! Size de şiir beğendiremiyorlar! Hele okuyun şöyle bir iki defa sindire sindire, ondan sonra fikir yürütün!”
“Bir kere, şu şiir denen nesnenin adına baksanıza, kardeşim! Böyle ad mı olur? İlk etapta adı faul! Akıl var mantık var, bu kadar da olmaz! Bizi iyice aptal yerine koydu bunlar! Yonga ne demek, efendim? Açın sözlüğü, bakın! Tahtanın mahtanın yongası olur. Suyun yongası olur mu?”
“Olur olur, bal gibi olur!”
“Çattık belaya!.. Olmaz öyle bir şey! Hangi rendeden çıkmış?”
“Olmaz olur mu?”
“Aklımı oynatacağım şimdi yahu! Nasıl olur?”
“Canın yongası nasıl oluyorsa, suyun yongası da öyle olur.”
“Canın yongası olur mu?”
“Olur! Neden olmasın? Mal!..”
“Ağzınızdan çıkana dikkat edin! Durduk yerden bana hakaret ettiğinizin farkında mısınız?”
“Aman efendim! Ne hakareti?”
“Az önce bana “Mal!..” diyen siz değil misiniz?”
“Efendim, ne haddime? Ben öyle bir şey yapar mıyım hiç? Canın yongasını sordunuz, ben de: “Mal!..” dedim. Mal, canın yongası değil midir? Hem o sözcük, sadece mecazi anlamda kullanılmaz ve hakaret sayılmaz. Bir kere mal mülk zenginliktir. Mal, bir kimsenin, bir tüzel kişinin mülkiyeti altında bulunan, taşınır veya taşınmaz varlıkların bütününe denir ki bunları saymak gerekirse…”
“Yeter!.. Allah’ınızı severseniz, susun! Konuyu dağıtmayın! Önce şu ölüyü kaldıralım, sonra… Ne diyorduk? Aman Allah’ım! Neden bu kadar unutkan oldum ben? Alzheimer başlangıcı mı nedir? Siz de akıl bırakmıyorsunuz ki!.. Maşallah, bir başlıyorsunuz, yedi ceddini sayıyorsunuz!.. Durdurmasam, lügati hatmedeceksiniz!”
“Efendim, Allah korusun! İnşallah olmaz öyle bir şey! Şey diyorduk… Mal, canın…”
“Evet, mal canın yongasıdır ama o bir atasözüdür.”
“Bu da şair sözüdür! Orada olursa, burada da olur.”
“Nasıl olur, Allah aşkına? Bana bir su yongası gösterebilir misiniz?”
“Yonga, burada ‘parça’ anlamındadır. Yani su parçası…”
“Suyun parçası mı olur? Kumaş mı bu? İyice şaşırdınız! Hatta sapıttınız! Allah akıl fikir versin!”
“Bana bir can yongası gösterebilir misiniz?”
“Canın parçası marçası, cüzü, mütemmim cüzü olmaz! Can bölünemez!”
“Hani eskiler: “Adamcağız ölememiş, canı bölünmüş.” demezler mi?”
“Derler…”
“Derler tabi! Öyle derler.”
“Sen gördün mü onun parçasını?”
“Gördüm ya! Benim oğlum var ya, evlat değil, can parçası!”
“Şimdi kelime oyunlarına başlamayın! Allah, anasına babasına bağışlasın! Maşallah, ne kadar da büyümüş! Geçen gün tanıyamadım. Koşup geldi, elimi öptü! Neyse… Konuyu değiştirmeyelim! Bana bir su yongası gösterin!”
“Buyurun! İşte! Ben…”
“Hangi planyadan çıktınız?”
“Babamızdan, anamızdan… Her birimiz birer su yongası değil miyiz?”
“Nasıl yani?”
“Sudan gelmedik mi? Birer parça sudan…”
“Fakat yonga katı bir maddedir. Sıvı değil…”
“Efendim, her sözcük her zaman gerçek anlamında kullanılmaz ki! Mecazi anlamlarda da kullanılır. Kaldı ki su oranımız çok yüksek olmasına rağmen oluşumumuz ve biz de öyle sayılırız. Sıvılara dahil değiliz.”
“Yahu, gidin başımdan!.. Allah Allah!.. Sabah sabah çattık belaya!.. Delirtecek misiniz siz beni? Zaten siz her zaman böyle yapıyorsunuz! Sanki yazılırken yanındaydınız! Beraber karar verdiniz! Allah’ım, sen benim aklıma mukayyet ol! Allah’ım aklımı koru!.. Bunu da bana musallat ettin, lütfen geri al!”
“Sakin olun efendim, sakin olun! Bunda sinirlenecek bir şey yok! Şurada iki arkadaş bir araya gelmiş, güzel güzel konuşuyoruz. Şiir okuyup eğleniyoruz.”
“Ne? Eğleniyor muyuz? Eğleniyoruz, öyle mi? Siz buna eğlenmek mi diyorsunuz? Doğru, doğru… Eğlenmek ya! Siz benimle bir güzel eğleniyorsunuz! Ya ben? Ya ben? Ben burada halden hale geçiyor, kahroluyorum! Ölüyorum!.. Yetişin arkadaşlar! Allah aşkına kurtarın bu adamın, yani şey... Belanın elinden beni!..”
“Tamam, arkadaşım! Sakin olun! Maazallah, şekeriniz çıkar, tansiyonunuz falan fırlar! Bağırıp çağırmayın! Daha yeni yatmış olanlar vardır. Bazıları sabaha kadar Face’te oyun oynuyor ya da yazışıyor, bir kısmı da âşık, onun için uyuyamıyor, sabaha kadar şiir yazıyor. Onlar yeni yatmışlardır, uyuyorlardır. Yazıktır, uyandırmayalım.”
“Yahu sen beni çıldırttın! Bir parça aklım vardı, o da başımdan çıktı gitti!”
“Efendim, akıl bir bütündür. Parçası marçası; cüzü, mütemmim cüzü yoktur!”
“Allah’ım, al canımı! Al da kurtar bu Engizisyon işkencesinden! Ya Rabbi! Beni koru, bu kuluna da bir parça akıl fikir ver!”
“Bir parça akıl fikir… Bir parça fikir… Bir parça akıl…”
“Ne mırıldanıp duruyorsunuz orda? Yine mi hakaret?”
“Estağfurullah! Ne münasebet? Akıl… Âkil… Âkim… Akis…”
“Sağıltmak ne demek? Şu lügate bakıverin de öğrenelim!”
“Sağıltmak: Yara ya da hastalığı emle iyileştirmek...”
“Onu da mutlaka bulmaca çözerken öğrenmiştir. Ziyan olmasın diye buraya yazıvermiş. Siz bakın, uğraşın, ben gideyim, biraz uzanayım. Olan oldu! Tansiyonum oynadı! Şekerim de yükselmiştir. Gidip bir ölçeyim. Haydi bana Eyvallah!..”
“Allah’a emanet olun! Allah şifa versin! Kendinize iyi bakın! Yengeye selamlar, saygılar...
***
Arkadaşımız, iyi ki çürük bir elma gibi topRağın altında yok olup gitmemiş. İnşallah, öyle eserler veren sağlam bir şair olarak asırlarca anılır.
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0044