- 1148 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİİR ve ŞAİRİN İŞLEVİ
Sanat ve sanatçı üzerine konuşurken, yazarken, tartışırken değişik düşüncelerin, bakış açılarının olması olağandır. Sanatçının bireysel düşüncesi, algılamaları, ideolojik-kültürel yaklaşımları, yaşam koşulları bireysel gibi görünen yaratım sürecinin dile getirilişinde etkendir. Kullanılan dili ve diğer araçları belirleyen genel bir eğilim-yönelim yaratılan yapıttan önce vardır. Sanatçı daha önceden sahip olduğu eğilim ve yönelimi doğrultusunda düşünür ve sanat yapıtını yaratır. Bu yanıyla da her sanat yapıtı taraftır.
Sanat ve sanatçı yaşadığı coğrafyanın ve dünyanın sorunlarını, yaşantılarını, insanlığın özlemlerini, düşlerini, tarihini, geleceğini... yansıttığı oranda kalıcı olabilir. Bu aynı zamanda sahip olunan duyarlılığın ve yaratıcılığın kaçınılmaz sorumluluğunun gereğidir. Kim ne derse desin; “...sanatçı kendisi için değil başkası için yaratan kişidir; ne denli istemiyor görünürse görünsün, başkaları okusun diye, başkaları görsün, dinlesin diye yazan, çizen, besteleyen kişidir.yaratma eylemi, eksikliği, yanlışlığı, çirkinliği, haksızlığı görülen her şeyin yerine yenisini koyma isteğini içerir çünkü. Giderek dünyada yoksunluklar, yanlışlıklar, çirkinlikler, haksızlıklar olmasaydı sanat yaratısı da olmazdı diyeceğiz.” (1) Bu saptama; sanatçının yaşam karşısındaki yerinin halkın yanı olduğunu, ezilen, haksızlıklara, çirkinliklere, yoksunluklara... maruz kalan kitleler olduğunu göstermektedir. Fakat; “toplumculuk gerekli şarttır ama yeterli değildir.Öyleyse başka şartların yerine getirilmesi beklenmektedir ki, bunlar estetik meziyetlerdir. Eseri benimsediği dünya görüşünden ötürü övmek ya da yermek haklı bir davranış da olsa sanat eleştirisinde yetinilecek bir ölçüt sayılamaz. (2)
Sanatçı, sorumluluğu gereği insanın kendine ve içinde yaşadığı topluma karşı yabancılaşmasına karşı çıkmalıdır. Yalnızca yapıtı ve düşünceleriyle karşı çıktığı olumsuzları düzeltme olanağına sahip olamayacağını görmeli, kendisi fiziki olarak yaşamın içerisine pratiğini katmalıdır. Çünkü, sanatçı sıradan insanın duyumsamadığı, gözlemleyemediği, algılayıp çözümleyemediği olayları-durumları görmesinin yanında bunlar üzerinden yeni bir bakış açısı, yeni bir dil, hatta yeni bir yaşam kurgulayıp-kurabilen kişidir. Dolayısıyla sanatında toplumcu-gerçekçi tutumu ilke edinen sanatçı sıradan insanların sessizliği, eylemsizliği seçtiği durumlarda bile susmayan, duraksamayan tavrıyla (yaşam pratiğiyle) sanatını olduğu kadar insanları da örgütlemelidir.
Sanatıyla duyguları, düşünceleri, özlemleri, (insanlara ilişkin durumları) örgütleyip yapıtını yaratan sanatçı yapıtının alımlayıcısını da örgütlemenin, hatta diğer sanatçı ve yapıtlarla buluşturmanın yollarını bulmalıdır. Dünyayı kendine dert edinmiş kişi olarak sanatçı sokakta olmalıdır.
“Şair de romancı da gettosundan çıktı, muhalefetinin karargahı olan meyhaneden egemen sınıf ideolojisinin ve yaşam biçiminin yansıdığı Amerikan barlara, restoranlara taşındı ve bohem pratiğinin emilmesine izin verdi. Sanatçının başkaldırmış imgesinin emilmesine izin verdi. ...yıkıcı sanatçı egemen sınıfın aksesuarı haline getirildi.” (3)
Şair tek başına söz sanatlarının, tek başına imgelerin, tek başına ideolojik tutumun yeterli olmadığı bilgisiyle yazmalı şiirini. Bununla birlikte tek başına sevda şiirlerine, tek başına ideolojik (daha doğrusu propaganda) şiirlere vb. tutsak etmemelidir şiiri. “Sanatçının başkaldırmış imgesinin” sonucu (ve gereği) olarak şair yaşama ilişkin her soruna sanatıyla ve fiziki varlığıyla etki etmelidir.şiirin söz işçiliği olduğunu unutmadan; çevre sorunlarından kadınlara, açlıktan işçilere, kent yaşamının yıkıcılığından sevdaya, savaşlardan dışlananlara kadar her alana ilişkin sözü olmalıdır. Kendini bir alana, bir konuya bağımlı kılan, hele de “tarafsız” olduğunu söyleyen şair “egemen sınıfın aksesuarı” olmaktan kurtulamayacaktır.
Sanatçının belki de ilk özelliği sahip olduğu yaratıcılığın kaynağı olan duyarlılığı ve yeteneğidir. Bu özelliği nedeniyle de kendisini (sanatçı kimliğini) var eden doğaya ve içine doğduğu çevreye (topluma) karşı sorumluluğu vardır. Bu aynı zamanda vicdani bir sorumluluktur. “Sanatın ve edebiyatın niteliğini onun ölümlülüğe ve yok oluşa karşı zaferini, hayal gücünden yeni bir dünya yaratışını bir kere kavradık mı o zaman bütün ulusal böbürlenmelere silinir. İnsan, ortaya çıkar, her yerdeki ve her devirdeki insan, evrensel ve son derece çok yanlı....”(4)
Sanatçı eşitliğe, özgürlüğe, adalete, barışa, sevdaya... giden yolun kılavuzu olmalıdır. Yalnızca ulusal böbürlenmeleri değil insanları ötekileştiren, aşağı kılan tüm yaklaşımları, düzenleri, düşünceleri yerle bir etmek politikadan daha çok sanatla olanaklıdır. Çünkü; “Şiirde devirleri ve milletleri şüphesiz yanıltıcı ve sıkıcı siyasi tarihten ve harp tarihinden daha iyi öğreniriz.” (5)
“Bilesiniz:Dünya şiiridir
Yalnızca, dünyanın barışması”
..................1828 Rüchet
Şiirin doğrucu ve evrensel yanına vurgu yapan Rüchet dizeleriyle de şairin (sanatçının) ulusaldan evrensele yönelmesi gerektiğini vurgulamış oluyor. İnsanların bilgilenmesinde sağladığı katkı yanında, şiirin barışa, halklar-uluslar arasında barışa hizmet etmesi gerektiğini de 180 yıl önceden bağırıyor. ... şiirin (sanatın) işlevinin böylesine geniş ve evrensel ölçülerde olabilmesi için toplumculuk ve gerçekçilik şairin (sanatçının) kılavuzu olmalıdır.
Dünyayı kasıp kavuran savaşlar, çatışmalar, açlık, egemenlerce halklar arası düşmanlığın körüklenmesi, ötekileştirici söz ve eylemler karşısında vicdanını yitirmemiş her insanın tepki göstermesi ne kadar doğal ve gerekliyse, şairin de yıkıcı çığlıklar atması o derece doğal, bir o kadar da zorunluluktur.
........salim çalık/ ağustos 2008
DİPNOTLAR:
1) Mehmet H.Doğan, II.Karşıyaka Şiir Kurultayı, sf.13-14, Hazırlayan:Veysel Çolak
2) Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri , sf.76
3) Ahmet Oktay, Zamanı Sorgulamak sf.25
4) (Rene Wellek, Karşılaştırmalı Edebiyatın Krizi başlıklı konferansı) Gürsel Aytaç, Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi sf. 70
5) Friedrıch Rüchet
YORUMLAR
Yazınıza katılıyorum. İtiraz edebileceğim bir nokta yok.
Şöyle genel olarak (size değil) bir şey söyleyim: Bir şiir düşüncesi hakkında neden Doğu kendi şiir teorisini geliştirememiş. Batı da kaç tane önemli şair var ki. Doğu coğrafyası fokur fokur şair kaynıyor. Yani şunu diyorum, şiir bizim işimiz; fakat neden şiirle ilgili fikirlerine güvenip, alıntı yapabileceğimiz bir adam yok. Batı'nın şiir kaynağı, İran ve Hinttir.
Bizim de bu kadar önemli şairimiz var. Çoğunu kimse tanımaz. Biz Rilkeyi, Rambodtu, Heınrich Reine biliriz. Kütüphanem de var.
Batı benim şiirimi (Doğu'nun) anlamadan, genel şiir teorisi geliştirmesi zor. Bu yüzden çok da bilimsel bulmuyorum onların görüşlerini. Bizi okumamış ve anlamamış bir insanın görüşlerini kendi şiirimi ve sanatımı irdelerken kaynak kabul etmem zor. Zira sanat ve şiir subjektif bir şey.
Artık bu millet kendi dil felsefesini kendi kurmalıdır.
Emeğinize çok teşekkür ediyorum.
salim çalık
biz de ise sanatçının canı okunuyor. doğası gereği muhalif olması gereken sanatçı ayrımsız tüm iktidarlar tarafından sakıncalılar-şüpheliler arasına dahil ediliyor. şiir geleneği ve geçmişi bu denli eski ve güçlü olan ülkemizde ve doğu da batıdaki kadar şiir okunmayışının, şiir kitabı basılmayışının arkasında iktidarların yaklaşımını ve kültür politikalarını yok sayamayız. bizdeki birçok şair (sanatçı) geçimini sağlama derdindedir. biliyoruz ki, bu coğrafyada sanat "karın doyurmuyor." üniversiteler akademik mekanlar olmaktan çıkıp meslek yüksek okulu'na, iş bulmanın ilk kapısı olmaya dönüşmüşken sözünü ettiğiniz şiir teorisinin, genel olarak da bir sanat felsefesinin oluşturulması çok zor. ancak bireysel çalışmalarla birşeyler yapılmaya çalışılıyor, onlar da çoğu zaman okura ve ilgilenenlere ulaşamıyor.
yorumunuz ve katkılarınız için sağolun.
dostlukla
S / ÂYE
Tespitiniz harika.
Yazılarınızın takibindeyim.
selamlarımla