- 626 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
0042 - ÜÇ KEZ SENİ SEVİYORUM DİYE UYANDIM – ÜÇ SÜRGÜN
ÜÇ KEZ SENİ SEVİYORUM DİYE UYANDIM
"Üç kez seni seviyorum diye uyandım
Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
Bir bulut almış başını gidiyordu görüyordum
Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün..."
İlhan BERK
ÜÇ SÜRGÜN
Belki böyle bir pazar günü uyanmış. Bu üçüncü uyanışıymış, “Seni seviyorum!..” diye… Kalkar kalkmaz, öncelikle yapılacak başka doğal işler yokmuş gibi doğru çiçeklerin suyunu değiştirmeye koşmuş. Çiçek sulamaya falan da değil…
O sırada perdeyi aralamış ve gökyüzüne bakmış. Bir buluta gözü ilişmiş. O bulut da diğer bulutlar gibi yavaş yavaş bir yere doğru gidiyormuş. Onu görmesi önem kazanmış, o anda… Oysa sıradan bir bakış ve sıradan bir olaymış ama şair gözüyle bakılınca başka oluyormuş. Sanki diğerleri duruyormuş da sadece bir tanesi burnunun gösterdiği yere doğru yol alıyormuş. Büyük olay olmuş!
Çünkü şair, o gözünün ilişiverdiği bulutta sevgilinin yüzünü görüvermiş. Sabahın bir yerinden yere değil de gökyüzüne düşmüş gibiymiş o yüz… O yüz, başka yüz… O yüz, yerden göğe yükselen değil de aksine düşen yüz… Çünkü o yüz, şair sevgilisi yüzü… Öyle sıradan yüz, iki yüz değil… Biricik yüz…
O yüz yere falan düşeydi incinirdi, kırılırdı… Yere düşemez! Göğe düşer! Hem de sabahın bir yerinden düşer. Sadrazamın sol tarafından falan düşecek değil ya… Oldu mu sana bulut bir ayna!
Zaten sevgili yüzü bu! Başka bir yüz değil ki! Yastık yorgan yüzü falan… Her yere düşer, her yere!.. Sadece suya mı aynaya mı?
Şiirlerine bakmış şair, çay falan koyacağına… Kahvaltıdan falan evvel… Belki böyle bir pazar sabahı… Hemen eski defterleri deşmeye başlamış, iflas eden esnaf gibi… Başlamış şiirlerini karıştırmaya… Her şiir bir mahalle… Şiir defteri, şehir… Metropol… Onlara bir mimar edesıyla bakmış. Sokağı yarım kalan birine sokak yapılması gerektiğini görmüş… Her yarım şiir, sokağı yarım kalmakla tam anlamda yarım olmuyormuş. Sokağa iki sıra da ev dizmek gerekiyormuş. Evleri kontrol etmiş… Hepsinin kapısı penceresi yerindeymiş, fena görünmüyorlarmış da sokağı yarım yapan balkonları tamamlanamamış olan bir evmiş. Uğraşmış uğraşmış, balkonun balkona benzeyeceği yok! Sıkılmış! Usanmış! Tepmiş yarım balkonlusunu! Öyle ya! Adam olacaksa olsun, olmayacaksa… Cehenneme zümera!..
Önce şiirlerin hesabını görmüş. Hayır, ondan önce bulutu, bulutta umudu… Umudu değil, sevgiliyi… Belki onun onu çoktan unuttuğu, onunsa şuur altına işleyerekten kendisini unutturmadığı kişiyi… O her şeyden önce gelen… Suyu değiştirilmesi gereken çiçekler gibi olan sevgiliyi… Zaten yemek ekmek, su sayıklanarak uyanılmadı ya tam üç kere…
Önce ona acıkılır, gayet doğal… Sonra yemek falan akla gelir.
Sonra hep yemekler yapılır… Yapacak başka bir şey yok… Yani günler geçer… Günler haftalar… Hatta otlar kurutulur, can sıkıntısından… Otların kuruması için geçen zaman kadar zaman geçer… “Taflanım!..” diyen bir ses gelir durur kulağına bu arada sık sık… “Taflanım!..” Sevgili, şaire: “Taflanım!..” diyormuş, demek ki! "Gürcü kirazım!", "Laz kirazım!", "Laz üzümüm!", "Laz yemişim!", "Tanalım!", "Tçkoom!.."
Aklına hangi zaman dilimlinde olduğumuz gelir. Cumhuriyetin bebeklik ve gençlik günleri epey geride kalmıştır. Cumhuriyet çocuğu olmadığını anımsar. Doğum gününü… 18 Kasım 1918 tarihini… Osmanlı İmparatorluğu bebesi olarak Manisa’da dünyaya geldiğini… Bir de sevgiliyi düşünür. O daha bebedir, ona göre… O kadar genç ve güzel… Cumhuriyetin ilk günlerinin ışığı, aydınlığı… Özgür bir güzellik… Gökyüzünde uçurtma gibi… O kadar özgür… Yüzü onun gibi değirmi… Rüzgârlarla daha da gergin… İki yanda zülüfleri sallanmakta… O süzüldükçe süzülmekte göklerde… Göklerde… Ulaşılmaz yerlerde…
Kalk artık! Uyuşuk uyuyşuk oturma! Miskin miskin, sen de! Kalk dolaş evin içinde belini tuta tuta yavaş yavaş… Dikkat et, halıya falan takılma! Ah şu romatizmalar da olmasa! Şu boyun tutulmaları falan… “Ay! Of!.. Aman!.. Allah!.. Yallah!..”
Dolaşmanın da bir haddi var! Dolaşa dolaşa Arap saçına döner sonra kördüğüm olur insan! Zaten saç baş darmadağın, ruh darmadağın!.. En iyisi, otur masanın başına! Dön dön bildiğini oku! Hayır! Dön dolaş gel,otur sandalyene, Elif oku!... Ne Elif’i? Düşüncelerim arapsaçına döndü! Aklıma: “Bizim oğlan Elif okur, döner döner yine bildiğini okur…” geldi de… Dön dolan gel, şiir oku! Başka ne yapacaksın! Ruhuna Fatiha mı okuyacaksın! Şairin ruhuna Fatiha!.. Sevgili halen yaşıyordur. O zamanlar da yaşıyordu. Hem de nasıl! Acıyan şairlere acısın! Onlar yaşasın bunlar şaşsın kalsın! Alsınlar ellerine defterlerini kalemlerini, yazsınlar ha yazsınlar! Al eline kalemi, yaz başına geleni! He mi? Ya da eski defterleri karıştırsınlar… Eski sevgililer için yazılmış eski şiirleri… Zaten yeni ne kalmış, Osmanlı İmparatorluğundan?
En iyisi zamanda seyahat… O yaştan sonra gençleşecek değil ya insan! Eski defterlerdeki eski sevgililere ait eski şiirleri okuyarak eskiye dönebilir pekâla! Zaten eskiye dönmüş. Bu yaştan sonra yenilenecek değil ya!
Neyse… O zamanlardaki yazmış olduğu şiirleri okurken zamanda yolculuk yapar… Ne kadar eskiye giderse o kadar gençleşmiş hisseder kendisini… Hayale sınır yok! Yaz çiz karala! Gençleşemezsin artık! Nafile! İstersen kendini parala!.. Sadece öyle hissedebilirsin bir süreliğine… Ayağa kalkmaya çalışıncaya kadar mesela… “Ay! Of! Aman! Allah!.. Belim!.. Haydi bacak!.. Of!.. Nerde benim ilaçlarım? Ağrıkesicilerim?"
Şiirlerin yazıldığı çağa gelindiğinde, öyle genç ve dinç hissedildiğinde hissedilmedik hiçbir şey kalmaz! Ayak kokusuna… Pardon… Ağız kokusuna… Afedersiniz… Ağızdaki sakız nedeniyle bastırılmış olan soluk kokusuna kadar ki karanfilli sakız çiğneniyorduysa karanfilli, naneli sakız çiğneniyorduysa naneli…
“Hop karanfilli karanfilli… Karanfilli yar, allı yar!” “Karanfilim budama! Safa geldin odama!” “Karanfil oylum oylum! Geliyor servi boylum!" "Karanfilin moruna, ölüyorum yoluna!" "Karanfil deste gider, kokusu dosta gider. Benim kalbimde sensin, senin kalbinde kimler?”
O zaman şair: “Karanfil kokan soluğunu duydum!” dese, yalan söylemiş olmaz! Bu aşık romantik aşık! Realist olsaydı açlıktan falan bahsederdi… Açlıktan ağzı kokan zavallı bir sevgiliden… Çıkamayan yirmilik dişinin cep yapmış yerinin cerahat kokusunu kokulu sakız çiğneyerek bastırmayı başaran bir sevgilinin hoş kokulu nefesinden değil…
Ne yazık ki ne yaşından eksiltebilir insan, ne güzelin gençliğinden güzelliğinden… Sevgili taze… Körpe… Güzel… şair gazel… Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, uğraşı boşa gider, geriye yine gençlik ve güzellik kalır. Ne o o olabilir, ne o o… Geriye dönülse de bir şey değişmez, ileriye gidilse de… Kim ne ve nasıl idiyse o!
***
İnsanlar, belli bir yere gelinceye kadar efor harcarlar. Başarıyı yakaladılar mı halk ne verseler yer. Ünlü ressamlar bir eğri çizseler hüner sergilemiş, sanat yapmış olurlar.
Bu şiirde de tek dize halinde yazılanlar gayet güzel buluşlar, harika dizeler… Gerisi sonradan monte edilmiş sıradan dizeler…
Bu restore edilmiş şiirde, bir şairin yarım kalan bir şiirini bitirmek, artık altına imzasını atmak gayesiyle sokağını ve balkonunu nasıl tamamlanmaya çalıştığını, BBG evi seyreder gibi seyrediyoruz. Yaptığı yamaları görüyoruz. Eklentileri...Uzantıları... Çıkıntıları... Yani bu şiirde, şairin gün içinde veya günlerce neler yaptığını… ’Sildim, süpürdüm, döşedim, yazdım, ortasına oturdum...’ derdi çocuklar, oyun oynarken.
’Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün
Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün
Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun’
Bu üç dizeyi al, gerisini, at çöpe! Bu taze üç sürgün giderek gümrahlardı belki. Kuru dallar boğmuş, eselememişler.
Çöplükte pırlanta gibi duruyorlar.
Özgün söylemler...
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0042
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.